Yaslanmış traduction Français
362 traduction parallèle
Bir geminin küpeştesine yaslanmış, denize ve yıldızlara bakarken gördüm ayışığında, tropikal bir kıyıda dururken üstümüzde palmiye ağaçları hışırdarken.
Accoudés à la rambarde d'un paquebot en mer. Sous les palmiers d'une plage des tropiques au clair de lune.
Bu yüzden merdivene yaslanmış...
- "Il a mis une échelle." - Non.
Çalışma masanın üzerine yayılıp uzanmış olabilirdin sayısız albayın sayısız çalışmada yaptığı gibi veya bir bez bebek gibi sepetin üzerine yaslanmışındır.
Vous pourriez être allongé dans le bureau, comme d'innombrables colonels dans d'innombrables bureaux, ou bien calé dans le panier à bois comme une poupée de chiffon.
Görünüşe göre, George geçen gece köpeğini, şehrin tuhaf bir muhitinde yürüyüşe çıkarttığında, eski yıkık bir binaya yaslanmış, ağlar vaziyette André'ye rastlamış.
Un soir, en promenant son chien dans un quartier perdu, George avait vu André en train de sangloter contre un mur.
Erken çocukluk yıllarıma baktığımda kendimi cama yaslanmış hiçbir zaman değiştiremeyeceği bir dünyayı izleyen ve bu dünyanın kendi başına değişmesini umut eden bir çocuk gibi görüyorum.
Quand j'examine ma première enfance, je me vois comme un petit garçon à la fenêtre, observant sans fin un monde que j'étais incapable de changer, espérant toujours qu'il changerait de lui-même. Agé de sept semaines, ma grand-mère m'enleva à ma mère.
- Katılıyorum. 10 yıl yaşlanmış görünüyor.
Je ne suis pas d'accord. Il semble avoir 10 ans de plus.
İyice yaşlanmış.
Il se fait vieux.
Çamaşırhaneyi terkettiğimden beri on yıl yaşlanmış gibiyim.
Depuis la blanchisserie, il me semble que j'ai vécu au moins 10 ans.
Tek sıkıntı şu ki, olur da olürse, her ikimiz de çok yaşlanmış olacağız, anlamı kalmayacak.
Le problème, c'est qu'elle y met le temps nous serons si vieux que cela ne servira plus à rien
Yaşlanmış olmalı.
Il a dû rentrer noir.
İki yıl içinde yaşlanmış.
Il va mal.
Böyle şeyler için yaşlanmışım.
Je me fais vieux.
Ben ölene kadar, âşık bulmak için çok yaşlanmış olacaksın.
Á ma mort, tu seras trop vieille pour un amant.
Bayağı yaşlanmış ve çökmüş görünüyordu ama.
Il a beaucoup vieilli. Il est tout ratatiné.
Döndüklerindeyse zamandaki genişlemeden ötürü sadece 7 ay yaşlanmış olacaklar.
Mais grâce à la distorsion spatio-temporelle l'équipage n'aura vieilli que de 28 mois.
Lucien. Sanırım yaşlanmışım.
Lucien... je crois que je prends un coup de vieux...
Yaşlanmış gözüküyorsun Thomas.
Tu as vieilli, Thomas.
Nasıl da yaşlanmış hissediyorum.
Je me sens vieux.
- Yaşlanmış mıyım? Hem de çok.
Ce n'est pas mieux.
" Bu gece bir yıl yaşlanmış olsam gerek korkudan öleceğimi düşünerek
" J'avais un tel trac Je craignais un coup de Jarnac
Yaşlanmış görünüyordu. Onu zor tanıyabildim. Saçları bembeyazdı.
Méconnaissable, les cheveux blancs, il avait horriblement vieilli.
Bayan Prentice, aynı kocası gibi oğlunun kızımı nasıl sevdiğini hatırlayamayacak kadar yaşlanmış, geçkin bir adam olduğumu söyledi.
