Fascination tradutor Turco
445 parallel translation
Music still hath charms to soothe the savage... but I know a greater fascination.
Müziğin hala vahşileri yatıştırma gücü var... ama ben daha büyük bir cazibe biliyorum.
Adds to the fascination.
Cazibeye cazibe katar.
There's a devilish fascination in it.
Şeytani bir cazibe vardır onda.
Around the corner of every second, the fascination of the unknown.
Her saniyenin ucunda, bilinmeyenin cazibesi var.
Oh, I'm not begging off from any consequences... but you will permit me to doubt your claims as a hunter of big game... if you fail to understand the fascination for a man who's hunted all commoner game... of hunting the biggest game on Earth.
Dünyanın en büyük hayvanı için yapılan avların tümünde başarılı olmuş bir adamın cazibesini anlamıyorsan, yaptığım şey için yalvarmıyorum ama bir büyük hayvan avcısı olarak iddialarına karşı çıkıyorum.
At that time, the painting had a strange fascination for me.
Bir anda tablo tuhaf bir şekilde çekici gelmeye başladı.
When he had recovered from visits to the abyss, he would stand in front of the picture, sometimes loathing it and himself but filled at other times with that pride of individualism that is half the fascination of evil.
Karanlık düşlerinden kurtulduktan sonra tablonun karşısına çıkmayı başardı. Bazen kendisinden ve tablodan nefret ediyordu, ama diğer zamanlar bireyciliğin şeytani çekiciliğinin mutluluğunu yaşıyordu.
As soon as your fatal fascination wears off, you're free to go on your way.
Ölümcül cazibeniz, yavaşça azalınca, gitmekte özgürsünüz.
I particularly like the chapter on hot rhythm. Holds strange fascination for me.
Özellikle yarım ritim kısmı ilgimi çekti.
Killing has a fascination for him.
Belli ki birini öldürmek onu cezbediyor.
For me... you have always had an irresistible fascination.
- Benim için siz her zaman karşı konulmaz bir cazibe oldunuz.
That's the fascination and the pity of it.
İşin cazibesi ve yazıklığı da işte burada.
Then, a little Liszt, a little Lehár, a czardas or two and at five minutes before 10 : 00 they always play Fascination.
Sonra biraz Liszt, biraz Lehár, bir ya da iki czardas..... ve tam saat 9 : 55 Fascination çalınıyor.
Fascination?
Fascination mı?
They play Fascination, and they leave.
Fascination'ı çalıyorlar ve gidiyorlar.
Fascination!
Fascination!
No gypsies, and no Fascination.
Orkestra yok. Fascination da.
It's an old Viennese schmaltz called Fascination. - My gypsies play it all the time. - Of course.
Hayır, orkestramın hep çaldığı..... Fascination isimli eski bir parça.
But then uncertainty is part of life's fascination, isn't it?
Bilinmezlik yaşamı çekici kılan şeylerden biridir, değil mi?
That's part of my fascination.
- Alaycı mı? Haklısın. Cazibemin bir parçası.
These very instruments of torture which were my birthright and my curse now tormented her as well infecting her with a kind of haunted fascination.
Doğduğum anda kazandığım ve benim lanetim olan bu korkunç işkence aletleri şimdi ona da işkence ediyorlar ve pek de tekin olmayan bir cazibeyle, onu etkiliyorlardı.
'Now we have Fascination by Van Gogh, which now hangs in the Louvre gallery in Paris.'
Ve bu da bir Van Gogh şaheseri şu anda Paris Louvre Müzesinde sergileniyor.
And now we have Fascination by Van Gogh, which now hangs in the Louvre gallery in Paris.
Ve bu da bir Van Gogh şaheseri şu anda Paris Louvre Müzesinde sergileniyor.
'Fascination.'
"Büyüleyici."
I see that for you medicine has all the fascination of a beautiful woman.
