English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Turc → Français / [ Z ] / Zorundaydın

Zorundaydın traduction Français

1,400 traduction parallèle
- Üzgünüm. - Neyi göstermek zorundaydın?
- Je suis si désolée.
Sert olmak zorundaydın.
Tu n'avais pas le choix.
O sana dokundu, sende ona dokunmak zorundaydın.
Il vous a touché. Vous avez dû le toucher.
Banyoyu 81 yaşındaki yaşlı bir kadınla paylaşmak zorundaydın.
Vous avez dû adorer partager la salle de bain avec une vieille de 81 ans.
Benden istediği şeyi yapmak zorunda değildim. Evet, zorundaydın.
Je n'étais pas obligé de faire ce qu'il m'a demandé.
Yatırımını korumak zorundaydın.
Vous deviez protéger votre investissement.
- O, yetkisinin dışında bir şey gördü. Sana söyleyemezdi, çünkü sen bunu rapor etmek zorundaydın.
Tout ceci dépasse ses attributions.
Bu... - Bunu yapmak zorundaydın, değil mi?
- Il fallait vraiment que tu le fasses, hein?
Otobüs için bedenini satmak zorundaydın.
T'as dû faire la pute pour payer le bus.
Neden bu şiiri yazmak zorundaydın? Bu tür şeyleri neden kendi aramızda konuşamaz olduk?
Pourquoi ce poème et ce manque de dialogue?
- Ama yine de bunu yapmak zorundaydın değil mi?
- Il le fallait, non?
" Neden benim oğlumu aldın? Neden benim oğlumu almak zorundaydın?
Pourquoi a-t-il fallu que vous preniez mon fils?
Önce aramak zorundaydın biliyorsun.
Tu sais que tu es sensé appeler avant.
Neden bana ev almak zorundaydın ki?
Pourquoi tu m'as acheté une maison?
Ölüm Yıldızı'yla uğraşmayı kimse istememişti, çünkü hep diz çökmek zorundaydın.
Souviens-toi... La Force sera avec toi... à tout jamais!
İngiliz Sendika Yasaları geçerliydi. Bir çekimin tam ortasında olmanız hariç tam 17 : 30'da durmak zorundaydınız. Ekibe bir 15 dakika daha uzatmalarını isteyebilirdim ama her zaman oybirliğiyle bana karşı çıktılar.
Ça a commencé comme une sorte de duel à l'orientale... comportant une forte dose d'honneur et d'adresse... et un sens spirituel élevé.
Niye buraya gelmek zorundaydın ki?
Et d'abord, qu'est-ce qui t'a poussé à revenir ici?
Bir anlaşmayı kapamak zorundaydın.
Tu avais une vente à réaliser.
O zamanlar saklamak zorundaydın.
Il valait mieux, à l'époque.
Anlamadığım şey neden bir karar vermek zorundaydın.
Mais je ne vois toujours pas pourquoi tu as dû choisir.
Göremediğin şey şu, dostum her an tetikte olmak zorundaydık her an harekete geçmeye hazır olmalıydık.
Ce que vous n'arrivez pas à voir, mon ami, est que nous devions être toujours vigilants, prêts pour l'action à la moindre alerte.
Aztek Tabutunun parasını ödemek zorundaydım.
Il fallait bien que je paye la Tombe Aztèque.
Kendi müşteri listesi olmayan,.. ... diğerlerinden artanlarla yetinmek zorundaydı.
Celui qui n'a pas de clients doit vivre à la botte les autres.
Peşini bırak. - Söylemek zorundaydım.
Et il a rompu avec moi à notre bal de promo, alors on n'a jamais eu l'occasion de danser à notre bal.
Olayı bir aşırı öfke anında sen yapmışsın gibi göstermek zorundaydım.
J'ai dû faire en sorte que ça ressemble à ce que tu lui aurais fait dans un excès d'hyper rage.
Bir şey yapmak zorundaydım zira tüm kalemler dağınıktı.
Je devais faire quelque chose, tes boites de crayons trainaient dans toute la pièce.
Senin bir kaç hayati organını makinelerle değiştirmek zorundaydık ama bu seni daha az insan yapmaz. Tabi penisinin olmaması hariç.
Bon maintenant, il va falloir qu'on te remplace certains organes avec des machines mais ça n'en fait pas moins de toi un homme, sauf, que tu n'as plus de penis.
- Lana, yapmak zorundaydım.
- Je n'ai pas eu le choix.
Bana kazık atman ve parayı vermemen olasılığını düşünmem gerekiyordu. Bu işin getirdiği masrafları karşılamak için bir yol bulmak zorundaydım.
