He's in the house tradutor Turco
907 parallel translation
Oh my God, he's been in the house!
Aman Tanrım! Eve girmiş!
He's in the house.
Evin içinde.
He's got a house in New York and a wonderful house in the country.
New York'da bir dairesi var. Şehir dışında da muhteşem bir evi.
He's definitely not in the house.
Evin içinde olmadığı kesin.
He'd stayed in the garage before but he always came in the house when he sobered up.
Garajda daha önce de kalmış ama ayıldığında hep eve dönmüştü.
He's lying outside the house in the gutter.
Evin dışındaki hendekte yatıyordu.
That's the house But he's not likely to be in. He's in a show at the theatre in Asakusa. "Kassatsu School Jujutsu lnstructor Monma"
Sam Okulu'nun lideri Moon gösteriye gider.
He knows he's in the house with murderers and should know he's in danger.
Bir evde katillerle birlikte ve tehlikede olduğunu bilmesi gerekir.
Certainly not in the very house in which he's just killed one of his victims.
Kesinlikle kurbanlarından birisini yeni öldürdüğü ev olmazdı.
Maybe, he's in the house.
Belki eve girmiştir.
And for the third time in one week, he brought that common man and his wife... to the house without so much as a "by your leave."
Bir haftada üçüncü kez, o bayağı adamı ve karısını izinsiz eve getirdi.
He says there's a dead guy in the house.
Evde ceset olduğunu söylüyor.
Chances are, it's the first house he ever lived in.
Büyük ihtimalle yaşadığı ilk evdir.
He'd work one day and drink up every penny in the house the next.
Bir gün çalışır, ertesi gün bütün parayı evde içerdi.
Yes, sir. In the first place, Buckley, you look at this house and everything and you probably think, He's well-off.
Öncelikle, Buckley, bu eve ve içindekilere baktığında muhtemelen bu adamın durumu bayağı iyidir diye düşünüyorsundur.
Hills and woods to the right. And he says that in front of his house there's a hill some distance away with a road on the other side.
Evin karşısında bir tepe ve öbür tarafında da bir yol var.
Next morning as he's eating breakfast in the parish house, a young girl from the village comes to see the Padre.
Ertesi sabah evinde kahvaltı yaparken, köyden genç bir kız Peder'i görmeye geliyor.
Now he's in his cotton house, taking up the cartridges on his maps, full of his supper.
Şimdi sıcacık evinde akşam yemeği eşliğinde çıkarıyor fişeklerini haritasının üzerine.
You think he's one of them cases you're always dragging into the house and feeling sorry for like that litter of kittens you brought in.
O çocuğun da acıyıp eve aldığın sürüyle hayvana benzediğini sanıyorsun. Hani yavru kediler de getirmiştin ya.
He thought about it and seeing the misery of our house took out 5000 lire and put them in the pocket of my dress.
O da evimize gidip yoksulluğumuzu görmüş, acımış..... elbisemin cebine 5000 liret yerleştirmiş.
That's all he had in the house so we decided to go.
Evinde bu kadar vardı ve biz de kabul etmeye karar verdik.
He will stay in the Yellow House and drink now to forget his own pain.
Sarı Ev'de kalacakmış, şu an acısını unutmak için orada içiyor.
They say he came from Mlle Armfeldt's house, the actress...
Aktris Matmazel Armfeldt'in evinden geldiğini söylediler.
In his letter of agreement, he promised me 20 £ a month and a house of my own outside the palace walls.
Anlaşma mektubunda, bana ayda 20 £ ve saray duvarları dışında kendime ait bir ev sözü verdi.
at three o'clock or so, and he was captured by two detectives in the hallway of his house.
falan geldi, ve eve dönerken yolun yarısında iki detektif tarafından ele geçirildi.
My lord, the defence, in its efforts to establish an alibi for the prisoner, circulated this photograph, hoping to bring forth a witness who had seen him leaving Mrs French's house or entering his own at the times that he has stated.
Efendim, savunma, mahkum için tanıklık yapacak birini bulmak için altına bakmadık bir taş bile bırakmadı. Bu fotoğrafı sokaklarda dağıtarak söylediği saatlerde Bayan French'in evinden çıkışını ya da kendi evine girişini gören bir tanık bulmaya çalıştılar.
