But that's life tradutor Turco
1,677 parallel translation
- Listen, I've realised a lot on this trip with my best friends, but the one thing that I'm realising the most is that this whole rat race this circus that we call life it's really all about love.
- En iyi dostlarımla çıktığım bu gezide çok şeyin farkına vardım. - Merhaba, Ben. Ama farkına en çok vardığım şu ki bütün bu hengamede hayat dediğimiz bu sirkte en önemli şey sevgi.
I wish I could change it but... life's not like that.
Keşke bunu değiştirebilseydim ama olan oldu.
I know you're probably too young to be thinking about marriage, but take it from me, if you find somebody that you want to spend the rest of your life with, there's nothing better.
Biliyorum evliliği düşünmek için çok genç olduğunuzu düşünüyorsunuz. Ama beni dinleyin eğer hayatınızın geri kalanını geçireceğiniz birisiyleyseniz bundan daha güzel birşey yoktur.
But if you believe that the world is gonna come to an end, and perhaps any day now, does it not drain one's motivation to improve life on earth while we're here?
Ama eğer dünyanın sona ereceğine inanıyorsanız, ve muhtemelen şu an, herhangi bir an olabilir. Biz hala buradayken dünyadaki yaşamı geliştirmek... isteyenlerin motivasyonunu kaybettirmiyormu?
There are a lot of hard lessons in life, Hock, but there's no reason that a kid should have to learn them all at once, especially from her grandfather.
Hayatta bir sürü zor ders var Hock, ama bir çocuğun hepsini bir defada öğrenmesi için bir sebep yok. Özellikle de büyükbabasından.
But I need you to understand that my son is my life.
Ama şunu anlamalısın ki oğlum benim hayatım.
Air China isn't that reliable, but it's great. I spend my life in airports.
Hayatımı havaalanlarında geçiriyorum.
It's sad but that's life.
Üzücü ama hayat bu.
I mean Jesus, Norah, It's not like that i don't have enough to deal with my own life. But now I have to take care of you and on top of it i can't.
Tanrı aşkına Norah, kendi hayatımda yeteri kadar sorunum yokmuş gibi bir de seninle uğraşıyorum.
When you lose a child, you can't help but wonder what that child's life would have been like.
Bir çocuk kaybettiğinizde yardım edemezsiniz ama o çocuğun hayatı nasıl olurdu merak edersiniz.
But Bruce lived a full life, and there's some comfort in that.
Ama Bruce dolu dolu bir hayat yaşadı, ve biraz rahat bir hayattı.
She told me about how she always wanted to dance, to become a really good Butoh dancer, more than anything else in her life... and how she would've liked to go to Japan so much to study it there and how everything turned out differently and that it was a good life but...
Bana, her zaman ne kadar dans etmek istediğini anlattı, bir butoh dansçısı olmayı hayatında herşeyden daha çok istediğini... ve bunu öğrenmek için Japonya'ya gitmeyi ne kadar çok istediğini... ve şimdi herşey nasıl değişti, iyi bir hayat sayılırdı...
That's just about the craziest fucking story I've ever heard in my life... but there's... a woman involved, so of course it's true.
Bu hayatımda duyduğum en manyakça hikaye fakat işin içinde bir kadın varsa bu kesin doğrudur.
Everyone thinks prom is this big event that they're gonna remember for the rest of their life, but really it's just an excuse for kids to get together and get freaky on the dance floor.
Herkes baloyu hayatlarının geri kalanında hatırlayacak kadar çok büyütüyor. Fakat gerçekte bu, bir araya toplanıp tepinmek için uydurulmuş çocukça bir bahane.
But to recap, a night that was supposed to be one of the greatest nights in a student's life may have ended tragically in the historic Pacific Grand Hotel.
Bir öğrencinin hayatındaki en güzel gecelerden olması gerekirken, tarihi Pacific Grand Hotel'de trajik şekilde bitebileceğini hatırlatalım.
Because of some little girl that dreams of knights, but you see, life's is not a fairy tale.
O küçük kız şövalye masallarına inanıyor ama hayat peri masalı değildir.
You would call him dull, no doubt, but he smiled whenever he saw me, and we could've built a life on that.
O'na sıkıcı diyebilirsin, şüphesiz, beni ne zaman görse gülerdi. Bunun üstüne bile bir hayat kurardık.
Like every Christmas story... this one's about new life in the dead of winter... but I didn't know that at the time.
Her Noel hikâyesi gibi bu da ölen kışın içindeki yeni bir yaşamın hikâyesiydi fakat o zamanlar bunu bilmiyordum.
But that's life!
Ama hayat bu.
Everyone keeps saying that, but none of us have a chance at a normal life when he's still out there.
