Zıbar traduction Portugais
3,135 traduction parallèle
Ve modern Dünyamız hikayenin önemli ipuçlarını barındırıyor.
E o mundo moderno contém pistas importantes para a história.
Anormallerle beraber çalışıp barışı sağlamak için geçici bir hükümet kurmalarına yardımcı olacağız. Ama bunu hemen yapmalıyız, yoksa Villanova tetiği çekecek.
Trabalharemos com os Anómalos, ajudaremos na transição de um Governo provisório que garanta a paz, mas temos de fazê-lo já, caso contrário o Villanova vai premir o gatilho.
Barı açmam gerek ama sen takılmak istersen öğle yemeğinden sonra limanda bir tur atarız.
Bem, tenho de ir abrir o bar, mas se te apetecer, podemos ir dar uma volta ao porto depois de almoço.
- Barınağa ihtiyacımız yok.
Não precisamos de abrigo.
Burada bulunmamızı, bizim olduğu kadar.. ... sizin de korunmanız için barışçıl bir misafirlik olarak düşünün.
Pensem na nossa presença como uma ocupação pacífica, para vossa proteção como para nossa.
Akıllı telefonlar durmaksızın kablosuz bağlantı ararlar bu yüzden de hafızalarında yüz ya da daha fazla etkin nokta barındırırlar.
Smartphones estão sempre à procura de sinais Wi-Fi. E mantêm os últimos 100 sinais mais usados na memória deles.
Bilmiyorum onu bir barda sarışın bir kadını soruştururken gören bir tanığımız var.
Não sei, a testemunha diz tê-lo visto num bar a perguntar sobre uma mulher, uma loira.
Üç : Evi devasa çitlerle çevreleyip şempanze barınağı yaparız.
Três : uma vedação gigante em torno do perímetro : santuário para chimpanzés.
Öldüre öldüre mi barışı sağlayacaksınız yoksa başka planınız var mı?
Vai matar até à paz ou tem outros planos?
Teknolojinin gelecekte barındırdıklarına bugünkü anlayış ve yöntemler açısından baktığımızda komik ve imkansız gibi görünecektir.
Pode-se assumir tranquilamente que, independentemente do que o futuro nos reserva, de um ponto de vista tecnológico, provavelmente ele parecerá impossível e ridículo do ponto de vista das compreensões e métodos de hoje.
Yapmazsanız iyi olur.
Pega num tabuleiro no bar e fica na zona do lounge.
Bayanlar ve baylar bugün yıkım yolunda değil barış yolunda ilk adımı atacağız.
Senhoras e senhores, hoje não daremos mais um passo rumo à aniquilação, mas sim o primeiro passo a caminho da paz.
Günün birinde, krallıklarımızı birleştirebileceğimizi, bir ittifak ve kalıcı bir barış kurabileceğimizi düşünmüştüm.
Pensei que um dia pudéssemos unir os reinos. Formar uma aliança, fazer com que a paz permanecesse, através de ti.
Resmi olarak, Ajan Keenan sorgulama sonucu çok tehlikeli bir durumu barışçıl yollarla kontrol altına aldığınız için takdire şayansınız.
Agente Keenan, oficialmente... felicitamo-lo por conseguir contêr... uma situação potencialmente caótica.
Değerli özelliklerimiz aracılığıyla, sevgi, barış ve ittifak mesajımız ile birlikte dünyaya dönmeyi diliyoruz. Ve kibarlık, mesela.
Queremos regressar à Terra com a nossa mensagem de paz e unidade, amar através da virtude e da bondade, por exemplo.
Ortada bizimkine eş değerde bir inanç yoktur çünkü barış ve ittifak, tüm insanlığa sunacağımız bir hediyedir.
Simplesmente não existe fé que possa igualar a nossa, porque a paz e a unidade é a prenda que trazemos a toda a humanidade.
Yani az önce barışıp kavuşmuş bir arkadaş dörtlüsü olsanız da, birbirinizi öldürmek zorunda kalacaksınız.
Portanto, se são quatro tipos que se reconciliaram recentemente, terão de se matar uns aos outros.
Bir barınak bulmalıyız.
Precisamos encontrar um abrigo.
Barış içinde protesto yapmalıyız
Vamos expressar nossos interesses pacificamente.
Arafın sadece insan ruhlarını değil, sayısız varlığı ve kötü ruhu barındırdığına inanıyorum.
Mas acredito que o purgatório contém não só almas humanas, mas também inúmeras entidades e espíritos malévolos.
Bardaki salak kız.
Aquela rapariga ridícula no bar.
Dediklerinizi kavramakta, daha doğrusu, sizin inandığınız şeye yani zaman yolculuğu hipnoz terapisinin, dünya barışını sağlayıp kanseri tedavi edeceğine inanmakta oldukça güçlük çekiyorum.
Custa-me muito compreender, ou melhor dizendo, acreditar que o senhor acredite que a terapia de hipnose regressiva pode trazer a paz ao mundo e curar o cancro.
İçinde yaşadığımız bedenin barındırdığı bir gizemi ortaya çıkardım.
Eu desvendei e descobri um segredo
Başkan Plutarco Elias Calles 1917 tarihli Meksika Anayasası'nda yer alan kilise karşıtı yasaları sert bir şekilde uygulamaya başladığında... Meksika hükümeti ile Katolik kilisesi arasında istikrarsız ilişki bozulur. Bu uygulama ve kanunlar sivil örgütlerce barışçı yollarla protesto edildi.
