Existent tradutor Turco
161 parallel translation
" whose existent creed forbids its members to participate in war
"... üyelerine yasaklayan, iyi tanınmış dini mezheplerin üyelerinin... "
- Talking to a non-existent man...
- Olmayan bir adamdan bahsetmek- -
Our non-existent decoy, George Kaplan, created to divert suspicion from our actual agent, has fortuitously become a live decoy.
Şüpheleri asıl casusumuzdan uzaklaştırmak için yarattığımız... var olmayan yemimiz George Kaplan, şans eseri kanlı canlı bir yeme dönüştü.
We didn't invent our non-existent man and give him the name of George Kaplan establish elaborate behavior patterns for him move his prop belongings in and out of hotel rooms, for our private amusement.
Var olmayan bir adam yaratıp ona George Kaplan adını verdiysek... özenle bir karakter çizip... eşyalarını bir otelden diğerine taşıyıp durduysak, bunu keyfimizden yapmadık.
Non-existent, extinct.
- Nesli tükenmiş.
Strange that you've no duties in the Bureau, yet you can state with total assurance that those records are non-existent.
Çok garip çünkü arşivde görevli olmadığın halde böyle bir kaydın olmadığına eminsin.
And now he wants revenge for a non-existent loss.
Ve şimdi, var olmayan bir kaybı için intikam almak istiyor.
You see, man is born into the world with his existent adversary f rom the first.
İnsanoğlu, rakibinin bulunduğu bir hayatta dünyaya gelir.
It is not existent!
Bu mevcut değildir var!
Water was almost non-existent.
Su, neredeyse hiç yoktu bile.
There is no existent cardiac frequency.
Kalp atış sıklığı yok.
- A non-existent planet.
Var olmayan bir gezegen.
The hope of arresting Jook Bo to get your money back is nearly non-existent.
Jook Bo, paralarınızı çaldı ve kaçtı.
The non-existent.
O mevcut değildi.
Non-existent, I'm afraid.
Maalesef bir ilişkim yok.
There's no remorse, no theatrical washing of the hands to get rid of non-existent blood, not even any regrets.
"Hiçbir pişmanlık yok, kandan kurtulman için.." "ellerini yıkamana gerek yok, hatta pişmanlık bile duymuyorsun!"
What a cute, teeny tiny... almost non-existent little figure.
Şuraya bak, ufacık, küçücük... neredeyse hiç yok. Ben içeri geçeyim. Hediye!
Plus, an attack by a non-existent Romulan vessel.
Ayrıca, hiç varolmayan bir Romulan gemisinin saldırısı var.
Human rights are non-existent.
Adalet ve insan hakları yok oluyor.
Non-existent.
Yok.
This absurd hope is probably more authentic and genuine than his whole virtually non-existent life before.
Bu anlamsız ümit büyük ihtimal, kendisinin yaşanmamış sayılabilecek hayatının tamamından daha hakiki ve gerçekçi gelmektedir.
The target we were bombing was non-existent and the mission was useless.
Bombaladığımız hedef orada yoktu ve çıkılan görev anlamsızdı.
You non-existent fraud!
Varolamamış sahtekar seni...
It's been almost non-existent for the past three days.
Üç gündür neredeyse hiç yok.
Yet her neural activity is almost non-existent.
Ancak, sinirsel aktivitesi pratikte varolmamış.
Energy levels are almost non-existent.
Enerji seviyeleri hemen hemen yok gibi.
Human rights are non-existent.
İnsan hakları artık yok. "
And now I should say, they are non-existent.
Ve söylemek zorundayım ki artık öyle bir ihtimal kalmadı.
If Michael was sending, messages were left at work... for me to call my non-existent girlfriend, Gloria.
Michael, iş yerime Gloria adında var olmayan... bir arkadaşı aramamı bildiren mesajlar bırakıyordu.
Non-existent.
Var olmayandır.
To you, we're non-existent?
Senin için yaratılmadık?
I don't have time to go into my other non-existent relationships.
Kız arkadaşım da yok. Diğer olmayan ilişkilerimden bahsetmek de istemiyorum.
My social life is non-existent.
Sosyal hayatım yok.
We're going to run with the man who's been seeing his secretary, the mother and her gay son, the nervous bride, and the letter of the week - the man with the non-existent sperm count.
Sekreteriyle birlikte olan bir adam eşcinsel oğlu olan bir anne, ilk gece korkusu olan bir gelin haftanın mektubu ise sperm sayısını öğrenemeyen adam.
- Skip that, as they're non-existent.
- Onu geçelim, zaten öyle bir şey yok.
It's like the family reunion of a non-existent family.
Asla varolmamış bir ailenin aile toplantısı gibi.
But don't treat me like I'm non-existent
Ama bana yokmuşum muamelesi yapma
I think she's actually thinking of joining another non-existent group.
Hatta varlığı belirsiz başka bir gruba katılmayı düşünüyor
These two adolescent males practice for adulthood, challenging one another over as yet non existent females.
Bu iki yeniyetme erkek, yetişkinlik provası yapıyor, henüz var olamayan dişiler için, biri diğerine üstünlük kuracak.
She's very much an existent person.
Kesinlikle var olan bir insan.
Non-existent address.
Adresi geçersiz.
The air quality seems stable... and yet air pressure seems non-existent.
Havanın kalitesi sabit gibi ve şimdiye dek hava basıncıyla karşılaşmadık.
I'm either seeing something non-existent or invisible.
Ya varolmayan birşey görüyorum ya da gorunmeyen birsey...
- And sensory function is non-existent.
- Ve duyu fonksiyonları mevcut değil.
- And sensory function is non-existent.
- Duyusal fonksiyon kaybolmuş.
Oh, right, suddenly I'm going to drive off the non-existent quayside.
Tabii ya, durup dururken arabayı olmayan rıhtıma doğru süreceğim.
His Synoptic Cholinesterase is practically non-existent
Snoptik kolinesteraz hemen hemen yok gibi.
Over half our ammunition is gone, food is low, medical supplies are non-existent,
Mühimmatımızın yarıdan fazlası gitti,
Our inability to count, weigh, sort or photograph some things, does not mean that those things are non-existent.
Sayamadığımız, tartamadığımız, ya da resmini çekemediğimiz şeyler varolmaz anlamına gelmez.
INVENTORY'S NON-EXISTENT.
Envanter yok,
And in Elm Street the second clutch of Dogville's scatty squirrels scooted in and out of the legs of children and grown-ups alike searching in vain for Elm Street's non-existent elms.
Elm Sokağı'nın var olmayan kara ağaçlarını arıyorlardı.