Altar traduction Portugais
1,326 traduction parallèle
Her sene El Dio de Los Muertos'ta onlar için böyle bir masa hazırlıyorum.
Cada ano, no Día de Los Muertos, preparo um altar para eles.
Cindy için hatıra köşesi kurmuş.
Ele construiu-lhe um altar.
O köşeyi kurmak için eve zorla girmiş.
Forçou a entrada para lhe fazer um altar. A porta das traseiras foi arrombada.
Zaten, sunağa diz çökmeden yere serilirdi.
Além disso, ele prefere comer terra a ajoelhar-se no altar.
Onun boğazını sıkıp, kelepçeleyelim ve zorla imza attıralım, olur mu?
Vamos amordaçá-lo, algemá-lo e empurrá-lo até ao altar.
Spot ışıkları gelinliğimin zarif göğüs dekoltesini aydınlatırken kilisenin koridorlarında yürüdüğümü hayal edebiliyorum.
lmagino-me a caminhar para o altar num vestido de noiva que salienta o meu peito de forma óbvia, mas elegante.
Bir kere "Ben yapayım" dediğinde, "Ben yapmıyorum" derler.
É só dizeres "sim" no altar, ela diz "não" na cama.
Haklısın, sevmedim Düğün günü seni kilisede yalnız yürürken gördüğümden beri
Não, desde quando foste sozinha para o altar, no nosso casamento.
Beni mihrapta bırakıp hamile kalman mı,
Depois de me deixar plantado no altar e ficar grávida...
Sunakta terk edilmiş olmana rağmen?
Ficar plantado no altar?
Beni mihrapta bir başıma bırakıp gelmeyen, ardından da aylar sonra birden karnında başka bir herifin çocuğuyla çıkagelen bir kadına söyleyecek bir şeyim yok.
Não tenho nada que lhe dizer à mulher que me deixou no altar e logo apareceu um par de meses depois grávida com o filho de outro.
Çünkü Helen yarın benimle evlenmiyor.
Porque a Helen não vai até ao altar, amanhã.
Babam da benim düğünümde vermişti, kilisede yönümü şaşırmayayım diye.
O meu pai deu-me uma no dia em que casei, para não me perder até ao altar.
Bu konuşan papaz yardımcısının suçluluğu.
É a culpa no menino de altar a falar.
Sonra onu Charlie ile beraber gördüm.
Depois vi-a no altar com o Charlie.
Bu adam yüzünden hayatını bir türbeye çevirdin.
Este é o homem a quem fizeste da tua vida um altar.
Kendinize bir iyilik yapın ve oraya gidin ve dünyaya Altar Çocukların ne olduğunu gösterin tamam mı?
Façam um favor a vocês próprios e vão até ali e mostrem ao mundo o que é que são os Altar Boys, sim?
Bir araya getireceğim diye çok strese girdim, kuşlar, Altar çocukları falan...
Tenho andado tão stressado a preparar a "Zaragata na Televisão", as bonequinhas, sabes, Os Meninos do Altar...
- Kilisemdeki balkonda.
- No altar da minha Igreja.
- Kilisenin balkonunda mı?
- No altar da igreja?
Bu kıyafeti çok özel bir gün için saklıyordum.
Estava a guardar este vestido para a minha próxima tentativa no altar.
- Etrafa bakıyor.
Ele vai até ao altar.
neşe içinde sunağa doğru. Pedere yaklaşıyor.
Deslizando suavemente até ao altar... aproximando-se do seu pai, o rei.
Ülkemin sunağında, dehanız karşısında saygıyla eğiliyorum Führer'im.
Ajoelho-me ao seu génio no altar da pátria mãe.
Bilirsin.. eskiler ne derler Tuppy :
Sabe por que lhe chamam altar?
Eliza, annen sunağı toplamama izin vermiyor.
Eliza, sua mãe não me deixa empacotar o altar.
Madem annem sunağın yerini değiştirmek istemiyor, burada kalsa olmaz mı?
Dan, se ela não quer mover o altar, não podemos deixá-lo aqui?