A precária relação entre o Governo Mexicano e a Igreja Católica deteriora-se quando o Presidente Plutarco Elías Calles começa a aplicar intransigentemente as leis anti-clericais descritas na Constituição Mexicana de 1917.
Bizim Kurtarıcımız Barış Prensi.
O Nosso Salvador é o Príncipe da Paz.
Biz başka bir barışçıl çözüm bulmalıyız.
Precisamos de encontrar uma solução pacífica.
Kritik olan bizim çok yakında bir anlaşmaya varmamız... bütün bu ölümleri durdurmamız, barış içinde hizmetlerinizi sunmanızı sağlamamız, ve huzuru, istikrar ve refahı getirmemiz gerek.
O que é crítico é atingirmos um acordo rapidamente de modo a pararem os assassinatos e os serviços poderem funcionar de novo em paz. E com a paz vem a estabilidade e a prosperidade.
Madem ailenize bu kadar düşkünsünüz neden bir kere olsun gelip Paige'le barışmaya çalışmadınız?
Se é tanto um homem de família, por que nunca o vi tentar fazer as pazes com a Paige?
Barışa olan ihtiyacımız, siyahların ihtiyaçlarından daha öncelikli.
Digo que a necessidade de paz ultrapassa as necessidades dos Negros.
Bir barışıp bir ayrıldığım, kodese girip çıkan kızın teki. Uzun hikaye, anlatacak vakit yok.
Apenas uma miúda, de novo, que está de novo, na cadeia... longa história para a qual não temos tempo.
Carlisle, lütfen onu öldürüp hayatımızın geri kalanını barış içinde yaşayabilir miyiz?
Carlisle, podemos matá-la por favor? Para que possamos seguir com as nossas vidas?
Baylar! Şimdi duyduklarınıza inanmayacaksınız.
Não vão acreditar no que ouvi no bar.
- Ama düellolarımızı bitirdikten sonra... - Hep barışmanın bir yolunu bulmuşuzdur.
Mas depois de concluirmos os nossos duelos sangrentos encontrámos sempre uma maneira de fazer as pazes.
Defalarca karşı çıktığı şey iddia makamının savlarının aksine kendi inisiyatifiyle hiçbir şey yapmadığıydı. Tek yaptığı, iyi veya kötü niyet barındırmaksızın verilen emirlere harfiyen itaat etmekti.
Ele protestou repetidamente, contra as afirmações da acusação, que nunca fizera nada por sua iniciativa própria, que não tinha quaisquer intenções, boas ou más, que tinha apenas obedecido a ordens.
Bir fikrim yok, Böylece arabama atlayıp, buraya geldim, bardaki bir kız tarafından ekilip, slotlarda kaybedip, cüzdanımı çaldırdım.
Não tenho nem ideia, assim que subi no carro, vim para aqui, Roubou-me uma gaja no bar, perdi nas slots, e roubaram-me a carteira.
Kız otobüse mi binsin?
Queres uma lobisomem mentruada a atacar dentro de um bar?
Ama bunu söylemişken torunlarımın ruhları üzerine yemin ederim ki bugün burada sağladığımız barışı ben bozmayacağım.
Mas, tendo dito isso, jurei pelas almas dos meus netos que não serei eu a quebrar a paz que conseguimos aqui, hoje.
Onunla yaptığınız barış anlaşmasının artık geçersiz olduğunu bildiriyor ve en kısa zamanda kuşatmayı kaldıracağınıza olan inancımla sizleri yürekten selamlıyorum.
"Informo que a trégua que assinou com ele é inválida " e eu o saúdo sinceramente com a crença de que... " irá encerrar o cerco o mais breve possível.
Joey, barmen kız?
- A Joey, a do bar?
Daha günün ortasındayız.
Porque o bar está fechado?
Kendi barmenimiz olacağız artık.
Agora temos de ser nós o empregado de bar.
Tamam barınağa ihtiyacımız var, köyü bulalım.
Precisamos de um abrigo. É preciso encontrar aquela aldeia.
20 dakikaya kadar mola verecek. Yakınlardaki bir barda buluşacağız.
Ela tem um intervalo daqui a vinte minutos e vou com ela a um bar aqui perto.
McClaren organizasyonunun olağan olmayan uygulamasında,... herşeye karşın, sızıntı aynı zamanda grafikleri ve bir Princefield çalışanı olan Naomi Walling'e ait belirgin bir şekilde cinsel içerikleri de barındırıyor.
Em uma reviravolta incomum para a organização do sr. McClaren, o vazamento também contém registros de sexo explícito pertencentes a Naomi Walling, uma funcionária de Princefield.
Drew barlarda herkesten daha çok kız tavlamıştır.
Drew tem mais rabos que todos neste bar, somados.
Barınakta buna benzeyen küçük dövmeleri olan bir kız vardı.
Havia uma rapariga no asilo, que fazia pequenas tatuagens como as que ele tinha.
Bak, bu gece evdeki eksikliğini gerçekten hissettik ve hâlâ bardayız.
Ouve, estás a ouvir, estamos a sentir a tua falta... ainda estamos no bar.
Mısır gevreği içinde sağlıksız maddeler barındırıyor.
Aqueles cereais estão cheios de ingredientes pouco saudáveis.
Brooklyn'de nezih bir barda olacağız.
Vamos a um bar porreiro em Brooklyn.
Yarın barış antlaşmasını imzalıyor olacağız.
Iremos assinar o Acordo de Paz amanhã.
Barış süreci zaten başarısız oldu.
O processo de paz já falhou.