But it's not like that tradutor Turco
714 parallel translation
Okay, that's the way it used to be, but it's not like that anymore, okay?
Tamam. Eskiden böyleydi. Ama artık böyle değil, tamam mı?
Well, it's not for me to say, but I'm not sure that at a time like this, a woman is the right man.
Eh, bana söz düşer mi bilmiyorum ama böyle bir zamanda bir kadının doğru adam olduğundan şüpheliyim.
Well, maybe it was 20 Onondagas, but that's not to be saying that a MacDougall like myself couldn't have killed 30 if he had a mind to.
Tamam, belkide 20 Onondagas dı, ancak bu söz benim gibi bir MacDougall için değil eğer bir akıllıysan 30 ölü demezdin.
But it's not in blossom like it was that day.
Ama o günkü gibi çiçek açmadı.
Of course, it's not the kind of wine we got before the war but I think that she would rather like it.
Tabii ki, savaştan önce aldığımız şarapların cinsinden değil fakat bence bunu, oldukça beğenecektir.
I realize that it's not in order to call witnesses at this time... but with the court's permission, I would like to interrogate... certain persons who were present at the coroner's inquest.
Şu an tanık çağırmanın usule uygun olmadığının farkındayım ancak mahkemenin izniyle, savcılık soruşturmasında yer alan bazı kişileri sorgulamak isterim.
But it's not like that.
Ama sandığın gibi değil.
Things like that happen. It's not that they need it but it helps them to remember a name
Bunlara ihtiyaçları olduğundan değil ama ismi hatırlamalarına yardımcı oluyor.
And I, like one lost in a thorny wood... that rends the thorns and is rent with the thorns... seeking a way and straying from the way... not knowing how to find the open air... but toiling desperately to find it out... torment myself to catch the English crown!
Ben de, sık dikenlikli bir ormanda kaybolan, dikenleri sökmeye çalışan ama orasını burasını kanatan, yolunu bulmaya çalışırken yoldan uzaklaşan, dışarı nasıl çıkacağını bilemeyen ama umutsuzca dışarı çıkmaya çalışan biri gibi İngiltere tacını ele geçirmek için kendime işkence ediyorum!
Believe me, you're not gonna like him any better than I do, but that's the way it is in this man's army.
İnanın bana en az benim kadar ondan hoşlanmayacaksınız ama bu adamın ordusunda işler böyle yürüyor.
But it's not all like that.
Ama hep böyle değildir.
It's true, in a way, but I'm really not like that.
Aslında bir açıdan doğru. Ama gerçekte öyle biri değilim.
I'm not sure where that is, but I know what it's like.
Neresi olacağından emin değilim ama nasıl bir yer istediğimi biliyorum.
But knowing the area like I know it... it's not around here that the right trail is found.
Ancak, bölgeyi benim kadar iyi biliyorsa doğru iz üzerinde olduğumuzu pek söyleyemeyiz.
- It's not that I like it. But I'm not with my people.
Yalnızlığı sevdiğimden değil, ama benim insanlarım değil bunlar.
That may not seem like much, but it's more than we had, your mother and I.
Az gibi görünebilir. Fakat bu annen ve benim sahip olduğumuzun toplamından daha fazla.
It's not that I am sleepy, but I like to smoke in the dark.
Uykum geldiğinden değil de karanlıkta sigara içmeyi severim.
I didn't like that town, but it'll seem funny not having it there.
Kasabayı sevmezdim ama burada olmayışı çok tuhaf geliyor.
It's not enough that he talks and acts like a gringo... But now he think like a gringo.
Gringo gibi konuşup, onlar gibi davrandığı yetmiyormuş gibi onlar gibi düşünmeye başladı.
It discovers there's another system like itself Realizes that we don't know, tells us about it but knowing a little is not enough, it wants to know more.
Aynı kendi gibi bir sistem daha olduğunu keşfediyor ve bunu bizim bilmediğimizi fark edip bize söylüyor ancak bu kadar az bilmek ona yetmiyor ve daha fazlasını öğrenmek istiyor.
It's not like gambling or liquor or even women, which is something that most people want, but is forbidden by the Church.
Kumar, içki ve hatta kadın işine benzemez ki, Kilise tarafından yasaklanmasına rağmen, çok insan bunları talep ediyor.
It's not enough that you broke into my flat, but you behave like a gangster!
Evime girdiği yetmezmiş gibi beni kovmaya kalkıyor.
We don't have to go to it, deal with it... but it's like a free-floating life raft that we know that we're not married.
Gitmesek de kalmasak da orada bir dairen var uzakta... Bu cankurtaran sandalı gibi bir şey böylece evli olmadığımızı anlarız.
True, but it's too bad that it's not like your movie room, Mme. Nadine, where you can make everything move backwards, and go back inside your mother's belly.
Doğru, çok kötü değil. Ama Matmazel Nadine'nin montaj odasındaki gibi değil. Orada her şeyi geri sarabilirsiniz.
I'd like to, Emma, but it's not that simple.
Bunu isterdim Emma ama o kadar basit değil.
Regarding the pictures in Lars and Ole's room, that incident is over, but I wanted to discuss it... because I don't want to have another situation like last year... when we unfortunately had to dismiss three students... because they could not maintain their self-discipline,
Lars ve Ole'nin odasındaki resimlere gelirsek olayın üstünden zaman geçti ama konuşmak istedim. Çünkü geçen yılki sorunu bir daha yaşamak istemiyorum. Disiplini koruyamadıkları ve kızlara sataştıkları için üç öğrenciyi okuldan atmak zorunda kalmıştık.