Sachant que vous alliez me doubler et me priver d'argent, j'ai dû trouver le moyen de couvrir les frais de cette opération.
Benim hatam değildi. Nasıl öptüğünü gördün. Çıkarmak zorundaydım.
Tu as vu comment elle s'y est prise, je n'avais aucun moyen de résister.
Kredi kartını kullanmak zorundaydı.
Il devait utiliser sa carte de crédit.
İlla inadını göstermek zorundaydın değil mi?
Il a encore fallu que tu t'entêtes.
Durumunun bunu yapmamıza uygun olup olmadığını kontrol etmek zorundaydım.
Je voulais m'assurer que ça n'excluait pas le port d'un enfant.
Oğulları, ve oğullarının oğulları da imparatorluğa şövalyelik etmek zorundaydı.
Mais leurs fils, leurs fils après eux et ainsi de suite, pour servir l'Empire comme chevaliers.
Su ısıtmak zorundaydım. Ama su kabını unutmuşum.
J'ai fait chauffer l'eau mais j'ai oublié le maté!
Neden bunu bana anlatmak zorundaydın ki?
Laisse-moi.
Ama bunları taşıyabilmek için, giymek zorundaydık, ne yapalım.
Mais on devait les porter afin de les emmener, n'est-ce pas?
Star Wars'ı çeken ekip ellerinde olmadan çektiklerinin sadece bir çocuk filmi olduğunu falan düşünüyordu. Bazı aktörlere rollerini ciddiye alsınlar diye baskı bile yapılmak zorundaydı.
Au début... dans le premier film, Episode IV... c'était un combat entre un très vieil homme... et un homme qui n'était humain qu'en partie et surtout mécanique.
İnsanlar bana katlanmak zorundaydılar. Ama kötü yoldan uzak durdum.
Les gens m'ont juste toléré, mais je n'ai pas fini dans le caniveau.
Seni babanın haberi olmadan görmek zorundaydım.
Je devais vous voir sans que votre père ne le sache.
O gün tesislerden ayrılırken, Ray Lester'ın yüzünde sanki onlar basketbolun ilk ailesiymiş gibi bir saçma ifade gördüm ve bunu durdurmak zorundaydım.
En quittant la salle ce jour là et en voyant le visage de Ray Lester placardé partout, comme si ces gens là étaient la famille royale du basket ou je sais pas quoi, il fallait que ces foutaises s'arrêtent une fois pour toute.
Mezarlığa geldiğim için Kızılderili beni öldürmek zorundaydı. Belki de arkadaşını öldüren bendim. Arkadaşının kafasını kesip, o mezarda yatacağı yıllar boyunca... gün batımını görmesini engelleyen kişi...
L'lndien devait me tuer parce que j'étais allé sur la tombe et peut-être aussi parce que j'avais tué son ami, lui avais coupé la tête pour qu'il ne voie pas le coucher du soleil pendant qu'il serait allongé là.
Onun iyi olup olmadığını görmek zorundaydım.
Il fallait que je sache si elle allait bien.
Onlara inanmak zorundaydım. Onlara uyduğuna inanamıyorum.
Je n'arrive pas a croire que vous allez faire ça.
Yapmak zorundaydık, saçmalıklarımızın inandırıcı olması lazımdı.
Nous étions obligés, pour la crédibilité de nos histoires.
Seninle olan ilişkimin bazı yönlerini feda etmek zorundaydım ki senin olağanüstü yeteneklerin sayesinde yüzlerce, binlerce hasta yaşasın.
J'ai dû sacrifier certains aspects de ma relation avec toi pour que des milliers de patients puissent vivre grâce à tes dons extraordinaires.
Kızın binasına gitmek zorundaydı ama çok geç kalmıştı. Birkaç polis çoktan gelmişti.
A son arrivée, la police était déjà là.
Kaçış planının işe yaraması için bu riski göze almak zorundaydı.
Il a pris ce risque pour réussir son évasion.
Zorundaydım.
Je n'avais pas le choix.
Dan'i incitmek istemedim ama bu yalan artık yormaya başlamıştı. Düşündüğümü yaptım. Oğlumu korumak zorundaydım.
Je n'ai pas voulu blesser Dan, mais mentir pendant toutes ces années, ça a fini par devenir usant, j'ai fait ce que je pensais devoir faire pour sauver mon fils.
Bir daha açılmamak üzere kapanmadığını ummak zorundaydım. Doktor Cox vaktiniz var mı?
Il ne me restais plus qu'à espérer que je ne l'avais pas fermé pour de bon.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]