Yaşamın traduction Portugais
7,194 traduction parallèle
- Yaşamını O'na adadığını biliyorum.
- Sei que vives em serviço dela.
Sona erdireceğin yaşamın yanında bunların hepsi anlamsız kalır.
Todas essas coisas são sem sentido como a vida que está a ponto de extinguir.
Ama anne olmasam bile hala çocuğumun yaşamının bir parçası olmak istiyorum.
Mas, mesmo que eu não seja a mãe, ainda quereria fazer parte da vida do meu filho.
Baba tüm ailesinin üstüne yatarak onların yaşamını kurtarmıştı.
O pai deitou-se sobre a família toda e acabou por salvar a vida deles.
On itfaiyeci yaşamını kaybetti.
Morreram dez bombeiros.
Bir adamın yaşamını, saygınlığını elinden alarak yeterince zorlarsan inanması oldukça kolaylaşır.
Bem, se provocam um homem o suficiente durante muito tempo, se lhe tiram o sustento, a dignidade, torna-se muito mais fácil de acreditar.
- Margaux ile yaşamınızda iyi şanslar.
- Boa sorte para a mudança com a Margaux.
- Hayır. Ama genç bir muhabir olarak "Daily News" için gece yaşamını izlerken ününüz elbette ziyafet malzemesiydi.
Mas tirei bom proveito da sua reputação quando era jovem e escrevia a crónica social para o "Daily News".
Gezegenimizdeki tüm yaşamın başladığı yer burası zaten...
Foi aqui que a vida começou no nosso planeta.
Sana her şeyini veriyor. Parasını, zamanını, tüm yaşamını!
Ela faz tudo por ti e tu custas-lhe os olhos da cara?
Bir bireyin yapacakları diğer insanların yaşamını yitirmesine neden olacaksa.
Ela devia ver que a acção de um indivíduo, ia resultar na perda de outras vidas.
20 yıl içinde, dünya üzerindeki yaşam antik Yunanlıların yaşamına benzeyecek.
Durante 20 anos, a vida na Terra há-de vir a assemelhar-se com os antigos mitos gregos.
Savaşmak, bizim geldiğimiz yerde bir yaşam tarzıdır ama Alcide, sadece savaşmanın hatırına savaşmazdı.
Lutar era um modo de vida de onde nós vinhamos, mas o Alcide, ele não lutava apenas pelo prazer de lutar.
Ya onların yaşamı bir yerde kesişiyorsa? Sadece gerçek bir anlamda kesişmiyorsa?
E se as vidas deles se cruzam, só que não...
Hayatını yaşamıyorsun.
Não vives... em pleno a tua vida.
Bankaya bu kadar borçlanana kadar bir şey yaşamış sayılmazsın.
Não se vive a sério até se dever isso aos bancos.
Ne zamana kadar buralardasın? Aslına bakarsan, artık burada yaşamıyorum.
Se a procuradora quiser falar, até quando vais ficar na cidade?
- Hepsi şehir sınırları içinde yaşamış.
- Moram nos limites da cidade.
Çok korkunç bir travma yaşamışsın.
Passaste por um trauma terrível.
Zengin olmadığımı ve yaşam standartlarımın düşük olduğunu söyleyebilirim.
Claramente não sou rico e tenho padrões baixos.
Ve Tanrı'nın rızasıyla, ortada masum yeni bir yaşam var.
E queira Deus, há uma nova vida inocente.
Eğer bir tek yaşam, birçoklarını kurtarıyorsa cevabın bellidir.
Se uma vida salva mais, já tendes a resposta.
Yaşam gücün şimdiden bağını kopardı.
A tua força vital já está desconectada.
10 seneye yakın Okinawa'da yaşamış.
Ele morou em Okinawa durante quase uma década.
Kuzey Carolina doğal yaşam sığınağı yakınında yapılan yeni bir elektrik santralini durdurmaya çalışıyormuş.
Tentou impedir a construção de uma fábrica na reserva na Carolina do Norte.
Eğer bu karınla benim aramda bir yaşam mücadelesiyse, karının canı cehenneme.
Se é uma escolha entre a vida da tua mulher e a minha, que se lixe a cabra.
Ona dairemizin sarmaşıkların yaşam alanı olmasından sonra Tenzin'in bizi burada kalmaya davet ettiğini söyledim Ama işine odaklanması gerektiğini söyledi.
Disse-lhe que o Tenzin nos convidou a ficar cá já que o nosso apartamento está cheio de cipós, mas disse que precisava de se concentrar no trabalho.
Yuhanna İncili'nde onuncu bölümün onuncu ayetinde, İsa der ki "Ben herkes yaşamı tam mânâsıyla yaşasın diye geldim."
Em João 10 : 10, Jesus diz-nos, "Eu vim para que tenham vida, e a tenham plenamente."
Tanrı'nın bizi suretinde yaratmasının tek bir sebebi var o da, onu bizzat tanıyabilmemiz ve neşe içinde yaşam sürebilmemiz için.
Deus criou-nos à sua imagem por apenas uma razão. Para podermos conhecê-lo pessoalmente e termos uma vida repleta de alegria.