There's some stuff in the bin you might like, potato peelings, cold rice pudding, that sort of thing... Not exactly haute cuisine, but it'll certainly help to fill you up.
Çöpte de sevebileceğiniz şeyler var... patates kabukları, soğuk sütlaç gibi şeyler... tam "haute cuisine" değil ama doymanıza yardımcı olacağı kesin.
Now, it's rumoured that this is not in fact, yourown policy, that you'd like to have safeguards forthe individual citizen, but that you are being totally frustrated at every stage of the game by the Civil Service machine.
Kişisel hakların güvenliğinin sağlanması çalışmalarına siz ne kadar önem verseniz de Sivil Servis'in oyunun her aşamasında sizi yalnız bırkatığı söyleniyor.
The old man made himself look hard at the raven and saw that it was not a great bird from the sky but the work of men like himself.
Yaşlı adam sert Kuzgun bakışını kullandı ve onun gökyüzünden daha büyük bir kuş olmadığını gördü fakat içinde kendisi gibi erkekler çalışıyordu.
Excuse us, but it's not every day that a girl like Rita meets a man like you.
Densizliğimiz için bizi bağışla ama Rita gibi bir kız her zaman senin gibi biriyle tanışmıyor.
"What's not Greek, but sounds like it?" That's a good one, My Lord.
"Yunanca olmayan ama öyle gibi gelen nedir?" Harikaydı Lordum.
I'm telling you this because I think you're in a simmilar position like I was long ago but my friend, you're not that young as I was back than you're old enough to know better, pull yourself together confess it and I swear whatever you tell me, will remain within these 4 walls...
Bunu sana söylüyorum çünkü şu an benim yıllar önce içinde bulunduğum durumdasın. Ama dostum, sen benim o sıralar olduğum gibi genç değilsin. Durumu daha iyi kavrayıp, akıllı davranacak kadar yaşın var.
Maybe it's not nice to say, but I will say it. Most of the people, not only most, but 99 % of the Polish people, when they saw the train going through... We looked really like animals in that wagon, just our eyes looked outside.
İnsanların çoğu, sadece çoğu değil Lehler'in yüzde doksanı trenin gittiğini görünce ki o vagonda gözlerimiz dışarı bakarken hayvan gibi görünüyorduk, gülmeye başladılar.
But if it's not, I would like you there as an adviser, and that's all.
Ama eğer değilse seni orada danışman olarak istiyorum ve sadece bu kadar.
It may not look like much now, but when they figure out how to keep plants and animals alive there, that's gonna be quite a little paradise.
Şimdi, belki bir şeye benzemiyor ama bitki ve hayvanların hayatta kalmalarını sağladıklarında orası küçük bir cennete dönüşecek.
And it's not like I was ever that into it, you know? But when it's gone, and you have no prospects of it in the future, it's very upsetting.
Çok düşkün olduğumdan değil ama olmayınca ve gelecek için ümit de görmeyince insanın canı çok sıkılıyor.
It's not that I don't like playing pool. - But why can't we do it at my house?
Bilardo oynamayı sevmediğimden değil ama neden eve gitmiyoruz?
But you're not even giving him the chance to make it up to you, and that's not like you.
Telafi etme şansı bile vermedin ona ve bu hiç sana göre bir davranış değil.
That's not all, but I'm worried. It's not that I have any basis especially, but I sense something like a shadow coming...
o kızıl saçlı veledin filosuna karşı... 000 gemilik bir filo ile yola çıktı.
Then, it's me, it's not that... I look like it, but I can also... cause harm.
belki pek belli etmem ama kırıcı olabilirim.
- that we're having. - It's not supposed to be. You think I should date black men, but I'm gonna date who I like.
Sizce siyah erkeklerle çıkmam gerekiyor olabilir ama ben istediğim erkeklerle çıkarım.
I like to think that there's no line you could cross that could make me not love you. But last night, you didn't just cross that line, you threw up on it. Can't we just forget it and go to church?
ne yaparsan yap seni sevmekten vazgeçebileceğim hiç aklıma gelmezdi ama dün gece, çizgiyi geçmekle kalmadın, çizginin üzerine basıp geçtin tüm bunları unutup, sadece kiliseye gitmeye ne dersin?
It's like they're saying they know that we're here... but they're not so mad about it.
Burada olduğumuzu bildiklerini söylemek ister gibiydiler fakat bundan çok da rahatsız değildiler.
Like so many things, it is not what is outside, but what is inside that counts.
Birçok şey gibi, dışındaki değil içindeki önemli.
I thought you could control life... but it's not like that.
Hayatın kontrol edileceğini düşünmüştüm... ama edilemiyor.
It's true that the Emperor doesn't have any clothes but he doesn't like to be told it. The Emperor's lap dogs, like The New York Times, will not enjoy the experience if you do.
Mr. Meyer bence burada başka işler dönüyor.
Your view there is that the militarisation of the American economy essentially has come about because there are not other means of controlling the US people. In a democratic society. It may be paradoxical, but the freer the society is, the more it's necessary to resort to devices like induced fear.
Bunun, günümüzün karar verme mekanizmaları üzerinde hayli etkisi olmuş, saygıdeğer ahlakbilimci ve ilahiyatçı Reinhold Niebuhr da başka bir şekilde ifade etmiş.
But it's not like that.
Ama öyle olmaz.
- You see, Shel, that might look like Jesse, but it's not him.
- Bak, Shel o olduğunu sanabilirsin, ancak o değil.
His first name's something like Charles, but that's not it.
Adı da şey gibi Charles, yok değil.
It's a hospital, but he's not sick or anything like that.
Bir hastalığı da yok.