Crumbs tradutor Turco
688 parallel translation
Look at the crumbs it makes.
Nasıl da dökülüyor, baksana.
- Crumbs, I'd have it three times a day. - You'd soon get sick of it.
Günde üç öğün bile yerdim.
The crumbs at her Ladyship's place.
Hanımefendinin yerinde kırıntılar var.
Well, a person in my position must be content with picking up a few crumbs of happiness from others'tables.
Benim konumumda biri başkalarının masalarından birkaç mutluluk kırıntısı topladığı için mutlu olmalı.
Always there are places in the city... where birds can get crumbs.
Şehirlerde her zaman kuşların kırıntı bulabilecekleri yerler vardır.
Little people everywhere... who give crumbs to birds.
Kuşlara kırıntı veren her yerdeki tüm o önemsiz insanlar.
You crumbs have been making a fool out of me long enough.
Beni yeterince aptal yerine koydunuz.
Well, you take biscuits and oil and vinegar... and some, um, onions and garlic... and you, uh — and bread crumbs — and you fry'em all together in a pan.
Şey.. biraz bisküvi alır sonra yağ ve sirke... katarsın, sonra soğan ve sarımsakla beraber... ekmek kırıntıları katar - Hepsini tavada karıştırırsın.
- Oh, crumbs!
- Hay, Lanet!
An old maid's gratitude for the crumbs offered.
Sunulan kırıntılara yaşlı bir kızın duyduğu minnettarlık.
Still, it does look a little funny, George being the toast of Broadway and you folks gathering crumbs in the tank towns.
Gene de durum biraz tuhaf, George Broadway'de ismini duyururken siz de en ücra yerlerde kırıntıları topluyorsunuz.
The snow was very plentiful and crumbs were very few when a weather-beaten sparrow through a mansion window flew her eye fell on a golden cage
kar yağıyordu ve çok az ekmek kırıntısı vardı soğuktan bitkin düşmüş bir kırlangıç malikanenin penceresine konduğunda, içerideki altın kafesi gördü
A few crumbs of that won't go amiss.
- Birkaç dilim...
I'm supposed to like whatever crumbs you want to throw me.
Bana attığın her kırıntıyı beğenmem gerekiyor.
You'll get crumbs in it.
Saatimi mahvedeceksin.
Cookie crumbs.
Kurabiye kırıntısı.
But even a fancy funeral ain't worth waitin'for if I've gotta do business... with crumbs like you.
Ama şaşalı bir cenaze bile beklemeye değmez... Senin gibi süprüntülerle iş yapacaksam.
Thank you for throwing crumbs to a frustrated old maid.
Kırıntıları bu yaşlı kıza fırlattığınız için teşekkür ederim.
If you had lived like he has, all of his life on crumbs and bones, maybe you'd do a crazy thing if you had chance to make a fortune.
Sen de onun gibi yaşasaydın, hayatın boyunca sefalet çekseydin, belki senin de böyle bir fırsat önüne çıksaydı, hata yapabilirdin.
You think these crumbs would kill the president and then take off, leaving us behind to identify them?
Sence bu beş para etmez kişiler Başkanı öldürüp sonra da onları teşhis edecek bizleri burada bırakarak giderler mi?
But even as I touched the dry, flaking crumbs of nourishment it was as if my body had ceased to exist.
Lakin gıdanın, kuru, dökülen parçasını elime alır almaz vücudum adeta mevcut olmaktan vazgeçti.
They give you crumbs, like a dog.
Köpeğe verir gibi kırıntıları verirler.
Besides, you'd get crumbs in it, you cabbage head!
Ayrıca içine kırıntılar girecek, seni lahana kafalı!
- Any of you crumbs seen Apple Annie? - Yeah, I saw her.
- Elmacı Annie'yi göreniniz oldu mu?
- Those crumbs, taking me for a sucker.
Evet, o geri zekalılar gibi beni enayi san.
Sometimes crumbs get up underneath there.
Bazen altından kırıntılar çıkıyor.
They end their feud, then send us away With crumbs in our pockets!
Onlar birleştiler, bizi de elimize üç kuruş para verip kovdular
For so many years Antony has fed upon the crumbs that fell from Julius Caesar's table.
Uzun yıllar boyunca Antony, Julius Sezar'ın masasından düşen kırıntılarla beslendi.
What's-his-name got cake crumbs all over the floor.
Yerdeki çörek kırıntılarını temizliyorum.
To the people she calls come buy my bags full of crumbs come feed the little birds
İnsanlara seslenir Gelip ekmek dolu torbalarımdan alın Gelip bu küçük kuşları besleyin
You get all crumbs.
Her tarafım kırıntı oluyor.
Four crumbs by the sauce bottle, they were there yesterday.
Sos şişesindeki dört kırıntı, dün oradaydı.
"Take whatever crumbs are offered."
"Verdikleri kırıntılarla yetin."
I'll leave this stinking show with dignity. Because I won't settle for crumbs.
Çünkü ben kırıntılarla yetinmem.
I don't want to drop crumbs.
Yerlere kırıntı dökülmesin.
These are crumbs.
Bunu sana bağış yapıyorum.
Listen, Lat, if you get killed, I'm gonna have to marry one of these local crumbs.
Bana bak, öldürülürsen, buradaki aptallardan biri ile evlenirim, haberin olsun.
The real point of what I'm saying is, when I appear not to be talking, don't go nipping out to the kitchen, putting the kettle on, buttering scones, or getting crumbs and bits of food
Söylediklerimin asıl ana fikri şu, konuşmadığım zaman hemen mutfağa kaçıp çayı koymayın böreği yağlamayın, üstüne çaydanlık konan şu yuvarlak, kahverengi hasır nihaleden ekmek kırıntılarını çıkarmayın.
They would be left with crumbs.
Kırıntılarla yetinmek zorunda kalabilirlerdi.
The bread crumbs only helped to conceal the bones.
Ekmek kırıntıları sadece kılçıkları gizlemeye yarıyordu.
Slowly, he brushed the crumbs of seedy cake... from the folds of his pendulous waistcoat.
Yediği pastanın kırıntılarını yavaşça süklüm püklüm yeleğinin plilerinden temizledi.
Crumbs or no cake at all.
Ya kırıntılar, ya da hiç kek yok.
With raw egg and bread crumbs and chopped onions.
Çiğ yumurta, galeta unu ve kıyılmış soğan.
Soylent crumbs! Two D's a kilo.
Soylent kırıntıları!
Well, Picasso didn't make all that bread... by casting any crumbs of it on the waters, or feeding it to the birds... or giving away any pictures to his models.
Sonuçta Picasso da Oja'nın bunu babasının hayrına yapmadığını biliyordu.. Kırıntılarını önüne atarak... ya da resimlerinden birisini modeline vererek.
You may have cheated, snitching a few crumbs, a few seconds :
Hile yapmış, birkaç zerre, birkaç saniye kazanmış olabilirsin :
Why should I tell you anything, you lousy crumbs?
Siz şerefsizlere niye söyleyeyim ki?
" nor pay heed to the crumbs which fall from your Father's table.
" Tanrı'nın masasında olanlardan faydalan.
Here, and don't get crumbs all over!
İşte, kırıntılar etrafa dökülmesin!
We'll feed the crumbs to the fish.
Kırıntılarla balıkları besleriz.
I can see the crumbs on it from here. What about my other cup?
Diğer fincanım ne olacak?