Göz göre göre yalan söyledin.
Aqui! Em frente do altar e perante Deus!
Bu gördükleriniz San Carlos Borromeo de Carmelo Kilisesi'nden.
Estas fotos são do altar da Missão San Carlos Borroméo de Carmelo.
Faksımı aldın mı?
Direito ao altar.
Bu yüzden düğün geçidinde benimle yürüyecek kimse yok.
Como tal, não há ninguém para me levar ao altar.
Seçtiğin kişi sana eşlik edecek.
A pessoa que escolheres subirá ao altar contigo.
Eğer Ross'u seçersen, sana sade bir şekilde eşlik edecektir.
Se escolheres o Ross, ele leva-te ao altar sem mossa.
Birinin onu taşıması gerek.
Alguém tem de levá-lo ao altar.
Joey töreni yapıyorsa, Phoebe'ye eşlik edecek başka birini bulmalıyız.
Temos de arranjar outro para levar a Phoebe ao altar.
Joey töreni gerçekleştirecek, Chandler da sana eşlik edecek.
O Joey vai celebrar a cerimónia, e o Chandler vai levar-te ao altar.
- Merhaba. - Selam. - Beni mihraba götürecek.
Ele vai levar-me ao altar.
biri, birgün kalbimi delecek ve beyaz bir elbiseyle koridorda yürürken, neden gülümsediğini anlayacağım.
Olhei para aquele vitral e pensei que, um dia, alguém me perfuraria o coração e eu subiria ao altar com um verdadeiro vestido branco e compreenderia por que ela sorri.
Babamın morarmış bir gözle orada olacağına inanamıyorum.
Nem acredito que o meu pai vai subir ao altar com um olho negro.
İşte, ölüme giden bir adamın portresi.
Ora aí está o retrato de um homem a caminho do altar.
Şu mihrapta onu vaftiz ettiğini hatırlıyorum.
Ainda me lembro do dia do baptizado dela, ali mesmo naquele altar.
O mihrapta ayağa kalktığımı ve Janet'in düğünümüzde yürüdüğünü hatırlıyorum.
Lembro-me de estar ali de pé, junto ao altar e de ver a Janet a caminhar pela coxia no dia do nosso casamento.
St Agnes kilisesinde yürürken, dışımda beyaz elbisem, içimde küçük Jackie vardı.
No caminho para o altar, em St. Agnes, tinha um vestido branco por fora e a minha Jackie lá dentro.
Önemli olan şey Skinner'ı sunağa getirmek, çünkü bir evlilik tanrı tarafından kutsandıktan sonra, bozulması için en az 6 ay gerekir.
O importante é levar o Skinner até ao altar. Porque assim que uma união é santificada por Deus, são precisos pelo menos seis meses para o desfazer.
Candace, Ronny'yi senden çaldıktan sonra, nişanlandılar ve sonra onu terk edip, kalbini kırdı.
Tru, depois da Candace te ter roubado o Ronnie, ficaram noivos e, depois, ela abandonou-o no altar. Destroçou-o.
Ama hiçbir bir kadını ayrıldığımız ay kurban olmaya sürüklememiştim.
Mas nunca levei uma mulher ao altar um mês depois de me largar.
Bak Vanessa'yla olduğunu biliyorum 11 yıl boyunca........ Ve sonunda senden mihrapta ayrıldı.
Eu sei que namoraste com a Vanessa uns onze anos e que ela te deixou no altar.
Hey mihrap değildi tamam mı? Prova yemeğiydi.
Não foi no altar, foi no jantar de ensaio.
Bu çok zor. Ben evlenecekken... Lordum beni almalı ve..
- Felizmente, quando conhecer... este senhor cuja mão me levará ao altar... deverá levar metade de meu amor... de meu carinho e de minha atenção... e é certo que não casarei com minha irmã... para ter o amor de meu pai.
Evet, şey.. Geç yenmiş bir yemekti.
Ele embebedou-se... e papou a empregada no altar... só que a câmara estava a filmar.
Bir çeşit mabete benziyor.
- Parece um altar.