Unico traduction Portugais
26,913 traduction parallèle
Tek adam benim.
Sou o único homem.
Dünyanın benim için durduğu tek yer burası.
Este é o único lugar onde o mundo fica parado.
Neden hiç kız ya da erkek kardeşin olmadığını düşünüyordun?
Porque pensas que és filho único?
Hâlâ tek çocuk kalmayı kafamda oturtmaya çalışıyorum.
Ainda tento aceitar que sou um filho único.
- Elimden gelen tek yolla konuşurum.
Falo do único modo que posso.
Sadece sen değilsin.
Não foste o único.
Tek problem ise diğer kız kardeşim Yvette içerdeyken bunu yapıyor olmalarıydı.
O único problema foi que a nossa outra irmã, Yvette, ainda estava lá dentro quando o fecharam.
Evet ama eğer durum kötüye giderse Bonnie'nin öldürmek istemeyeceği tek kişi benim burdaki tamam mı?
Sim, mas se isto der para o torto, serei o único que a Bonnie não quererá matar quando me vir, está bem?
Tek sorun ise kapıların kilitli olması. Bu yüzden açmak için sizin yardımınıza ihtiyacımız var.
O único problema é que estas portas estão trancadas, portanto, vamos precisar da tua ajuda para as abrir, está bem?
"The Price Is Right" ı yıkıp geçmemden sonra Amerika ya da Meksika'daki hiçbir yarışma beni kabul etmez ki bu arada en sağlam yarışma da odur.
Nenhuma competição nos EUA ou México quer receber-me, já que arrasei no "Preço Certo", que, aliás, é o único programa íntegro.
Şu anda ameliyat için elimizde olan, 800 km çevredeki tek kan.
O sangue que tínhamos para a cirurgia era o único em 800 quilómetros.
Yani ondan kurtulmamızın tek yolu... -... beynini hacklemek.
O único modo de tirar dele é hackear-lhe o cérebro.
Tamam, bir tek şapkası olan benim biliyorum ama şapkalarınıza sahip çıkın çünkü bu adamın profilini... -... tozu dumana katıp çıkartacağım. - Tünaydın.
Sei que sou o único que usa chapéu, mas segurem os chapéus, porque vou traçar o perfil deste tipo.
Burada tek mantıklı düşünen ben miyim?
Serei o único a pensar de forma racional aqui?
Tanrı dünyayı yaratmak için kendi ırkından, Karanlıktan vazgeçti.
Para criar o mundo, Deus teve de abdicar do seu único parente, a escuridão.
Tanımlamanın en güvenilmez olanı, görgü tanığıdır.
O único e menos confiável método de identificação, testemunha oculares.
Bir tane bile testis görmedim.
Nunca vi um único testículo.
O adama tek şampiyonluğu ben kazandırdım.
Eu venci o único título estadual dele.
Tattığım tek domuz, çenemi yeniden yapmak için kullandıkları domuz kıkırdağı.
O único porco que saboreio é esta cartilagem que usaram para reconstruir o maxilar.
Yapabilecek tek kişi o.
Ele é o único.
Howard'ın izliyorduk ama nedense farlarını kapatıp tek yönlü yola girdi.
Estávamos a seguir o Howard, mas por algum motivo, ele desligou as luzes e foi para uma via de sentido único.
Eksik olan tek parça bir tür sabitleyici.
O único item em falta é um tipo de estabilizador
Ben yani Citizen V, artık elinizde kalan son kahramanım.
Eu, Cidadão V, sou o vosso único herói que resta.
Şunu bilin, geçit bir kez kapandı mı geri dönüş yolunu bulmak için tek çaremiz Agamotto'nun Gözü'nü bulmak olur.
Fiquem avisados, assim que o portal se fechar... o único caminho de volta é encontrar o Olho de Agamotto.
Herkesinki farklıdır.
Cada pessoa tem um único.
Tek düşüncem seni düzeltmekti, kurtarmak.
O meu único pensamento foi curar-te, salvar-te.
Şimdi tek sorun karbüratör.
Agora, o único problema é o carburador.
