Yıkan traduction Français
9,261 traduction parallèle
Bu işin tek sorumlusu, dört kişiyi öldürüp suçu Rockwell'in üzerine yıkan şerefsiz.
Le seul responsable est le salaud qui a tué ces 4 hommes et piégé Rockwell.
Yüzyıllardır yoluma çıkan bu zavallı yaşlı cadıyı öldürmek için çok iyi bir zaman.
C'est le moment parfait pour frapper. Et pour éliminer une misérable sorcière qui me dérange depuis des siècles.
İçinde her yere kan bulaşmış.
Il y a des tâches de sang partout à l'intérieur.
Mia'nın cesedini arabaya oturmak için direksiyon kilidiyle kemiklerini kırdınız ve onu asetonla temizlediniz ama aseton, kanı kapatmaz.
Il y a plus. Pour positionner Mia dans votre voiture, vous avez utilisé votre blocage de direction pour briser ses os et de l'acétone pour nettoyer, mais... vous voyez, l'acétone ne masque pas le sang.
Burada hiç kan izi yok.
Il n'y a pas une seule goutte de sang.
Biz mahkemeye yalan söylediklerini kanıtlamalıyız.
Pour le faire, nous devons prouver à la cour qu'ils mentent.
Ve biz oradayken seni sıkan bir konu varsa kendini tamamen özgür hissedebilirsin.
Et quand y seront, tu devras te sentir libre de parler de ce qui te tracasse.
Gerçek parti başlar ve her yer kan içinde kalır.
Où la vraie fête commence, et il y a du sang sur tout le sol.
Sabahki sunumda da belirttiğimiz gibi taze kan dolaşımı başka yamaya gerek kalmadan derinin büyümesini sağlayacak.
Et, comme expliqué dans la réunion ce matin L'apport de sang a permis à la peau de repousser sans qu'il n'y ait besoin de plus de greffons. Dr Warren?
Ve fazladan çıkan kıllarıyla normal bir bıyığı var!
Et il a assez de poils supplémentaires pour se faire pousser une moustache!
Birkaç dakika sonra Ajan Hanna vurulmuş, kan kaybediyordu. Sam, nişancıyı gördü.
Sam a repéré la sniper- - il a pris la balle, mais il n'était pas la cible.
Ben de Evans'ın seri katil olduğunu gösteren bir kanıt yok diyorum.
Je dis juste qu'il n'y a pas de preuve qui indique qu'Evans est un tueur en série.
Orada toplanması gereken kanıtlar olmalı.
Il doit y avoir des preuves que nous devons récupérer.
Bay Shelton, Chambers'ı bu işe siz soktunuz ve ben bunu kanıtlamakta kararlıyım.
M. Shelton, vous avez mis Chambers dans cette situation Et je le prouverais.
Bilimsel kanıt demişken, bugün aşı olmamaya ne dersin?
Pendant que tu y es, qu'à tu as dire contre les vaccins aujourd'hui?
- Uyluğun dış sol kenarında parlak kan.
Euh, il y a du sang sur le côté gauche extérieur de la cuisse.
Peru'dan sonra sonra sizden ayrılmak istedim çünkü kendimi kanıtlamak istedim.
Je vous ai quittés après le Pérou car je voulais prouver que je pouvais y arriver seule.
Sihirli bir fırtınanın ardından çıkan gökkuşağının diğer ucunda altın çuvalı var mıdır?
Puisque c'est un arc-en-ciel issu d'une tornade magique, n'y aurait-il pas une vraie marmite d'or à son extrémité?
Evet, Bancroft'un bir şey bilmediğine dair bir kanıt daha.
Une preuve supplémentaire qu'il n'y connait rien.
Doktorlar aşırı dozun bütün belirtilerini gösterdiğini söylediler. Ama kan tahlilinde hiçbir şey çıkmamış.
Le docteur dit qu'il présentait tous les symptômes d'une très grosse overdose de cocaïne, mais il n'y avait rien dans son sang.
Yani, Charlie'nin öldüğüne dair hiçbir kanıt yok.
Je veux dire, il n'y a aucune preuve que Charlie soit mort.
O.Y.İ. dairendeki kıyafetlerde mikro spreyle kan izi buldu.
La scientifique a trouvé des petites projections de sang Sur des vêtements Trouvés dans ton appartement.
6 ay önce MI5 tarafından el konulan, 9 kiloluk uranyum Leeds'deki kanıt kasalarından çalındı.
Il y a 6 mois, 11 kg d'uranium "yellow cake" saisis par le MI5 ont disparu de leur chambre forte à Leeds.
Maria'yı öldürürken bunları giydiğini düşünüyor ama bedeni yanlış. Ayrıca kan izleri katilin bıçak kullandığını işaret ediyor.
Il croyait que vous les portiez quand vous l'avez tuée, mais la taille ne correspond pas et les taches de sang montrent que celui qui les portait a tué quelqu'un en le poignardant.
Bu bir gurur meselesi. Hâlâ dışarı çıkıp eğlenebildiğimizi kanıtlamalıyız.
On dois prouver qu'on peux toujours sortir et s'amuser.