Et Mme Prentice dit... que comme son mari, je ne suis qu'une vieille carapace d'homme défraichi... qui ne se souvient même pas comment c'est... d'aimer une femme... comme son fils aime ma fille.
Basitçe söylemek gerekirse, yaşlanmıyorlar. Kaç yaşında olduklarını ise söyleyemem - 20 ile 20000 arası.
En d'autres termes, ils ne vieillissent pas et je ne saurais vous dire s'ils ont 20 ans ou 20000 ans.
Yaşlanmış mıyım?
- Ai-je vieilli?
Çok yaşlanmış, biliyor musun?
Il n'est pas mal conservé, tu sais!
Görünüşe göre, ben çok yaşlanmışım.
Manifestement, je deviens trop vieux.
Çok yaşlanmış olmalı.
Il doit être vieux.
İyice yaşlanmış.
C'est un vieillard.
Oldukça yaşlanmış görünüyor.
Il est adulte en tout cas.
Ne kadar da yaşlanmışız!
Comme nous avons tous vieilli!
Bana yaşlanmış görünmedin. Sence ben nasılım?
Déjà dix ans que je te connais!
İyice yaşlanmış bir kadınla!
Dans le métro.
Çok yaşlanmış.
Elle est si âgée.
Oh, evlat, yaşlanmış hissettim.
Je me sens vieux.
Vitamin "E." Bu yaşlanmış aletin için harikadır.
L'idéal pour être porté sur la chose.
- Yaşlanmışım, değil mi?
J'ai vieilli, non?
Onun bu eğitimi sırtında taşıyan çok yaşlanmış bir adam olduğunu düşündüler.
Bizarre, ce vieux qui s'acharnait à suivre.
Yaşlanmış hissediyor musun sen?
Tu te sens vieux, toi?
Bu çılgınlıklar için artık yaşlanmışım..
Je suis trop veux pour ces folies.
10 yıl yaşlanmış gibisin.
Tu as pris dix ans, là.
Sadece, sana aşık olan kimse kalmayınca yaşlanmış sayılırsın.
Tu sera vieille quand personne ne tombera plus amoureux de toi.
Yoksa gerçekten yaşlanmış olacaksın.
Avant de vieillir vraiment.
- Tanrım, yaşlanmış.
- Il a vraiment vieilli.
İyice yaşlanmış.
Elle a vieilli.
Daha önce bir çok kez yarıştığımız... - Pekala. - Zafer peşinde koşan o aygır yok artık... onun yerine zavallı... tükenmiş, yaşlanmış bir eski şampiyon gelmiş şimdi.
L'étalon fou assoiffé de succès contre lequel on s'est si souvent mesurés n'est plus aujourd'hui qu'un vieux champion, pathétique et épuisé.
Yaşlanmıştı.
Il avait vieilli. Il s'est passé quelque chose.
- Dışarı çıktığımızda yaşlanmış olacağız.
On sera vieux, quand on sortira. Ferme-la et ouvre la porte.
David, eğer ışık hızınınüzerinde seyehat edersen, sen sadece 4.4 saat geçirirken burada dünyadaki diğerleri sekiz yıl yaşlanmış olur.
Si tu as voyagé plus vite que la vitesse de la lumière, il se peut que tu ne sois parti que 4,4 heures et que nous ayons vieilli de huit ans pendant ce temps.
Taş ya da kozalak gibi bir şeye çarpıyorlardı. Sonra baba yaşlanmış, çocuk da büyümüştü ve onu aradı.
Et ils donnaient des coups de pieds dans des pommes de pins... et le père était vieux... et le gamin était adulte... et il l'appelait.
Kızlarım ölmüş olabilirsiniz, ya da yaşlanmış ve solmuş ama ben yaşadıkça sizleri hep şereflendireceğim.
Mes chéries, vous êtes peut-être mortes, ou vieilles et flétries, mais jusqu'à mon dernier souffle, je vous rendrai hommage à toutes.
Zayıf, yaşlanmış, kurumuş ve ölmek üzere.
Une vieille commère. Desséchée. Mourante.