Zorundaydın traduction Portugais
1,115 traduction parallèle
Bilgisayarda ekstra iş yapmak zorundaydın sanki.
Tinhas que ser tu a fazer o trabalho extra no maldito computador.
Seçim yapmak zorundaydın.
Tem de fazer uma escolha.
Her aramada en fazla 15 saniye harcamak zorundaydın.
Espera-se que passe no máximo 15 segundos com cada chamada.
Ne yapmak zorundaydınız, efendim?
- O que o Sr. teve de fazer?
- Vermek zorundaydın.
- Fui obrigado.
Bir sürü güzel ceketin var. Niye bunu getirmek zorundaydın, anlamıyorum.
Com tantos casacos bonitos, por que trouxeste este?
Belden aşağını dinlemek zorundaydın.
Tinhas de dar ouvidos à tua pila.
Sen olmak zorundaydın
Tinhas de ser tu
Bunu bana söylemek zorundaydın.
Tinha obrigação de me ter dito.
Size gümüş tepside sunuldu ama hayır, siz haylazlar arabayla oynamak zorundaydınız.
Tiveram tudo de bandeja, mas tinham de se armar em espertos com o carro.
O yoldan düşmanlar geliyorlardı. Onlara saygı duymak zorundaydınız.
estive vendo se estava tudo bem... e deparámo-nos com uns desertores do sul aqui embaixo... que estavam levando café que não tinha destinatário.
Aynı çevredeydik. MGM'de çalışıyorsan MGM tarzına uyum sağlamak zorundaydın.
Quem não se adaptava ao estilo do estúdio era chamado à ordem.
Polis arabalarını ilk duyduğunda saklanmak zorundaydın.
Tiveste de te esconder quando ouviste os carros da polícia.
- Gerçek olduğunu varsaymak zorundaydın.
- Devias fazer de conta que era.
Lisede illa şirret olmak zorundaydın, şişman da olabilirdin.
Lamento, rainha do baile. Tinhas de ser uma cabra, na escola, não podias ter sido gorda?
Lisede illa şirret olmak zorundaydın, şişman da olabilirdin.
Tinhas de ser uma cabra, na escola, não podias ter sido gorda?
Aileni korumak zorundaydın.
Teve de partir para proteger a sua família.
Daha yeni bir sürü bomba vardı. Fakat sen 50'lilerin havasını yaşamak zorundaydın.
Havia várias bombas novas, mas tiveste de escolher o charme dos anos 50.
Ferengilerin ve insanların bir arada olma sebepleri yok ama sen Yıldız Filosu Akademisine gitmek zorundaydın.
Os ferengis e os humanos não têm nada a ver, mas tinhas de ir para a Academia da Frota Estelar.
Saldırmak ve sana iyi davrananlar da dahil herkese ihanet etmek zorundaydın.
Teve de atacar e trair todas as pessoas que foram boas para si.
Morina balıklarına yer açmak için kazmak zorundaydınız ve şarkıların hızı da kürek seslerinin ritmiyle ayarlıydı.
Para a posta entrar no sal, era preciso "abrir uma cova". Havia cantos que davam ritmo ao movimento das pás... acompanhando a cadência.
Sen ölümsüz olmak zorundaydın
Devias ter sido imortal
Bana vermek zorundaydın.
Tinhas de me dar.
Bu yüzden John hakkında bunları yazmak zorundaydım. Filmciliğin yazılmamış kurallarını sürekli çiğneyen yine de hep ayakları üzerine düşecek sihre adeta ilahi yeteneğe sahip çok zeki, "hepinizin canı cehenneme" diyen türden bir filmci.
Por isso tive de escrever tudo isto sobre o John, um brilhante cineasta que desprezava a todos, e que sempre violava todas as normas de conduta da indústria do cinema.
Ama Michael'ın amcası yüzünden sır olarak kalmak zorundaydı.
Mas tinha de ser segredo por causa do tio do Michael.
Birine söylemek zorundaydım, ve en yakın arkadaşıma söyledim, Naomi.
Eu tive que contar a alguém, e contei á minha melhor amiga, Naomi.
Tüm okulların tüm ev ekonomisi derslerinden.. .. koca dünyada..... benimkini bulmak zorundaydı sanki.
De todas as turmas de Economia Doméstica, em todas as escolas do mundo, e tinha de vir para aqui.
Jacob'ın sevdiğinin ben olduğumu söylemek zorundaydım.
Tive de lhe dizer que era em mim que o Jacob estava interessado.
Geri dönüp ne yaptığıma bakmak zorundaydım. Kendimi ve seni, yeni bir kadın olduğuma ikna etmeye çalışıyordum.
