Parlak traduction Portugais
6,078 traduction parallèle
Onun parlak geleceğini koruyorsun, değil mi?
Estás a proteger o seu futuro brilhante, certo?
Zihinsel olarak parlak olduğum ya da keskin olduğumla ilgili bütün şöhretim aslında John'un özverili bir biçimde sağladığı olağanüstü karşıtlıktan geliyor.
De facto, qualquer reputação que eu tenha por perspicácia mental tem que ver com o contraste incrível que o John cria de forma ingénua.
En parlak olanı.
A mais brilhante.
Yalnızca parlak olanlar değil, her bir küçük nokta bir yıldız.
Cada pontinho, não só os brilhantes, é uma estrela.
Eğer o kadar zaman önce Dünya'nın yüzeyinde olsaydınız Ay gözünüze şu ankinden yüz kat daha parlak görünürdü.
Se estivéssemos à superfície daquela Terra longínqua, a Lua teria parecido cem vezes mais brilhante.
Bazıları Güneş kadar parlak bazıları soluktur.
Algumas são brilhantes como o Sol. Outras são escuras.
Bilinen takımyıldızların çoğu, bazıları soluk ve yakın bazıları parlak ve uzak, akraba olmayan yıldızların bir karışımıdır tümüyle.
Mas a maioria das constelações familiares são uma mistura de estrelas em nada relacionadas, algumas débeis e próximas, outras brilhantes e distantes.
Bir yıldızı şekillendirmek üzere karanlık, yıldızlarası gaz bulutunun ilk çöküşü ve nihai yazgısına ilerleyen parlak yıldızın son çöküşü.
o colapso inicial de uma nuvem de gás interestelar escura, para formar a estrela, e o colapso final da estrela luminosa a caminho do seu derradeiro destino.
Fakat yaklaşık bir milyar yıl içinde Güneş bugünkünden yüzde 10 daha parlak olacak.
Mas daqui a cerca de mil milhões de anos, o Sol será 10 por cento mais brilhante do que atualmente.
Geceleri gökyüzündeki en parlak yıldız olan Sirius'un çok soluk bir yıldız eşlikçisi vardır : Bir beyaz cüce.
Sírio, a estrela mais brilhante no céu noturno, tem uma muito fraca companheira estelar, uma anã branca.
Ama 1843'te Eta Carinae bir anda gökyüzündeki en parlak yıldız haline geldi. Ondan daha parlak olan tek yıldız Sirius'tu.
Mas em 1843, Eta Carinae tornou-se, de repente, a segunda estrela mais brilhante no céu, apenas ultrapassada por Sírio.
" Yol gösterir kanatlı akbaba en karanlık günde, en parlak ışıkla.
"O abutre alado revela o caminho" " com a luz mais brilhante no dia mais negro.
- En karanlık günde, en parlak ışıkla.
"Com a luz mais brilhante no dia mais negro." Revela o caminho...
"Yol gösterir kanatlı akbaba en karanlık günde, en parlak ışıkla."
"O abutre alado revela o caminho " com a luz mais brilhante no dia mais negro. "
En karanlık günde, en parlak ışıkla.
A luz mais brilhante no dia mais negro.
"En karanlık günde, en parlak ışıkla." Bunu düşün.
"A luz mais brilhante no dia mais negro." Pensa nisso.
- En parlak ışık. - Evet.
- A luz mais brilhante.
Parlak düşünce, Burkan. Yetişebiliriz.
- Bela ideia, pomos a conversa em dia.
Evet, birbiriyle geçinemeyen parlak ebeveynler, halasına, annesinden daha yakın, ölümlülüğe takıntıkılı, hiçbir şeye inanmıyor, hayatın anlamı olmadığı düşünüyor.
Pais geniais que não se entendiam, é mais chegado à tia do que à mãe e é obcecado pela mortalidade. Não acredita em nada, crê que a vida não tem qualquer sentido.
Sanıyorum ki bu şu andaki en parlak firkir.
Não me parece uma ideia brilhante.
Stanley, iskambil destesiyle çok parlak olduğun kadar, evlenme teklifinde berbatsın.
Stanley, pode ser brilhante com um baralho de cartas, mas é atroz a fazer pedidos de casamento.
Ve sana elimden geldiğince, parlak ve esprili bir dahiyle birlikte yaşam sunabilirim.
Quanto ao que posso oferecer-lhe... Ofereço-lhe uma vida com um génio brilhante e espirituoso.
İki tanesinin pencerelerinde beyaz tabelalar ve üç tanesinde de parlak ve yeni kapı kollarıyla kilitli kasa vardı.
Relva por cortar, sem carro, duas com placas na janela, três com maçanetas novas na porta.
O, çok ateşli ve parlak!
Ela é super gira e brilhante.
- Beni çağırıyorlar Cosima. Önünde parlak bir gelecek var.
Cosima, espera-a um futuro brilhante.
Birkaç yıl önce parlak bir çocuktu.
Há alguns anos. É um rapaz inteligente.