İyi niyet göstergesi olarak aile fonlarını kullanıyorum ve sana onlarca sene yetecek kadar para bağlıyorum zira yaşam tarzımızı çok sevdiğini biliyorum.
Como sinal de boa fé, acedi a fundos familiares para lhe fazer uma oferta que deverá durar várias décadas, visto que sei o quanto cobiça o nosso estilo de vida.
Seni sevdiğime inan... Jimmy'nin layığını bulduğuna, yaşamımıza devam edeceğimize inan.
Acredita que te amo, que o Jimmy teve o que merecia e que temos de avançar com as nossas vidas.
Yakın zamanda seni Clark'a romantik yaşamı hakkında yardım ederken duydum ve merak ediyordum, acaba bana da bu kısımda yardımcı olur muydun?
Recentemente ouvi dizer que tu tens estado a ajudar o Clarke com a vida amorosa dele. E eu estava a perguntar-me se tu poderias ajudar-me nessa área, também.
Bilirsin işte, yaşamımı babamı seyrederek, ateşle savaşmanın nasıl olacağını düşleyerek geçirdim.
Passei a minha vida toda a inspirar-me no meu pai, a imaginar como seria a vida de um bombeiro.
Gecekonduların birinde yaşamıyorsun.
Não vives num buraco infecto.
Yaptığın şeyin senin için yeterli olduğunu biliyorum ve uzlaşmaya varmak senin yaşam biçimin.
Eu sei o que é necessário para você fazer o que faz. E comprometer-se a cada passo da vida, não é forma de encarar a lei.
Bir yerin yaşam hatlarını patlatıp onlar hasarı onarmaya çalışırken de elektronik olarak içeri sızma olayı.
É quando bombardeias as fundações de um sitio e depois infiltras-te electro - nicamente durante o restauro.
Nolan babamın telefonunu "hack" leyip iş yaşamı kayıtlarına baktı.
O Nolan pirateou os registos telefónicos e de funcionário do meu pai.
Şimdi göründüğü üzere pijama giyiyorum ama son zamanlarda serseri yaşam tarzını benimsedim ve pijama da insanın uyku pantolonudur yani.
Normalmente, eu uso pijama, mas adoptei recentemente um estilo de vida de mendigo e o pijama são as calças de dormir do Homem.
Halo ile tanışın. Sağlık ve yaşam uzmanınız.
Conhece a Halo, o teu oráculo de saúde e estilo de vida.
Yaşam veya S.H.I.E.L.D. üssü ya da burada kıçımızın donmasına değecek herhangi bir şey bulamadı.
Não há sinal de vida, de uma base da SHIELD ou de algo por que valha a pena congelar o traseiro.
Annem her zaman korkmamalısın çünkü aynı sen doğmadan önceki yaşam gibidir derdi ki bu o kadar da kötü değil, değil mi?
- Ah, pois... A minha mãe sempre disse que não devia ter medo porque será como era antes de ter nascido. - Não é nada mau, pois não?
Anladığım kadarıyla, Mycroft'la bir süre bir ilişki yaşamışsınız.
Pelo que eu soube... você e o Mycroft envolveram-se durante um tempo.
Senin payın mı? Burada, komün yaşam olduğunu mu sanıyorsun?
O quê, pensa que está a falar com um amigo?
14. yüzyılın sonlarında yaşamış bir sanatçı.
É um artista do final do século XIV.
Yaşam destek ünitesine balayın.
Mantém-na nas máquinas.
Bombanın etkisi ile 18 kişi öldü. Bir düzinesi de üst katta yaşam mücadelesi veriyor.
18 pessoas morreram naquela explosão, outra dúzia luta pela vida lá em cima.
Bir süre sonra hayatını daha önce sahip olduğun yaşamı bir dizi inci gibi üzerine titreyip değer verdiğin şeyleri unutursun.
Tu esqueces a tua vida após algum tempo... a vida que tinhas antes. Coisas que valorizas e prezas são como pérolas num colar.
Kurbanların coğrafik profilini çıkardım da hepsi aynı 2.65 mil karelik çevrede şehrin kuzey kesiminde yaşamış.
Pessoal, fiz um perfil geográfico das vítimas e elas trabalham e moram num raio de 4 km, na parte norte da cidade.
Yaşamımızın sadece bir yol fiziksel formdaki ruhani bir yolculuk olduğunu biliyorum sırf kardeşinin bizimle olmaması aramızda olmadığı anlamına gelmez.
Sei que isto é apenas um caminho onde estamos, uma jornada espiritual numa forma física, e, só porque a sua irmã não está connosco não significa que não esteja entre nós.
Yaşam tarzını mı?
Um modo de vida?
Komplocu kendini arkadaşlarından ve komşularından tecrit edip gizli bir yaşam sürer! Dindar toplumun bir parçası gibi davranarak yasaların ve paylaşılan değerlerin topluluğunu bile devirmeyi planlar.
O conspirador esconde-se de amigos e vizinhos e vive uma vida secreta, fingindo fazer parte da comunidade de homens temente a Deus, a comunidade de leis e valores partilhados, ao mesmo tempo que planeia a sua ruína.