Soon, he bought the most beautiful house in the region and transformed it into a hospital, while he came to live humbly on the other side of the square.
Çok geçmeden bölgenin en güzel evini satın alarak hastaneye çevirdi. Kendisi de meydanın karşısındaki mütevazı evde yaşıyordu.
- He's in the house.
- McSween nerede?
The door of the house where the boy lived was unlocked and he opened it and walked in quietly with his bare feet.
Delikanlının yaşadığı evin kapısı kilitli değildi. Kapıyı açarak yalın ayak sessizce içeri girdi.
In the house he's my son. In the store he's a tumour.
Evde benim oğlum ama dükkanda bir tümör.
He lived right next door to the boarding house, and he used to come over and look through Bert's microscope.
Pansiyonun hemen bitişiğinde yaşıyordu ve uğrayıp Bert'in mikroskobuna bakardı.
I should have known by this time that the wise thing to do was to stay out of your way when he's in the house.
Düşünmem gerekirdi, o, bu evdeyken yoluna çıkmamak en akılcısı.
Any day that he's in the house is a bad day.
Onun bu eve geldiği her gün kötü geçiyor.
He was out on a job, but his wife and three children were in the house.
O sırada o görevdeydi, ama karısı ve üç çocuğu evdeydiler.
But he claimed he was never in the victim's house.
Ama adam kurbanın evine hiç gitmediğini söylemişti.
The walls in the first house he built were great.
Adam ilk evin dış cephesini harika yapmış.
So he come on in the yard... and I go in the house to get him the nickel... and I turn around and before I know it, he's on me.
Ve o bahçeye girdiğinde... ben de, beşliği almaya, eve girdim... ve arkamı döndüm ki üstüme atılmıştı bile.
Tell the count he's not welcome anymore, neither in this house nor in Russia!
Ona artık hoşgeldin demek yok, ne bu evde.. .. ne de Rusya'da!
He's expecting me in the house.
Evde beni bekliyor.
The tall, draped, masculine type... that's old Hugh Crain... pointing out all the great treasures in this creepy house he built.
Şu uzun boylu, dökümlü elbiseli, erkeksi olan... Hugh Crain. Yaptırdığı bu korkunç evdeki büyük hazineleri gösteriyor.
He's at the Satsuma Clan House in Osaka now on his way to Edo to decide on Shogunate reform
Şu an Osaka'da Satsuna Klanı'nın evinde kalıyor. Edo'ya gidiş yolunda Şogunluk'un reformuna karar verecek.
He's at the old house, in the- - In the city.
Şehirdeki eski evde.
Well, if so, then tell me why he put me in his wife's house and came to the temple all by himself.
Öyleyse, niye beni karısının evine bırakıp tapınağa kendi başına geldi.
I think he's in the house.
Max amca, babam nerede?
You mean he's here, hiding somewhere in the house?
Burada olduğunu, bir yerlerde gizlendiğini mi demek istiyorsun?
Brewster's sister told me he's in the house.
Kardesi, Brewster'in sizde oldugunu söyledi.
"They shall take other stones and put them in the place of those and he shall take mortar and plaster the house."
"Onlar diğer taşları almalıydılar ve bunları kendi yerlerine koymalıydılar duvarı sıvadı ve kağıtla kapladı."
He's in the house of the black woman.
Zenci kadının evinde saklanıyor.
And he huffed and he puffed and he blew the house in. "
"Ve kurt hışımla üfleyerek evin içine daldı."
He's used to being the man around your house. Now he winds up in my kitchen, on a cot, with his radio off.
Evin erkeği olmaya alışmışken kendisini mutfağımda uyurken buldu, radyosu bile kapalı.
Well, the only place a man can raise more hell than he can in a war... is on the floor of the House of Representatives.
- Böyle bir savaşın içinden çıkabilen bir adamın yapacağı şey Temsilciler Meclisi'nin çatısının altında olur.
he's in the shower 29
he's in the kitchen 33
he's in v 53
he's in the bathroom 49
he's in the hospital 85
he's insane 97
he's in a meeting 50
he's in the wind 39
he's in bad shape 31
he's inside 105
he's in the kitchen 33
he's in v 53
he's in the bathroom 49
he's in the hospital 85
he's insane 97
he's in a meeting 50
he's in the wind 39
he's in bad shape 31
he's inside 105