Evident tradutor Turco
476 parallel translation
It's quite evident that I mean you no harm.
Sana zarar vermek istemediğim gayet açık sanırım.
You've made it evident by your threats of annulment.
Nikahı iptal ettirme tehdidiniz bunu açıkça gösterdi.
It's quite evident they only lead you out of your depth.
Her şey gayet açık ki bu tür şeyler sizi aşıyor.
On the contrary I think it's fairly evident that I do.
Aksine kesin olarak tanıdığıma inanıyorum.
It is evident that the girl and the goat worked together.
Kızla keçi birlikte hareket etmişler, besbelli.
- That is becoming quite evident.
- Bu açıkça görülüyor.
Is evident in burlesque
Belli ki çıplaklık
It's quite evident that you haven't been on the river within the last forty-eight hours.
Oldukça belli ki son kırk sekiz saat içinde nehirde değildin.
It's evident that your aim was to attack the Reich and it's armed forces.
Bu da amacının Reich'a ve onun silahlı kuvvetlerine... saldırmak olduğunun kanıtıdır.
I'm compelled to curb your evident appetite for trouble.
Belirgin iştahınızı belaya sokmak zorunda kalıyorum.
- That was self-evident, for money.
- Çok açık, para için.
I'm glad it's so evident.
demek ki, oldukça hoşnudum.
It must seem evident that with company in the house... it wouldn't do any harm for one mem...
Öyle görünüyorki evdeki misafirler... - bu aileye zarar vermeyecek... - işte sıcak suyun baba.
It is evident that mademoiselle is suffering from delusions.
Belli ki, matmazel iftira atıyor.
It soon became evident that he was incapably drunk every night by about 11 : 00.
Çok geçmeden ortaya çıktı ki, her gece 11 : 00 sularında kendini bilemeyecek kadar sarhoş oluyordu.
It's evident in everything he writes.
Yazdığı her şeyde açıkça görünüyor.
- Self-evident.
- Apaçık ortada.
- "Self-evident, that..." - "That all men are created equal."
- "Apaçık ortada ki..." - "Tüm insanlar eşit yaratılmıştır."
There are no evident traces though.
Kanıt sayılabilecek herhangi bir iz yok.
On first reading it's evident that the film lacks a problematic, or a philosophical premise...
İlk okuyuşta şu görülüyor... filmde bir sorunsala ya da bir felsefi kavrama gönderme yok...
It's evident.
Besbelli.
Well now... soon after the stranger has entered this lurid scene, it becomes increasingly evident there is a growing antagonism between him and Mr McGrew.
Pekala... yabancı bu korkunç sahneye adım attıktan sonra onunla Bay McGrew arasında büyüyen bir düşmanlık olduğu anlaşılıyor.
That's evident.
Bu besbelli.
Well, I think the creative wish pattern is pretty self-evident.
Şey, sanırım yaratıcı istek şablonu açık seçik ortada.
It's been evident ever since I put your disk in my computer.
Bilgisayarıma diskini taktığımdan beri gergin olduğun belli.
It's self-evident, surely.
Tartışmasız öyle, tabii ki.
The symptoms are evident.
Belirtiler bunu gösteriyor.
By an evident perjurer who is either covering up his bad judgement,
Yalan ifade veren birisi veya kötü bir kararını örtbas eden, ya da...
These sacred truths are self-evident.
Bu kutsal gerçekler ortadalar.
In my creative work, nothing is evident, rather it is a compulsion.
Yaratıcı olan işimde, hiçbir şey aşikar değil, daha doğrusu zor.
The same fury which was evident in the Defiant.
Defiant'ta belli olan öfke.
Their negligence is evident but can't be tried by a circuit court.
İhmalleri açık ama gezici bir mahkemede yargılanamazlar.
Ten years ago Monica Ranieri, who had evident paranoid tendencies, was brutally attacked and suffered a severe trauma.
10 yıl önce paranoyak eğilimler gösteren Monica Ranieri zalim bir saldırıya uğramış ve şiddetli bir travma geçirmişti.
