Able tradutor Turco
55,454 parallel translation
As much as I hate these gorillas, especially Grodd, if you kill him, the other ones might stand down, but you might not be able to come back from this, Barry.
- Bu gorillerden, özellikle de Grodd'dan her ne kadar nefret etsem de, eğer onu öldürürseniz diğerleri geri çekilebilir ama bu işin geri dönüşü olmayabilir Barry.
I've had somebody else's voice coming out of my mouth, and you were still able to see the real me.
Benim ağzımdan da başkasının sesi çıktı ama sen yine de gerçek beni gördün.
I haven't been able to figure out how to use it yet.
Nasıl kullanabileceğimi henüz çözemedim.
That's why only speedsters were able to see him.
O yüzden onu sadece hızcılar görebiliyor.
I might be able to do something with this.
Belki bununla bir şeyler yapabilirim.
We should be able to use this to keep track of Barry's vitals.
Bunu kullanarak Barry'nin hayati değerlerini takip edebilmeliyiz.
You tell me that, we'll be able to track him down.
Bunu söylersen izini sürebilirim.
I might not be able to use my powers, but I still know something about tech.
Güçlerimi kullanamıyor olabilirim ama hala teknolojiden anlıyorum.
Speed Force, being able to control it, manipulate it, all of that... I'm right?
Hız Gücü'nü kontrol etmekle falan ilgili fikirlerimde haklı mıyım?
I know you're... you're worried about not being able to control your powers, but I know you can.
Biliyorum, güçlerini kontrol edemeyeceğinden endişe ediyorsun. Ama ben edebileceğini de biliyorum.
It'll still be the same Barry you know and love, except he just won't be able to retain new information.
Hala tanıdığınız ve sevdiğiniz Barry olacak ama yeni bilgiler kazanamayacak.
So Savitar won't be able to remember whatever strategy we come up with to defeat him.
Savitar, onu durdurmak için yaptığımız planları hatırlayamaz.
Damon gets to waste his life and she's not able to live hers?
Damon hayatını harcıyor ama o kız yaşayamıyor bile?
For the first time, I was actually able to tell her no.
İlk defa, ona hayır diyebildim.
He's able to resist you because of this place.
Bu mekân sayesinde sana direnebiliyor.
Once you figure out what's holding him back, I should be able to repair the damage.
Onu neyin engellediğini bulduğunda, hasarı tamir edebiliyor olacağım.
Haven't been able to sleep lately, and I thought that would do the trick.
Son zamanlarda pek uyuyamadım, ve bunun işe yarayacağını düşündüm.
Since my memory came back, it's all I've been able to think about.
Hafızam geri geldiğinden beri, hep bunu düşündüm.
But I wouldn't be able to live with myself
Ama söylemeye çalışmazsam hayatıma...
You start being able to do these things, amazing things, and at first it's accidental and random, and then you start to figure it out, which... which sounds cool, but it's, um... it's torture.
Harika şeyler yapabilmeye başlıyorsun... ilk başta rastgele kazalar oluyor, ve sonra anlamaya başlıyorsun ki havalı duruyor. Ama şey... tam bir işkence.
If she sees anyone making him happy, she won't be able to control herself.
Eğer birinin onu mutlu ettiğini görürse, kendini kontrol edemez.
She won't be able to resist.
Karşı koyamayacaktır.
If we could create a massive amount of energy that breaches the psychic plane of hell, we might be able to destroy it.
Eğer biz cehennemin ruhsal düzenini bozacak kadar büyük bir enerji yaratabilirsek, orayı yok edebiliriz.
How else do you think you've been able to stay connected to me?
Başka nasıl benimle bağlı kalabileceğini sanıyorsun?
Since I finally got time of death right, I was able to ping. Kleinberg's cell to Van Nuys Airport, where I got this.
Ölüm zamanını belirleyebildiğim için Kleinberg'in telefonunu Van Nuys havalimanındayken tespit edebildim ve bunu buldum.
We wouldn't be able to conduct the final part of this experiment.
Yoksa deneyin son kısmını gerçekleştiremem.
Well, I'm glad I was able to comfort you.
- Seni rahatlatabildiğime sevindim.
There's a good chance the doctor won't be able to revive me.
Doktorun beni tekrar hayata döndürememesi kuvvetle muhtemel olur.