Sizin tıp alanında, güzel bir kadının.. .. tüm hayranlıklarına sahip olduğunuzu düşünüyorum.
And so you see, Monster, it's easy to understand why an impressionable girl like Liza would be momentarily smitten by a man like my husband. Maturity has its own fascination.
Ve gördüğün gibi, Canavar, Liza gibi hassas bir kızın neden kocam gibi, olgun bir adamın cazibesine kapıldığını anlamak çok zor değil.
I have since learned that there's no maturity and fascination between us thanks to Samantha here. - Samantha?
Aramızdakinin olgunluk değil sadece bir sihir... olduğunu bana, Samantha öğretti.
I didn't mean it like that. I mean it's... kind of a fascination.
Böyle demek istemedim.Aşırı ilginç demek istiyorum.
Who can explain the fascination of fire?
Bu büyüleyici şeyleri kim açıklayabilir?
You have an annoying fascination for timepieces, Mr. Sulu.
Zaman nesnelerine karşı rahatsız edici bir hayranlığınız var, Bay Sulu.
She spent hours studying the tapestry as it was slowly mended. In fascination, she watched the agile hands of the old man bring back to life the great black charger.
Duvar halısının önünde saatlerce büyülenmiş gibi duruyor o ihtiyar adamın halıdaki siyah ata yeniden hayat veren yetenekli ellerini merakla seyrediyordu.
Perhaps that's the fascination.
Belki de işin cazibesi burada.
Eyes'fascination
Bakışlarındaki saadet
Your eyes'fascination
Bakışlarındaki saadet
It has some fascination.
Biraz ilgilenirim.
No matter what else they said, they all had that same tone of morbid fascination.
Hepsinde de böyle hastalıklı konulara ilgi duyduklarını gördüm.
They held some sort of weird fascination for her.
Onun için tuhaf bir şekilde çekiciydi.
Fascination!
Çekici!
I had this fascination for the zebras...
Zebralar beni daima etkilemiştir.
Your fascination with paintings has always amazed me.
Resimlere olan hayranlığın beni hep şaşırtmıştır.
I have a morbid fascination with them.
Onlara karşı engellenmeyen bir merak duyuyorum.
All this is most interesting for you, Caesar, with your fascination for strange religions.
Yabancı dinlere olan büyük merakınızdan ötürü bütün bunlar sizin için çok ilginç, Caesar.
I've watched your career with fascination.
Kariyerindeki değişimi hayretle izledim Sejanus.
"Come with me to the Crazy Horse West... and Mr. Fascination will take us to gay'Pa-ree."'
"Benimle Crazy Horse West'e gel Bay Muhteşem bizi coşkulu Paris'e götürsün." demiş.
What's the fascination with the city of motherly love?
Anaç sevgi şehrine olan bu tutku da ne?
Especially his fascination with the tall German poet...
Özellikle şu uzun boylu Alman şairine olan hayranlığı...
Isaac Newton's enduring fascination with light began when he was a child... in this very house.
Isaac Newton'ın ışığa duyduğu kalıcı hayranlık çocukluğunda başladı. Tam olarak bu evde.
Beside the usual appeals of ambition, greed national pride and the thirst for adventure the Dutch were also motivated by a powerful scientific curiosity and a fascination with all things new.
Hollanda'lıların açgözlülük, tutku, milli gurur ve macera arayışının yanı sıra güçlü bir bilimsel merak ve yeniye olan arzuları söz konusuydu.
It was the beginning of a lifelong fascination with electricity.
Hayat boyu süren elektrik hayranlığı işte böyle başladı.
We might aspire after good, but our real fascination lies with evil.
Güzel olandan sonra arzu edebiliriz, ama esas cazibemiz şeytanla yatıyor.
Norman Thayer, Jr., your fascination with dying is beginning to frazzle my good humor.
Norman Thayer, Jr., senin ölümle ilgili bu takıntın mizah duygumu köreltmeye başladı.