It's evident that one of us has to get in there in any case... to make sure of destroying their transmitter.
Hayır Teğmen. Ne olursa olsun, içimizden birinin oraya girmesi... ve telsizi etkisiz hale getirmesi gerektiği çok açık.
It's so evident.
Gayet açık.
There are very evident signs... the edge of the burned orifice... marks of explosive combustion.
Çok belirgin işaretler var... yanık borunun kenarı... patlamadan dolayı yanmayı işaret ediyor.
I play my lines so that their implications will be evident, in other words, delivering them may satisfy the speaker or anger him.
Sonuçları belli olsun diye sözlerimi sarf ediyorum. Diğer bir deyişle söylenen bu sözler konuşmacıyı tatmin edebilir ya da kızdırabilir.
No traces of blood are evident, comma...
Delil olarak kan izi yok, virgül...
That must be self-evident to you.
Bu senin için aşikâr olmalı.
It's evident where you see it.
Kanıtlar ortada, görünüyor.
Apart from that there's no evident divisions, we can't separate the spirit from the body, less brutal interference from more brutal interference, quite simply these aren't matters which can be so easily divided.
Bunun dışında belirgin bir divizyon yaşanmaz daha acımasız müdahaleden daha az acımasız müdahaleyle bedenden ruhu ayıramayız. Açıkçası bu kadar kolay ayrılabilen hususlar değildir bunlar.
( man # 5 ) We were told that perhaps we could take this island within a very short time and it was quite evident within hours of landing that this would not be so.
Bize bu adayı almanın belki de bir an meselesi olacağı söylendi. Ancak çıkarmanın ilk saatlerinde, bunun böyle olmayacağına ilişkin emareler vardı.
Some said that its weight in the influence diplomatics it would only be evident later to have been used in Japan.
Kimisi bunun diplomatik açıdan ağırlığının ancak Japonya'ya karşı kullanıldığı zaman belli olacağını ileri sürdü.
In this essential movement of the spectacle, which consists of recapturing... within itself everything that existed in human activity... in a fluid state, in order to possess it... in a coagulated state, as things which have become the exclusive value, by their formulation in negative of lived value, we recognize our old enemy... who knows so well how to appear at first glance... something trivial and, self-evident when it is, on the contrary, so complex,
Gösterinin temel uygulamasi dahilinde, ilk bakista önemsiz ve apaçik görünen fakat aslinda çok karmasik ve metafiziksel inceliklerle dolu olan eski düsmanimiz metayi taniriz ; gösterinin bu temel uygulamasi, insan eylemlerinin tüm akiskan yönlerini onlara donuk bir sekilde sahip olmak için kendi bünyesinde toplamasi
The shallow veneer of nationalism and religion is always evident, despite their best attempts to conceal it.
Tüm çabaları bunları gizlemek olmasına rağmen yaptıkları sığ bir milliyetçilik ve dini de kanıt göstermek.
Man undermining himself, causing a self-willed, self-imposed self-evident self-destruction. That's who it is.
Kendi iradesiyle, kendi eliyle, açık açık kendini yok eden insanoğlu.
That's self-evident, but you say it with such pride.
Bu apaçık, fakat onu büyük gurur duyarak söylüyorsun.
He is very evident, very visible, yes.
Açık biri, çok görünür, evet.
" That is quite evident to me.
Bu benim için çok belli bir şey.
... 528 and 529 of the penal code because the above mentioned Beato Onorini has produced a movie called "A gold tongue into a deep throat" where pornography is evident thanks to exhibit of male and female genital organs, scenes of so... so sodomy, sodomy.
... esas suç unsurları bulunmaktadır. Çünkü yukarıda sözü geçen Beato Onorini'nin çektiği "Gırtlağa uzanan altın dil" adındaki filmde pornografiye kanıt olarak kadın ve erkek cinsel organları teşhir edilmiştir. Bazı sahnelerde so...
you become bored, is evident.
Sıkılıyorsun, bu çok belli.