Flatter tradutor Turco
983 parallel translation
Without wishing to flatter you, I understood that.
Seni pohpohlama niyetinde değilim, ama bu durumu anladım.
You flatter him.
Onu pohpohluyorsun.
But I cannot flatter myself to that extent.
Ama, kendimi o kadar da şımartamam.
You almost flatter me, Levasseur.
Bana iyi yağ çektin, Levasseur.
She was trying to flatter me.
Beni motive etmek için.
You may flatter yourself.
Kendinle övünebilirsin.
You flatter me
Abartıyorsunuz.
Good food, good company, and a beautiful woman to flatter me, eh, Lady Marian?
İyi yemek, iyi dostlar ve beni şımartacak güzel bir kadın. Öyle değil mi, Leydi Marian?
You mustn't flatter me and say things you don't mean.
İnanmadığın şeyleri söyleyerek beni pohpohlamana gerek yok Melanie.
Don't flatter yourself.
Kendini bir şey sanma.
- Don't flatter me.
- İltifat etme.
Well, my dear, you flatter me.
- Çok naziksin canım.
People flatter her so much she enjoys an occasional change.
Herkes ona yağ çekip durur. Arada bir değişiklik ona iyi geliyor.
Flatter than a sand dab.
Bir kuruşu bile yok.
It's time for me to flatter Strasser.
Strasser'i pohpohlamamın zamanı geldi.
The 10 years I've been at Key West... sailing master for the Claiborne family, I have seen them go broke... flatter than the shadow of a clam.
10 yıldır Key West'te Claiborne için yelken açıyorum. Gemilerin bir midye kabuğundan daha kolay parçalandıklarını gördüm.
I think they've got me busted flatter than a haddock.
Beni bir hayli hırpaladılar.
Fortune's knocked me about, kneaded me with her knuckles... till now I flatter myself I am as hard and tough as an India-rubber ball... with perhaps one small sensitive point in the middle of the lump.
Artık kendimi belki ortasındaki küçük hassas nokta dışında... bir lastik top kadar sert ve sağlam hissediyorum.
My dear Mr. Manning, you flatter me.
Sevgili dostum Manning, gururumu okşuyorsun.
Don't flatter yourself.
Saçmalıyorsun.
I shall always cherish the memory of your flatter and words.
Beni yücelten sözlerinizi her zaman hatırımda tutacağım.
- You flatter me, Doctor.
- Göğsümü kabartıyorsun Doktor.
- You flatter me.
- İltifat ediyorsunuz.
- You flatter me.
- Gururumu okşuyorsunuz.
We'll flatter the writers of course but we've already taken the necessary measures
Elbette ki yazarlar bizi göklere çıkaracak ama biz gerekli önlemleri çoktan aldık bile.
There are exceptions, of course, but we'll flatter them to death
Arada istisnalar çıkıyor tabii, onları da ölümle payelendireceğiz.
Bust. Flatter than a poor boy's tortilla.
Yoksul bir çocuğun tortilla için yalvarması gibi bir haldeyim.
Oh, don't flatter yourself, Doctor.
Böbürlenmeyin doktor.
He's one of those know-it-all types that if we flatter the wig off him, he'll chatter like a gooney bird at mating time.
O her şeyi bilen tiplerden. Eğer onu hoş tutarsak, bülbül gibi öter.
- You're trying to flatter me.
- İltifat ediyorsunuz.
You flatter me!
Gururumu okşadınız!
I've got it. Flatter her. What?
- Buldum, onu övmelisin.
Flatter her.
- Ne? Onu öv.
Nothing, if we flatter Mr. Braulio's taste.
Bay Braulio'nun huyuna gidersek kimseye bir şey olmaz.
Don't flatter him, Brack.
- Şımartmaman daha iyi olur Brack.
How long must you flatter that young fool?
Kendini olduğundan güzel gösterme saçmalıkları daha ne kadar sürecek?
You needn't flatter me.
Beni pohpohlamana gerek yok.
Exeter will flatter you to death.
Exeter seni ölümüne çalıştırır.
- You'll flatter Mona so she won't be malicious. - That isn't what I mean.
- Mona da kötü niyetli davranmaz.
Don't flatter yourself.
Kendini pohpohlama.
Don't flatter yourself.
Kendine pay çıkarma.
Because I cannot flatter and speak fair... smile in men's faces, smooth, deceive and cog... duck with French nods and apish courtesy...
Ben onlar gibi arsızca yaltaklanmıyorum, insanların yüzüne gülüp arkadan kuyularını kazmıyorum, Fransızlar gibi yerlere kadar eğilip taklitçi maymun kibarlığı yapmıyorum.
- I don't mean to flatter you, sir...
- General, niyetim size yağ çekmek değil...
Flatter than last night's beer.
Gazı kaçmış bira gibi.
Another week, it'll be flatter than yours.
Bir dahaki hafta, seninkinden daha düz olur.
If you wanna flatter me, I've only one good feature : my mind.
İltifat edebileceğiniz bir tek özelliğim var.
Oh, you flatter me.
- Gururumu okşuyorsun.
- You're just saying that to flatter me.
- İltifat olsun diye söylüyorsun.
I have a feeling they flatter me because of my money.
Onların benim parama göre davrandıklarını sanıyorum.
Or do I flatter myself?
Yoksa ben kendimi mi övüyorum?
- Nay, do not think I flatter.
- Yo, sana yaranmak istiyorum sanma.