I mean, do you... do you think you'll be able to...
Sence bunu yapabilecek misin?
I'm never gonna be able to teach him how to ride a bike or watch him get married or even look him in the eyes.
Ona asla nasıl bisiklet kullanılır öğretemeyeceğim ya da onu evlenirken göremeyeceğim. Onun gözlerine bile bakamayacağım.
You've never been able to kill me.
Beni asla öldüremeyeceksiniz.
So, even if the attacker drove, we won't necessarily be able to track them.
Saldırgan araç kullanmışsa bile takibini yapamamamız mümkün.
At the moment, we're not able to discuss anything other than the fact we're investigating a serious sexual assault.
Şimdilik cinsel saldırı davası yürüttüğümüz dışında bu konuda bir bilgi veremiyoruz.
So normally, we'd have been able to rule some of these men out.
Normalde bu adamlardan birkaçını eleyebilmeliydik.
He directed me. But you'd be able to take us back to that street if we asked you?
- İstesek bizi de o sokağa götürebilir misin?
Are you able to describe him to us? I-I don't know.
- Adamı bize tarif edebilir misin?
Would you be able to corroborate your husband's movements on two specific dates over the last two years?
Geçtiğimiz iki yılda iki özel tarih için kocanın yaptıklarını onaylayabilir misin?
If teenagers can be millionaires, I must be able to scrape a few quid in clicks.
Ergenler bile milyoner olabiliyorsa ben de herhalde birkaç bir şey kazanırım.
I had you rescued firstly because I was able, and secondly, because it is no more than you deserved.
- Öncelikle seni kurtardım çünkü bunu yapabilirdim ve ikinci olarak daha fazlasını hak ettin.
We might be able to get things back on track without calling attention to ourselves.
Belki de dikkat çekmeden işleri yoluna koyabiliriz.
and... a blurry photograph... taken a long time ago, of a woman named Beatrice, which I look at from time to time while writing this account from across what was once a prominent theater, no more able to help the Baudelaires
Baudelaire yetimlerine dair notlarım, seyahatlerim sırasında edindiğim birkaç mühim nesne ve bulanık bir fotoğraf. Beatrice adındaki bir kadının, uzun zaman önce çekilmiş bir fotoğrafı. Bu öyküyü kaleme alırken zaman zaman ona bakıyorum, zamanında karşıda seçkin bir tiyatro salonu vardı, bu fotoğraf da Baudelairelara, Kont'un kulesinde buldukları nesnelerden daha fazla yardım edemeyecekti.
My recently-rehired secretary Jacquelyn is nervous that Count Olaf is still at large, but I don't think Olaf will be able to find you way out here.
Kont Olaf'ın kayıplara karışması sekreterim Jacquelyn'i çok endişelendirse de sizi burada bulamaz herhâlde.
A smarty-pants boy like you ought to be able to figure out that jolly old Uncle Monty died from a snakebite, not murder.
Senin gibi çokbilmiş bir veledin, sevgili Monty amcanızı bir insanın değil, bir yılanın öldürdüğünü anlayabilmesini beklerdim.
- She won't be able to breathe.
- Nefes alamıyor.
It seems there's an escaped cow from a local dairy farm giving them the runaround, but they assured me they'll send someone as soon as they're able.
Çiftlikten kaçan bir ineğin peşindelermiş. En kısa zamanda birini yollayacaklarmış.
It's able to regenerate tissue and organs.
Doku ve organları yeniden canlandırmayı mümkün kılar.
Always thought that we had an awful lot more in common than we were able to acknowledge.
Her zaman kabullenebildiğimizden çok daha fazla ortak noktamız olduğunu düşündüm.
Unlike me, you're a nice guy, and you're never gonna be able to live with yourself if you leave us behind,'cause, if you do, we die, and you know it.
Benim aksime, sen iyi birisin. Eğer bizi burada bırakırsan,... asla yaşayamazsın çünkü eğer bırakırsan ölürüz, bunu biliyorsun.
Miss, uh, we will do everything we're able to.
Elimizden geleni yapacağız.
Have you been able to replace your medications?
İlaçlarının yenisini alabildin mi?
One of you fellows gotta be able to sing a lick.
Biriniz illaki şarkı söyleyebiliyordur.