Şimdi, eğer bunu kanıtlayamazsam, Eric Woodall paçayı sıyırır.
Si je n'ai pas ça, Eric Woodall s'en sort.
Kanın olmadığı bir yere.
Oui, dans un endroit où il n'y a pas de sang.
Kendine ve başkalarına bir tehdit olmadığını bir şekilde kanıtlayamaz mısın?
Y a-t-il un moyen que tu prouves que tu n'es plus une menace pour toi et pour les autres?
Gidecektim ama Bay Cordell'in safra taşı kan zehirlenmesine neden oldu.
J'y allais, mais M. Cordell a fait une infection à cause de ses calculs.
Kan çıktı!
Il y a du sang!
Dalağı yırtılmış ve çok kan kaybetmiş.
Sa rate est rompue, et il a perdu beaucoup de sang.
Çok fazla kan sıçramamış.
Il y a très peu de projections de sang.
Ve onu birçok defa bıçaklamıştım. O, dizlerinin üzerine düştüğünde ve her yer kan olduğunda... " Neden Thor?
Donc je l'ai tabassé un paquet de fois, et elle est à genoux, et il y a du sang partout et elle bafouille, " Pourquoi, Thor?
Sanırım ben de size bana karşı tek kanıtın ikinci derece olduğunu hatırlatmalıyım.
Peut-être devrais-je vous rappeler que la seule preuve contre moi est indirecte.
Ortada fazla kanıt yok.
Il n'y a rien à observer.
Bu kadar kan ancak 3 yıkamada çıkar.
Il va falloir faire trois lavages.
Sırtından keçi çıkan ve kuyruğu yılan başıyla biten bir aslan
C'est un lion avec une chèvre sortant de son dos et une queue qui finit avec une tête de serpent.
Bir zamanlar Pine adlı bir yüzbaşı varmış. Başına vurulmuş, kanı duvara sıçramış. Kahve masasına çarpıp ölü olarak yere yığılmış.
Il était une fois, le Lieutenant Pine qui s'est fait frappé à la tête, son sang a éclaboussé le mur, il est passé à travers une table basse et a atterri sur le sol, mort.
Evet, kanın sıçrayışına bakarsak en azından çerçeveye kan bulaşmalıydı ama resim üzerinde hiçbir şey yok.
D'après le modèle, le sang aurait dû au moins atteindre le cadre, mais il n'y a rien ici.
Çıkışını güvence altına almak için, masum olduğunu kanıtlamalıyız.
Nous devons prouver votre innocence.
Ormanlık alana kanıt araması için ekip yolla ve bu plastik kelepçeleri de DNA için kontrole gönder.
- Oui. Envoie une équipe dans ces bois pour trouver des traces de preuves et vérifie s'il y a de l'ADN sur ces liens en plastiques
Ve onun South Salem'den ayrıldığına dair kesin bir kanıt yok.
Et il n'y a pas de preuve, de preuve crédible, qu'elle a jamais quitté South Salem.
Kanıtı yok etmenin cezası yok.
Il n'y a pas non plus d'accusation de destruction de preuves.
Yaralanmış ve kan kaybediyordu Nolan'ın bunu tek başına başarmasına olanak yoktu.
"Blessé, saignant, " il n'y avait aucune chance que Nolan s'en sorte seul. "
Kendini avutmaya devam et. Ama bildiğim bir şey var o da, oğlumun ve torunumun kanı senin ellerinde.
Leurrez-vous tant que vous voudrez, mais il y a une chose que je sais, c'est que le sang de mon fils et celui de mon petit-enfant sont sur vos mains.
Ya da belki ben senin amirine başka şeylerle birlikte sahtekarlık yüzünden parmaklıklar arkasında olması gereken bir kadınla çıkan en yeni dedektifi hakkında ne düşündüğünü sormalıyım.
Ou peut-être que je devrais demander au chef de la police ce qu'il pense du fait que son nouvel inspecteur sorte avec une femme qui devrait être derrière les barreaux pour fraude, entre autres.
Merdivende çizikler ve kan lekeleri var.
Et il y a manifestement des éraflures et de sang dans les escaliers.
İçlerinde ya da üzerlerinde kanıt olabilir.
Il doit y avoir des preuves en eux ou sur eux.
Belki onu cinayete bağlayacak kadar kanıt var mı diye anlamak istedi.
Il voulait peut-être savoir s'il y avait assez de preuves pour le lier au meurtre.
O Stefan'ın insanlığını geri getirmek için bir araç. Caroline ile birlikte birilerinin kanını emmekle meşgul olduklarına şüphe yok.
C'est un outil pour ramener l'humanité de Stefan parce qu'il n'y a pas de doute que lui et Caroline ont leurs crocs plantés dans des corps en ce moment, donc le plus tôt on met nos tueurs nés surnaturels
Eğer ikinizin de çocukları varsa, söylemem gerek yok gerçekle herhangi bir bağlantısı olmadan Josh'un onun ne yaptığını söylemesi ne kadar kanıt olabilir?
Et si l'un de vous deux a des enfants, nul besoin de vous dire que Josh a toutes les raisons d'avoir dit ce qu'il a dit sans qu'il y ait une once de vérité.