Herkes bunu söyleyip duruyor. Ama o, hâlâ dışarıda bir yerlerdeyken hiç birimizin normal bir hayata sahip olma şansımız yok.
You want a normal life, a regular family, but that's why Dad and I have to lie.
Sıradan bir hayat ve düzgün bir aile istiyorsun ama babamla ben, bu yüzden yalan söylemek zorunda kalıyoruz.
He saw nothing but parallels between Roy Orbison's life and that of the Strobbes.
Roy Orbison'ın hayatıyla Strobbe'lerin hayatı arasında paralellik görüyordu.
I like the car too, but that's life.
Arabayı ben de sevdim, ama ne yaparsın, hayat bu.
I'm sorry that these pageants don't live up to your high moral standards, Bliss, but there's a lot you can learn from them, no matter what you go on to be in life.
Bu yarışmaların yüksek manevi değerlerine layık olmamasına üzülüyorum. Fakat hayatta ne olacaksan ol, çok şey öğrenebilirsin onlardan.
But that's what led me to this shitty life.
Beni bu boktan hayata sürükleyen de içgüdülerim oldu.
But, that's life, dear. I forgot.
Ama ne yaparsın, hayat işte, hayatım.
But the middle, when you get to know everything about her, how scared she is of squirrels and hates parades and loves Handel's Messiah, is ashamed of her crooked toes and saw you through a very bad night when you felt you should've been a doctor doing something that mattered, and how she had the patience when you got trapped by the trappings, hoping you'd come around and see the light, and when you didn't, felt so lonely, she had no choice but to leave you in the dust and do something beautiful with her life you didn't have the brains to appreciate and when you went off and became a profligate idiot,
Ancak işin ortasında, onun hakkında her şeyi öğrendiğinde sincaplardan ne kadar korktuğunu, törenlerden nefret ettiğini Handel'in Mesih'ini sevdiğini ve eğri parmaklarından utanmasını falan ve çok kötü bir gecenin ardından doktorun bu iltihapların hakkında bir şeyler yapmasını istediğinde ve sen kapanlara kıstırıldığında dahi sana karşı sabır gösterdiğinde elbet bir gün kendine gelip gerçekleri göreceğini umduğunda fakat bu asla olmayınca çok yalnız hissedip, seni terk edip hayatı hakkında güzel bir şeyler yapmaktan başka şansı yokken üstelik senin bunu takdir edecek kadar dahi beynin de yokken ve sen de çıkıp geri zekalı bir hovarda olmuşken o hâlâ yanlış kişi de olsa tek kişiye gönül vermişse ve üstelik belki de sen hayatının geri kalanını barışmak için harcayınca sırf bir zamanlar buna değdiğini bildiği için sana ikinci bir şans verecektir.
But in time, the screamers became so numerous that all human life was extinguished on Sirius 6B.
Ancak zamanla, screamerların sayısı öyle arttı ki Sirius 6B'de insan ırkı sona erdi.
One of the men appeared to have taken his own life, but there was no reason for him to have done that.
Adamlardan biri kendi canına kıymış gibi gözüküyor ama bunu yapması için bir sebebi yoktu.
I know we haven't known each other long, but in my whole life, there's no one that I've trusted more, cared about more.
Kahlan, birbirimizi uzun zamandır tanımadığımızı biliyorum fakat tüm hayatım boyunca daha fazla güvendiğim hakkında daha fazla endişelendiğim kimse olmadı.
Mrs. Adams, normally I wouldn't pry into someone's personal life, but your husband was found dead in the trunk of his car, and I have to wonder if you and some boyfriend that you met
Bayan Adams, normalde birisinin kişisel hayatını kurcalamam, ama kocanız, arabasının bagajında ölü bulundu, Acaba Gizli İlişkiler'de tanıştığınız bir erkek arkadaş mı...
I don't want you to take this the wrong way, but I can't just uproot my life like that.
Yanlış anlamanı istemem ama böylece hayatımı dağıtamam.
He say, always many people from AU come in to ask what's going on and what time that, but no anything happened to us to protect or save our life.
Diyor ki, dışarıdan gelen herkes olan biteni ve ne yapabileceklerini soruyorlar ama kimse hayatımızı kurtarmak için bir şey yapmıyor.
Now, if you'd taken that job we had for you in Tokyo, you would have been the one who invented Dance Dance Revolution, but you wanted to waste your life in a trailer park.
Şimdi, o işi yapmış olsaydın, seni Tokyo'ya göndermiştik Dans Devrimi'ni icat etmiş adam olabilirdin ama sen hayatını bir karavan parkında harcamayı seçtin.
Now, the old Stanley Hudson would have found something to complain about with this actress, but that's no way to live life.
Şimdi varsayalım, yaşlı Stanley Hudson, bu aktriste bir eksiklik gördü. Ama ömrünün kalanını böyle devam ettiremez.