Louis Bowman tek şüphelmizdi.
O Louis Bowman era o nosso único suspeito.
Ülkede bunu yapan tek eyalet burası.
O único estado do país a fazê-lo.
Borcunuzdan Jared'a düşeni üstüne almak ucuz olmazdı ama en değerli mülkünüzün tek sahibi olarak alacağın paranın yanında bir hiç sayılırdı.
Ficar com a parte da dívida do Jared não seria barato, mas não seria nada em comparação com o que ganharia como o único dono da propriedade valiosa.
Evet oldum. Butch'ı, benim sigortamda hak sahibi yaptıktan hemen sonra.
Sim, logo depois de tornar o Butch o único beneficiário do meu seguro.
Tabii ya, Bronx'taki en dürüs adam sensin!
Sim, é o único homem honesto no Bronx.
Ve yapabilecek tek kişi sensin.
Temos que combater essa mensagem. E você é o único que o pode fazer.
Sonraki 160 kilometredeki tek mola noktamız.
É o único local de paragem num raio de 160 km.
Peng'in tek destroyeri artık bana ait.
O único contratorpedeiro do Peng agora pertence-me.
Tüm dehalarına rağmen ulusumuzun kurucuları tek bir virüsün sadece ülkemizin değil dünyanın % 90'ını yok edeceğini tahmin edememişler.
Em toda a sua genialidade, os nosso Pais Fundadores não teriam conseguido imaginar um dia onde um único vírus eliminaria 90 % não apenas dos nossos compatriotas... mas... da nossa espécie.
Zadie'nin yalan ifadesinden dolayı, Wallace yeni bir dava açıImasını ve Brian'ın tek yargılanmasını isteyebilir.
Agora, por causa do falso testemunho da Zadie, o Wallace pode pedir um novo julgamento com o Brian como único assaltante.
Tüm bunlar ve bu DSP yongası toprakaltındaki verinin % 100 netlikteki görüntüsünü alabilmemizin tek yolu.
Tudo isso e este chip DSP... Único modo de obter imagens dos dados subterrâneos com 100 % de clareza.
Sinirli bir yaratıkla savaşı kazanabileceğinizi mi sanıyorsun?
Achas mesmo que um único caso de "raiva" irá ganhar a guerra?
Turnbull'un ele geçireceği tek yer, soğuk ve karanlık bir hücre olacak.
O único território que Turnbull vai reclamar será um fria e escura cela de prisão.
İşte bu yüzden tek çocuk olduğuma seviniyorum.
É por isso que estou feliz por ser um filho único.
Yani Wally'den başka bir tek ben mi bu fikri güzel buluyorum?
Além do Wally, sou o único que pensa que isso é uma boa ideia?
Şehrin güvenlik kameralarına bir tek STAR Labs'in erişimi yok.
O Star Labs não é o único com acesso às câmaras de segurança da cidade.
Bu tehditleri durdurabilecek kadar hızlı tek kişi de benim.
Sou o único rápido o suficiente para impedi-las.
Barry'nin teorisindeki tek sorun, direkte parmak izi yoktu.
E o único problema na teoria do Barry é que não encontraram impressões digitais no poste.
Böyle durumlarda tek gerilen sen değilsin.
Não és o único que fica nervoso.
- Bir haber üzerinde çalışıyordum ve bildiğim kadarıyla insanlara yardım etmek için süper hız ve kırmızı kostüm şart değil.
- Estava a trabalhar. E não és o único que pode ajudar os outros.
- Onu bir tek sen görebiliyorsun.
Eras o único que conseguias vê-lo?
Alchemy nerede? Ben bir tek Alchemy'nin hizmet ettiği Karanlıklar Efendisi Savitar'dan korkarım.
O único que temo é aquele a quem o Alquimia serve, o Senhor da Escuridão, Savitar.
Sorun değil. Zaten bana doğruları söyleyen tek kişi sensin.
Deves ser o único que me fala a sério por aqui.
Cehennemdeki 5 seneden sonra evime tek bir amaç için geldim.
Depois de cinco anos no inferno, voltei para casa com um único objectivo.