Tive que revisar umas mil vezes o passado, precisava saber por que convencer a mim mesma e a você de que tinha mudado.
Kusura bakmayın, Memur McClane. Kontrol etmek zorundaydım.
Desculpe, policial McClane, tive de checar.
Sigorta antlaşmasını korumak için seni göstermek zorundaydılar.
Eles têm de usar-te como exemplo para protegerem os seguros.
Adam artık her hafta Paulie'nin parasını getirmek zorundaydı. Ne olursa olsun.
Agora tem de pagar ao Paulie... todas as semanas, sem falta.
Ama film 40 milyon doların üzerinde gişe yapamazsa Francis bu parayı geri ödemek zorundaydı.
Mas o Francis irá ter de repor esse dinheiro se o filme não fizer 40 milhões de dólares ou mais.
Bizimle anlaştığı süre akıp gidiyordu. Onun çekimlerini üç hafta içinde bitirmek zorundaydık ya da çok daha maliyetli bir bütçeye ulaşacaktık. Bu yüzden sette tüm tayfa kameranın etrafında oturuyorlardı.
O tempo escoava-se naquele acordo que tinham feito. ou acabaríamos por ter um custo adicional excessivo. e o Francis e o Marlon a conversar sobre o personagem.
ona stanton u hala hayatta olduğuna... ikna etmek zorundaydım buğün beni öldürmeye çalıştın!
Tive que te convencer que stanton estava vivo. Você tentou me matar hoje!
- Sana göstermek zorundaydım. - Doğru olanı yaptın.
- Eu tinha que vos mostrar.
Hannah, Liesel ve güzel kuzenim Sofi. Flüt çalan, fotoğrafını yanımda taşıdığım. Artık yakınlarda bir yerde karanlıkta saklanmak zorundaydı.
Hannah, Liesel, e minha bela prima Sofi, que tocava flauta, e cuja foto eu levava e que agora se escondia no escuro em algum lugar por perto.
Yapmak zorundaydık Dave, adam şapşalın teki.
Tivemos de o fazer, Dave. Ele é um anjinho.
Ne olduğunu öğrenmek için, onun yaşadığını yaşamak zorundaydı.
Para saber o que acontecera à Diane ele teve que passar pelo mesmo.
Bu olaydan uzak durmak zorundaydı böylece Bajoran yandaşlarını tehlikeye atmayacaktı.
Teve de se afastar o mais possível deste incidente, para não pôr em perigo a sua rede de simpatizantes bajorianos.
Konu ile alakası olmayan bütün sayıları bilmek zorundaydım... rafta bulunan kitapların kaç sayfa olduğu gibi.
Tive que conhecer todos os números irracionais, como o número de páginas de cada declaração.
Mektubu açtınız mı? Zorundaydım.
E abriu a carta.
Eskiden büyük stüdyolar ve kodamanlarla muhatap olmak zorundaydınız.
Disse-lhe cem vezes que não quero ganhar prêmios.
Ümit ederim ki beni bağışlarsın. Sen ve ben arasında seçim yapmak zorundaydım ve... tabiî ki kendimi... seçtim.
Espero que aceites as minhas desculpas... mas tenho de escolher entre tu e eu... e é claro que escolho... eu.
Kızgınlığınızı anlıyorum, ama biz de önlem almak zorundaydık.
Compreendo o vosso rancôr, mas tivemos que que nos precaver.
Küçük kızımın güvenliğini sağlamak zorundaydım.
Tinha de manter minha rapariga segura.
- Yarın gitmek zorundaydı.
- Tem que sair de lá amanhã.
Bu durumda, arabasını bırakmak zorundaydı. Yokluğunda, arkadaşlarım kendilerine ziyafet çekebilirdi.
A segunda opção forçava-o a abandonar o carro onde os meus amigos Vou precisar de dois guardanapos.
Gemi kiminse, en kısa sürede gelip alacağını biliyorlardı bu yüzden çabuk hareket etmek zorundaydılar.
Eles sabiam que a quem quer pertencesse a nave, viriam rapidamente recupera-la por isso trabalharam rapidamente.
Sizin yaşınızdayken şeker almak için oyun yapmak zorundaydık.
Quando tinha a vossa idade, tínhamos de fazer partidas para receber doces.
Kusura bakmayın. Kızım, evde tek çalışan bugün işe gitmek zorundaydı, beni Edward getirdi.
A minha filha, a única que tem emprego, teve de ir trabalhar hoje, por isso, foi o Edward que me trouxe.