Velho traduction Portugais
30,269 traduction parallèle
Elveda eski dostum.
Adeus, velho amigo.
Kilisenin olmadığı bir kasabada böyle birisi gerekir. Ama Wyatt bir et hırsızın günahlarını bizim Rahip Auggie'ye itiraf ettiğini öğrendi.
Numa terra sem igreja fazia falta, mas o Wyatt soube de um ladrão de gado que confessou os seus crimes ao velho Auggie.
- Eski toprak seni!
- Meu velho filho da mãe.
Eski batıda kaynaklar kıtmış. İnsanlar açlıktan ölüyormuş.
As pessoas passavam fome no Velho Oeste.
- Yaşlı Dave'i gördüğünde de ki, kasabada yeni bir şerif var.
- Quando vires o velho Dave, diz-lhe que há um novo xerife na cidade.
O sakallı yaşlı adamın inanmanı istediğinden çok daha büyük güçleri var Yazar'ın.
O poder do Autor é muito maior do que aquele velho barbudo te fez crer.
Killian için yeterince iyi olup olmadığımı anlamaya çalışacağın korumacı bir ağabey konuşması mı olacak?
Isto é um discurso de irmão mais velho protector para certificares-te que sou a pessoa certa para o Killian?
Yaşlı Ak Sakallı doğru söylüyordu sanırım.
Ao que parece o velho de barba branca disse a verdade.
Neden Ashley'yi unutup, şuraya uzanmıyor ve ihtiyar Brock'a istediğini vermiyorsun?
Por que não esqueces o Ashley e deslizas até aqui para dares um docinho ao velho Brock?
O kart horoz mu?
Aquele velho abutre?
Annen eskiden Balta Elli'yle yatmamış mıydı?
A tua mãe não chegou a andar com o Velho Mão de Machado?
İlk ben başlıyorum. Kısa bir süre önce içinde bir sürü bira kutusu ile ürkünç bir kitap bulunan krem rengi 73 model bir Delta 88 çaldım.
Recentemente, roubei um Delta 88 Oldsmobile creme de 1973 com uma data de latas de cerveja rasca nas traseiras e um livro velho assustador.
Parçalama yaptıkları eski alana gidip işimi halledeceğim ve dönerken seni yoldan alacağım.
É por isso que sabes que tenho de fazer isto sozinho. Só tenho de encontrar o velho Demolidor, tratar das coisas e volto a encontrar-te num instante.
- Eski bir deyiştir.
- É um velho ditado.
En son bana el kaldırdığında bizim peder beyin başına bu gelmişti işte.
Foi o que aconteceu com o meu velho da última vez que ele pôs as mãos em mim.
Küçüğünü gözeten büyük kardeş.
O mais velho a cuidar do mais novo.
- Sen ihtiyarsın.
- Tu és velho!
Ben de şimdi sana, burada hikâyenin palavra olduğunu anlatacağım.
E direi, agora mesmo, que a tua história é só treta. O teu Martini é só treta. Esse truque é o mais velho do mundo.
Abim Oscar ve güzel eşi Jessica'yı karı koca olarak ilk dansları için sahneye davet ediyorum.
O meu irmão mais velho, Oscar, e a sua linda noiva, Jessica, podem vir aqui para a primeira dança como marido e mulher?
Bana iyi hizmet ettin eski dost.
Serviste-me bem, velho amigo.
Çok yaşlı ve bunalımdaydı.
Ele era muito velho e estava deprimido.
Selam eski dostum.
Olá, meu velho amigo.
Ah, eski dostum, yerfıstığı şekeri.
O velho e saboroso amendoim quebradiço.
Hem de ne bıcırık. Hele yaşlı Gil'e bak, bebek de tutarmış.
Ei, vejam o velho Gil a segurar um bebé.
Eşi ve çocuklarının önünde tekmelenerek öldürülmüş yaşlı bir horozdan yapılma Şaraplı Tavuğumuz var.
Temos um coq Au vin feito de um galo velho que foi pontapeado até à morte na frente da sua mulher e filho.
Yaylan bakalım moruk.
Vai-te embora, velho. Viste?
Biliyorum. İnan bana, öyle.
- Isso já está a ficar velho, Beckett.
- Çok eski.
Velho.
Castle, haklısın.
- Muito velho. - Obrigado.
İhtiyar adamı işten atacaksın.
Você vai afastar o velho. Não vai?
Kızı da eski çalışma alanındaki laboratuvara götürün.
E levem-na para o velho laboratório.
Artık vedalaşma vakti geldi eski dostum.
E agora é tempo de dizer adeus, velho amigo.
Eski bir dost bir defasında bana çok yardımı dokunan bir şey söylemişti.
Um velho amigo disse-me uma vez algo que me deu grande conforto.
Gerçekle yüzleşmek istemeyen aptal, yaşlı bir adam gibi davrandım.
Eu era um velho tonto que não queria encarar a realidade.
Liseden eski bir arkadaşımdır.
É um velho amigo do liceu.
Vahşi Batı'da değiliz.
Não estamos no Velho Oeste.
Boktan bir araba aldım. Ülkenin öbür tarafına geçmeyi başadım.
Comprei um chaço velho e consegui atravessar o país.
Çünkü eminim Yaşlı Non Enişten, neredeyse artık, kendisiyle gurur duyuyordur.
Aposto que onde quer que ele estiver, o velho tio Non está a sentir-se muito bem consigo mesmo.
Claude eşi Dük Boinel olacağı için çok şanslı. Peki biraz yaşça büyük olsa bile.
A Claude será uma felizarda por ter o Duque Boinel como marido, mesmo que ele seja um pouco mais velho.
! Yaşlı ve sıkıcı olman kötü zaten ama bir de eşini döven biri misin?
Já é mau que sejais velho e chato, mas também bateis em mulheres?
Brandon'dan çok az daha büyük.
Mais velho que o Brandon, mas não muito mais.
Eski arkadaşının oğlu olabilir mi baba?
Não acha que ele possa ser o filho do seu velho amigo, pois não, Pai?
Armand'ın büyük oğlu.
O filho mais velho do Armand.
Çek git, moruk.
Desaparece, velho.
Neden hâlâ yaşlı adamı beceremedin?
Porque não estás a comer o velho?
Yaşlı Freddy'nin halen yapabileceğini.
Podes comer o velho Freddy.
Bu yaşlı demek.
- Isso quer dizer velho.
- Yaşlı ya da genç?
- Mais velho, mais novo?
Takvime göre yaşı büyük.
É mais velho no calendário.
Sen benim ağabeyimsin. Benim hakkımda nasıl böyle konuşursun?
És o meu irmão mais velho, É assim que falas de mim?
- Eskimiş ve felaket bir birleşime sahip olan hibrit araç kullanıyorum.
Eu conduzo um híbrido que é uma combinação de velho e horrível. Próxima chamada.