English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Turc → Portugais / [ S ] / Sarıl

Sarıl traduction Portugais

5,646 traduction parallèle
- Babacığım, sarıl bana!
Papá, abraça-me!
- Sarılırdım ama unutma, halı sıcak lav şu an.
Até te abraçava, mas lembra-te :
Sarıl bakalım.
Dá-me um abraço.
O bana sarılınca da uyuyamıyorum.
Não consigo dormir, quando ele me abraça.
"Dostum kız şikâyetçi değil, sen de sarıl." dedim.
Eu digo : "Ela não vai apresentar queixa. Abraça-a também."
Fotoğrafı çekmek üzereyken Martin'e sarılıp şöyle dedi :
Eu estou a preparar-me para tirar a fotografia e ela está a abraçar o Martin e diz :
Benim için sorun yok. Ona sarılmamın sorun olmadığını söylemişti. Çünkü hızlı sarılırım.
Não necessariamente o meu, porque, se tentar abraçá-lo, ele aceita, visto que lhe dou um abraço rápido de irmãos, tipo :
Bunu yapamazsın. 30 yıl sonra gelip sarılmamı bekleme. "
Não podes aparecer após 30 anos e esperar abraçar-me. "
Sarıl bana.
- Como estás?
İki defa tıklatırsan, sıkı sıkı sarılırım.
Tratarei bem de si.
Sana sarılıp veda ettim ve sonra da...
Abracei-te para te dizer adeus e depois dissemos...
Sarılır mısın?
Tu podes...
Lütfen sarılır mısın?
Podes, por favor?
Birbirimize sarılıp sıcak çikolata eşliğinde Evil Dead izleyeceğiz.
Enroscadinhos a beber cacau quente e a ver A Noite dos Mortos Vivos.
Bir adam ağaçlarla sarılı bir yerde oğluyla evlenebilsin diye. Böylece kimse anlamaz.
Para um homem casar com o seu filho num estado com árvores suficientes à volta para que ninguém consiga ver o que se passa.
Dr. Yang, size sarılırdım ama- -
Dr. Yang, eu abraçava-a, mas... Respire.
- Kement gibi nasıl sarılır ki?
Como é que se faz um laço com aquilo?
Hamburgere sarılı reçelli bir çörek.
Um donuts de geleia em volta de um hambúrguer.
Sen de ona sarıl.
Dá-lhe um abraço.
Bir şey derinden kestiğinde teselli edici klişelere sarılıyor.
Quando alguma coisa corta muito fundo, ele socorre-se de confortáveis "clichés".
"Sarılıp dönelim" demek istedin galiba.
Acho que querias dizer Kumbaya. - Filme errado.
Neyse fark etmez, sarıl bana.
Não importa. Quero um abraço.
Denize düşen yılana sarılır.
Tempos desesperados exigem medidas desesperadas.
Genelde bıçak ve tabancaya sarılırlar.
Normalmente agarram logo nas facas e pistolas.
Sarıl ve yuvarlan!
Abraçar e rolar!
Şu an bu herif yaşıyor diye birbirimize sarılıyoruz.
Agora abraçamo-nos porque ele está vivo.
Geceleri sarılıp ısınabileceğim bir şey.
A minha própria botija de água quente para me enroscar à noite.
Ev bomba tertibatı ile sarılı ise ve suçlular ölümü göze aldılarsa içeri girersek rehinelerin çoğunu kaybederiz.
Fui eu. Eu fiz as chamadas.
Sen dışarıda canavarlarla savaşırken ben burada tıkılıp kalıyorum diye moralim bozuk.
Só estou chateado por estar preso e escondido enquanto tu andas à luta contra os monstros.
Oraya oturuyor, birkaç yıl önce Noel'de aldığım kulaklıkları takar. Lanet stüdyo butonuna basar. Ve dışarıdaki tüm sesi keser.
Ele senta-se ali, põe os auscultadores que lhe oferecei no Natal há alguns anos, uns Beats com o raio de um botão de estúdio e elimina todo o som.
Diğer arayanların içeride onu bulmadıklarından nasıl bu kadar eminsiniz? Çünkü onları dışarıda gördüm.
Como sabe que a outra parte ainda não o encontrou lá dentro?
