Blush tradutor Turco
674 parallel translation
Are you frightened? You blush bright red
Seni yüzü parlak kırmızı, Korkuyor musun yoksa?
- You make me blush!
- Beni utandırıyorsunuz!
Come, come, don't blush, please.
Gel, gel, bizden utanma, lütfen.
Don't blush Just give me your note
Utanacak bir şey yok. Mektubu ver yeter.
Now I can say it without a stammer, without a blush.
Şimdi ise utanıp sıkılmadan söyleyebilirim.
Look at her blush, I tell you. - Look at her blush.
Nasıl da utandı...
Who wouldn't blush?
Kim kızarmazdı ki?
I'm not surprised you blush.
Kızarmana şaşırmadım.
Well, you make me blush.
Beni utandırıyorsun.
Did you notice her blush every time we mentioned his name?
Her ismi geçtiğinde nasıl da kızardığını fark ettiniz mi?
Such an act that blurs the grace and blush of modesty, calls virtue hypocrite, takes off the rose from the fair forehead of an innocent love and sets a blister there, makes marriage vows as false as dicers'oaths.
Öyle bir şey ki yaptığın, karartır gül pembe yüzünü temiz kadınlığın, iki yüzlülüğe döndürür ahlakı, fazileti, saf bir sevginin alnındaki gülü koparıp kara bir damga basar yerine, kumarcı yalanlarıyla düğün yeminlerini bir eder.
I almost felt myself blush
Neredeyse yüzüm kızaracaktı.
You'd just blush and squirm in your seat.
Oturduğun yerde kızarır bozarırsın.
Such thoughts don't dictate my conduct. There's nothing in my past to blush about.
Böyle düşünceler beni zorlayamazsınız, geçmişimde utanç duyacağım bir şey yok.
Miss Chantal is too proud not to blush one day at such a lie.
Bayan Chantal, bir gün böyle bir yalandan utanmayacak kadar çok gururlu biriydi.
What you said, just to think of it... should make you blush.
Az önce söylediklerini bir düşün bakalım... yüzünü kızartacak şeyler.
You are single, and these conversations always make you blush!
Bekarsın ve bu tarz sohbetler hep yüzünü kızartıyor!
He kissed a maid and start to blush and we've all been blushing'since
Bir kızı öpüp kızardı biz de hep kızarırız
Blush, blush, thou lump of foul deformity.
Bak da yüzün kızarsın ; seni çirkin, çarpık yumru.
Mr. Anderson, but some of the things that goes on up in that saloon make a man blush all over.
Anderson ama barda meydana gelen bazı şeylerden kim olsa utanır.
The purity of white will cool the blush of your cheek.
Beyazın saflığı... yanaklarının allığını azaltır.
- Please, don't make me blush.
- Lütfen, kızarmamı sağlayacaksın.
Norman, you're making me blush all over.
Norman, utançtan kıpkırmızı kesildim. Özür dilerim.
How pretty you are when you blush.
Utandığın zaman ne kadar güzel oluyorsun.
Physically impossible for a witch to shed a tear, or blush.
Bir cadının ağlaması veya kızarması fiziksel olarak mümkün değil.
... or blush.
... yüzleri kızarmaz.
Then, I've never seen her blush.
Ama yüzünün kızardığını hiç görmedim.
Oh, Dave, you rascal, you're making her blush.
Dave, seni hınzır. Utandıracaksın kızı.
We shouldn't blush, I'm sure we shouldn't.
Kızarmamamız gerek, biliyorum.
Well, I'm glad you have the grace to blush.
Utanacak kadar nezakete sahip olmana sevindim.
I know a girl who didn't get the blush off her face for a month.
Tanıdığım bir kız utancından yüzüne bir ay boyunca allık sürmedi.
We'll forgive you if you blush.
Utanırsanız, kusurunuza bakmayız.
You're making me blush.
Beni utandırıyorsun!
Don't blush, Roy.
Utanma, Roy.
And don't blush.
Çok gençsin.
You'd blush to hear the way he admires you.
Seni nasıl takdir ettiğini öğrensen yüzün kızarırdı.
She looked at me with an expression that made me blush like a paprika.
Bana öyle bir baktı ki domates gibi kızardım.
- You blush, my dear Sophie.
- Beni utandırıyorsun, biricik Sophie'im.
" That would make a sailor blush
" Bir denizcinin yüzünü bile kızartır
You make me blush.
Beni utandırmayın.
I start to blush. ... Nazerman of leipzig.
Leipzig'li Nazerman.
Wish I could blush like that.
Keşke benim yüzüm de böyle kızarsa.
I blush when I tell the truth.
Doğruyu söylediğimde kızarıyorum.
Thanks. Does he blush when you look at him?
Teşekkürler.Gözlerinizi onun gözlerine dikip baktığınızda, kocanız kızarır mı?
I've never seen a man blush before.
Daha önce bir adamın yanaklarının kızardığını hiç görmemiştim.
It makes me blush.
Yüzüm kıpkırmızı oluyor.
Watch her blush.
Yüzünün kızarmasını seyret.
You'll make me blush.
Beni utandıracaksın.
You've made me blush.
Beni utandırıyorsunuz.
But don't blush.
Ama, kızardınız.
O shame, where is thy blush?
Neden yüzün kızarmıyor?