You didn't tell him that you were seriously considering leaving the city, and the fact that it's going to impact upon his life, but especially on Oliver's.
Şehirden ayrılacağını ciddi ciddi düşündüğünü ona söylemedin ve bu durum onun hayatını alt-üst edecek bir şey ve özellikle Oliver'ın da.
He's still in your life, but you did lose the father that you thought you had.
O hâlâ senin hayatında ama sen kafanda düşündüğün babanı kaybettin.
But you also have to realize, Mia, that you're at a critical juncture in your life, that now you do have the self-knowledge to make different, better choices.
Ama şunun da farkına vardın Mia şu anda hayatının kritik bir noktasındasın artık kendini tanımalı, fark yaratmalı ve daha iyi seçimler yapmalısın.
Once again, Anita, what you're saying is that you got so caught up in your work life that Elaine couldn't help but feel excluded.
Bir kere daha tekrarlarsak Anita, söylemek istediğin iş hayatın çok yoğun geçiyor ve Elaine yardımcı olmuyor ayrıca kendini dışlanmış hissediyor.
The scientist in me knows that Alzheimer's is a deterioration, progressively, of brain cells, but the philosopher wonders whether it isn't the soul's violent attempt to eliminate painful memories of a life fraught with contradiction.
İçimdeki bilim adamı Alzheimer'ın beyin hücrelerini öldürdüğünü biliyor. Öte yandan içimdeki filozof, acaba bu hastalık çelişkilerle dolu bir hayatın acı hatıralarını silmek için ruhun bir çabası mıdır diye merak ediyor doğrusu.
Three years of my life back, but that's not gonna happen.
Hayatımın üç yılını geri istiyorum. Ama öyle bir şey olmayacak.
But you should know that he has had a very hard life, and there are things about him that you don't understand.
Ama oldukça zor zamanlar yaşamış olduğunu bilmelisin. Ve senin anlayamayacağın şeyler var.
I let go of all those things which seem so ordinary, but when you put them together, they make up a life... a life that really was one of a kind.
Sıradan gözüken tüm bu şeyleri bırakıp gittim.. ama hepsini bir araya koyduğunuzda onlar, bir yaşam oluşturuyordu eşi benzeri olmayan bir yaşamı.
I don't know what in life or just everything that has kept us and made it impossible for us to be together, but I do know in my heart... you're the one.You always have been.
Hayatımızda bizi bir araya gelmekten ne alıkoydu bilmiyorum ama en içten duygularımla biliyorum ki sen hayatımın aşkısın. Her zaman da öyle oldun.
That idiot may noknow it yet, but my fear is what's gonna save his life.
Bu salak şimdi farkında olmayabilir ama benim korkum sayesinde hayatı kurtulacak.
Pesticides are evil, which means that commercial flowers are doused in evil, but plant life is nature's answer to evil.
Böcek ilaçları kötü. Bu da ticari çiçeklerin kötülüğe batmış olması demek. Fakat bitkilerin yaşamı doğanın kötülüğe cevabıdır.
He's definitely a tortured tragic soul, but the truth is you can't go around life with this badge that you've been tortured and kill and slash.
O, elbette işkenceye uğramış bir kimse. Fakat işin doğrusu, yaşamınızı bu sıfatla sürdürerek herkesi öldürüp doğrayamazsınız.
It's an evil, a curse that not only makes many suffer but that for some it can even cost them their life.
Bu sadece acıya sebep olan bir kötülük değil aynı zamanda da insanların hayatlarına mâl olan bir lanettir.
Life's but a walking shadow, a poor player that struts and frets his hour upon the stage, and then is heard no more.
Yaşam ancak yürüyen bir gölgedir, zavallı bir oyuncu zamanını sahnede harcayıp tüketiyor ve artık sesi çıkmıyor.
But first, our group needs a name that evokes America's proud history of citizens rising up to defend our way of life.
Ama önce, grubumuzun Amerika'nın yaşamımızı koruyan halkının yükselişinin şanlı tarihini anımsatan bir isme ihtiyacı.
But when that personal life hits you in the face hard enough, can't help but impact your work, and then it does become the hospital's problem.
Ama, bu kişisel yaşam, yüzüne yeterince hızlı çarptığında, elinde olmadan işini etkiler, ve böylece hastanenin sorunu olur.
but that's not you 16
but that's beside the point 34
but that's okay 199
but that's not why i'm here 50
but that's not the problem 16
but that's not true 78
but that's normal 26
but that's not me 25
but that's the way it is 43
but that's not all 68
but that's beside the point 34
but that's okay 199
but that's not why i'm here 50
but that's not the problem 16
but that's not true 78
but that's normal 26
but that's not me 25
but that's the way it is 43
but that's not all 68