Rachel, o gece dışarı çıkmamış, veya başka yoldan gitmiş olmalarını veya diğer binlerce olasılığı kaç defa düşündüm bilemezsin. Bunların dışında sadece tek bir şeyi, tek bir şeyi asla düşünmedim.
Rachel, tu fazes ideia de quantas vezes eu já desejei que eles não tivessem saído naquela noite, ou vindo por outra estrada, ou qualquer uma de milhares de outras opções?
Çünkü ben bazılarımızın aksine sahada ve dışarısında nasıl davranacağımı biliyorum.
Porque eu sei tratar das minhas coisas, pessoais ou profissionais, ao contrário de alguns nesta sala.
Nasıl oluyor da dışarıda serbestçe dolaşabiliyorsun?
Como raio caminhas nesta estrada como um homem livre?
Şu "Dünyanın sonu" meselesini çözdükten sonra ve Irisa normale döndüğünde sana bunun karşılığını ödemekle kalmayacağım, seni dışarı çıkarıp iyi vakit geçirmeni ve sarhoş olmanı da sağlayacağım.
Assim que tivermos saido deste fim do mundo, e a Irisa ter regressado ao normal, não sou te pago com juros, como te levo a sair, para te animares e embebedares.
Mm, evet. Kızıl saçlı ve sarı tulumlu bir kız görüyorum.
Vejo uma miúda ruiva e um fato macaco amarelo.
Her neyse, ben neyi bilmek istiyorum, üzerinde ceket olmadan bu havada nasıl dışarı çıkabiliyorsun?
O que quero saber é como é que sais sem um casaco com este tempo?
Dışarı çıkmayı nasıl başardın?
Como conseguiste sair?
Bir yıl önce sarışın bir kız kapıma geldi.
Uma miúda loura apareceu há um ano à procura de emprego.
Çünkü dışarıdan bakılınca Alec seni satın almış, tasmanı da takmış gibi görünüyor.
Verdade? Porque aqui de fora, parece que o Alec te comprou e pôs-te uma coleira.
Tabi, tabi. Ama ateş edenin zihninde bunlar birbiriyle bağlantılı. Kafasında sesler duyan kişiler bunları dışarıdakilerle bağdaştırmak ister.
Certo, mas, na cabeça do atirador... estão interligadas, as pessoas que ouvem vozes... tentam encontrá-las em fontes externas... ondas de rádio, raios x, frequências extremamente baixas... radiações, mas, para o atirador, representam versões da mesma coisa...
" Alan üzerinden şarj, ve bir dere kenarına bıraktı karahindiba ve ormanda, sabah esintisi ile devam onu ​ ​ güzel teller aracılığıyla fısıldayan Sarı saçlar :
" A carrego pelo campo, os dentes de leão e as madeiras continuam com a brisa da manhã, e deixou-a perto de um riacho, a sussurrar através dos seus belos fios de cabelos amarelos :
Ben o 10 yıl boyunca bilseydim bir dejenere lanet olduğunu biliyorum... onu o pencereden dışarı atıldı.
Sei que é um maldito degenerado que havia conhecido há 10 anos... quando tinha-lhe atirado pela janela.
Onu nasıl dışarı çıkaracağız?
Como é que o tiramos de lá?
Dışarıda işler nasıl gidiyor bakalım?
Como vai tudo aí fora?
Bir köpek nasıl olur da dışarıda yaşayamaz?
Que raio de cão não consegue viver no exterior?
O sıralar çok uzun saçım vardı, sarışın ve çok uzun. Ve o büyük bir sakala sahipti, kızıl saçlı ve sarışındı.
Naquela altura, eu usava o cabelo muito comprido, muito comprido e muito louro, e tinha uma grande barba arruivada.
Beni nasıl dışarı çıkarttı?
Como é que ele conseguiu tirar-me daqui?
Anladın mı, benim asıl planım,... dışarı çıkmaktı.
Sabes, o meu plano verdadeiro era que saíssemos.
Bill, öğrencilere, kızının sizi kurtarmadan önce dışarıda hayatın nasıl olduğunu söyle.
Bill, diga aos alunos como era a vida lá fora, antes da vossa filha, os resgatar.
Sürekli dışlanmışlardan olmanın, pencereden dışarı bakıp da sırf onlar izin vermediği için sahip olamadığın onca şeyi görmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsun sen.
Não sabes como é viver sempre à parte, a veres de fora tudo o que nunca poderás ter, porque eles assim o dizem.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]