Parlak mavi gözlü biri?
Olhos azuis brilhantes.
Çünkü bir oyuncak kasabada, herşey parlak ve harika kalır, tam istediğim gibi.
Porque numa cidade de brinquedos, tudo permanece brilhante e maravilhoso, tal como eu quero.
Çok parlak.
Brilhante.
Gece gündüz demeden Parlak Dağ üssüne gidip gelirdi.
Foi ele que conduziu todo o dia e toda a noite até à base da Montanha Brilhante.
Hadi bu parlak ışıklardan kaçalım.
Vamos fugir destas luzes brilhantes.
Daha büyük bir giriş, içeriye daha fazla ışık girmesini sağlayarak daha parlak bir görüntü sağlayabilirdi. Fakat odağı kayık olurdu.
Uma abertura maior teria deixado passar mais luz, criando uma imagem mais clara, mas desfocada.
Senatör Wilton doğal gaz endüstrisinin en parlak destekçilerinden biridir.
O Senador Wilton era um dos maiores apoiantes da indústria de gás natural.
Bak Max, O da senin parlak zırhlı şovalyen.
Olha Max, é o teu cavaleiro de armadura brilhante.
Parlak çubuğunu al ve evine dön.
Pega na tua vara luminosa e vai para casa.
En parlak çaginda Britanya imparatorlugu insanligin bildigi en muktedir güçtü.
No seu apogeu, o Império Britânico era a força mais poderosa que a Humanidade alguma vez vira.
"Parlak sarı, küçük arı. Şimdi ışığı söndü."
O amiguinho amarelo fluorescente agora ficou dormente. "
Başka parlak fikrin var mı?
Tem alguma ideia brilhante?
Şimdi parlak fikrin var mı kardeşim?
Alguma ideia brilhante agora, pequeno irmão?
Vermeyecektim ama bu parlak bir planım olmadan önceydi.
Não o ia fazer. Mas, isso era antes de me ter lembrado de um plano brilhante.
- Çok parlak, çok yeni.
Demasiado brilhante, demasiado novo.
kendisi devamlılığını tanıklık ritim, tabi bütün gücü tavana penceresinden, kapıdan köşesine, Eğer kapatmak parlak açılış, karanlık. "
O ritmo que projecta a partir de si próprio a continuidade sujeitando tudo à sua força, da janela à porta, do tecto ao soalho, luminoso quando se abre, escuro quando se fecha.
eğer o benim gördüklerimden önceyse, baktığım bir çok elmastan parlak olması gibi seninki de öyledir... ama ben onun üstün olduğuna inanmıyorum.
Se ela ficasse perto de outras que conheço, assim como esse teu diamante que brilha mais que todos que já vi, eu não deixava de acreditar que ela é melhor que muitas.
40 bin yıllık insan nesli boyunca parlak bir kuyrukluyıldızın ortaya çıktığına kabaca 100 bin kez tanıklık edilmiş olmalı.
Durante as 40 000 gerações da humanidade, devem ter ocorrido, grosso modo, 100 000 aparições de um cometa brilhante.
Eski Yunanlı gökbilimcilerin en parlak yıldızlarla ilgili gözlemlerini inceledi. Aynı yıldızlara dair 1800 yıl sonraki kendi gözlemlerini bu eski gökbilimcilerin gözlemleriyle kıyasladı.
Ele debruçou-se sobre as observações feitas pelos antigos astrônomos gregos das estrelas mais brilhantes e comparou-as com as observações feitas por ele próprio, das mesmas estrelas, 1 800 anos depois.
Bu karanlık yıldızlardan birinin daha küçük, parlak bir yıldızın yanında olması durumunda küçük yıldız hiçbir şeyin etrafındaki bir yörüngede dönüyor gibi görünürdü.
Se por acaso acontecesse uma delas estar perto de uma estrela companheira, luminosa e menor, essa estrela iria parecer viajar numa órbita apertada em torno de nada.
Daha büyük olan yıldızın atmosferi bir kara deliğin etrafında dönen ve onun içine çekilen parlak ve sıcak bir akresyon diskine doğru emiliyor.
A atmosfera da estrela maior estava a ser sugada para dentro de um disco de acreção quente e luminoso que revoluteava em torno e descia em espiral para o interior de um buraco negro.
Dünya'nın yanlarında küçük kaldığı, kavis çize bu parlak gaz akıntıları Güneş'in yüzeyi altındaki manyetik kuvvet çizgilerinden fışkırırlar.
Aquelas enormes correntes curvas de gás incandescente que enfezam a Terra, são guiadas por linhas de força magnéticas que emanam de debaixo da superfície do Sol.
Buz, Yeryüzü'ndeki en parlak yüzeyken açık okyanus suları en karanlık olandır.
O gelo é a superfície natural mais brilhante da Terra, e as águas do alto mar a mais escura.
Çenesi biraz parlak gibiydi.
Tinha uma cicatriz no maxilar.
Roman, sen parlak bir genç adamsın.
Roman, és um jovem inteligente.