He was a good boy tradutor Turco
96 parallel translation
He was a good boy.
Ne iyi bir çocuktu.
- He was a good boy.
- O iyi bir çocuktu.
He was a good boy.
Çok iyi biriydi.
How sweet. Oh, he was a good boy, but he wasn't any angel.
- İyi bir çocuktu ama bir melek de değildi.
He was a good boy.
İyi bir çocuktu.
He was a good boy, that Doyle kid.
Şu Doyle iyi çocuktu.
He was a good man... like he was a good boy.
O iyi bir adamdı... iyi bir çocuk olduğu gibi.
He was a good boy.
O iyi bir çocuktu.
If he was a good boy, why are we wearing these?
İyi bir çocuksa neden bunları takıyoruz?
He was a quiet child which they found agreeable, so they said he was a good boy.
Sessiz bir çocuktu, onu makul bulurlar ve iyi bir çocuk olduğunu söylerlerdi.
But he was a good boy.
Ama iyi bir çocuktu.
They said he was a good boy.
İyi bir çocuk olduğunu söylüyorlardı.
Mattie had a hard life but he was a good boy.
Mattie zor bir hayat yaşadı fakat iyi bir çocuktu.
Please. He was a good boy, my Jimmy.
Lütfen, oğlum Jimmy iyi bir çocuktu.
He was a good boy. He worked hard.
İyi bir çocuktu, çalışkandı.
He was a good boy, our son.He... cared.He wanted to help people.He was going to build things. He was going to make a difference
Oğlumuz iyi bir insandı.O... insanlara yardım etmeye çalışırdı Bir şeyler inşa edecek, fark yaratacaktı.
Eugene... He was a good boy, but somehow... things went wrong. I wasn't there.
Eugene o iyi bir çocuktu ama bir şekilde işler yanlış gelişti.
They thought he was a good boy – – who reacted calmly to not having a father.
Hatta, babasını kaybetmesine bile sakin tepkiler veren iyi bir çocuk olduğu düşünülüyordu.
He was a good boy, a good man.
İyi bir çocuktu, iyi bir insandı.
Who just wanted someone to pet him And tell him he was a good boy.
Bilirsin işte birileri gelip sevsin ve "aferin oğlum" desin istiyordu.
And that he was a good boy, and that he had done all the things he had ever wanted to do.
Ayrıca iyi bir çocuktu ve yapmak istediği her şeyi yaptı.
He was a good boy who didn't harm anyone.
Kimseye zararı dokunmayan iyi bir çocuktu.
He was a good boy. But that book - - It affected his mind.
İyi bir çocuktu ama o kitap zihnini etkiledi.
I... I thought he was a good boy
Onun iyi bir çocuk olduğunu düşünürdüm...
He was a good boy.
Oğlum iyi bir çocuktu.
( as speaking to a dog ) : He was a good boy.
- İyi çocuktu.
And just so you know, he was a good boy tonight.
Ve bil diye söylüyorum, bu gece gayet uslu bir çocuktu.
- He was a good boy...
- O iyi bir çocuktu.
He was a good boy.
Çok uslu bir çocuktu.
He was a no-good boy.
İyi biri falan değildi.
Then his friends brought the boy David to him for he was a... cunning player on the harp and a good voice sang out of him.
Dostları krala Davut'u getirmişler çünkü Davut, arp çalmakta ustaymış ve çok güzel şarkı söylermiş.
He was such a good boy.
Çok iyi bir çocuktu.
He was a very good boy
Çok iyi bir çocuktu.
He was a pretty good old boy.
Çok iyi bir çocuktu.
He was basically a good boy.
Aslında iyi çocuktu.
He was a good ol'boy, he stood by me.
O iyi biriydi. Beni yalnız bırakmadı.
He was such a good boy.
O kadar iyi bir çocuktu ki.
Was he a good boy?
Uslu durdu mu?
Was he a good, quiet boy that never did no harm?
Zararsız ve iyi bir çocuk muydu?
- Yeah, he was a really good boy and only made Mommy freeze the room once.
- Evet, gerçekten iyi bir çocuktu ve sadece Anne bir kez oda dondurdum.
Whenever Bush would give a speech, he would do this down-home, kind of a country-boy thing, and he was really good at that, which is kind of strange considering that he's the son of a president.
Bush her konuşmasında tipik taşralı halini takınırdı. Bunda da gerçekten çok iyiydi. Bir başkanın oğlu olduğu düşünülürse bu biraz garipti.
He was a good fucking boy.
Harbi çocuktu.
He was a good honest boy.
İyi ve dürüst bir çocuktu.
He says his son was a good boy. He was 19 years old.
Oğlunun iyi bir evlat olduğunu söylüyor. 19 yaşındaymış.
He was a good ol'boy.
O iyi bir ihtiyar delikanlıydı.
Or a blond farm boy in a distant, desert planet,... unaware that he was already taking the first steps on the path that would lead him relentlessly towards the heart of a conflict between the forces of Good and Evil.
Ya da uzak, terk edilmiş bir gezegende onu, İyilik ve Kötülük arasındaki çatışmanın kalbine acımasızca gönderecek yolda ilk adımlarını attığının farkında olmayan sarı saçlı bir köy çocuğu.
He was a good boy.
Çok uslu bir köpek.
Matt Leishenger- - I mean, he was a good guy, former military, all-around Boy Scout.
Matt Leishenger ise, iyi bir adamdı, ordudan her yönden yetenekli bir asker.
Boy you killed- - the squint- - he was a good kid.
Öldürdüğün çocuk, iyi biriydi.
He was a good boy- -
İyi bir çocuktu o.
He was a good soldier, that boy, but he had no sense of direction.
Bu çocuk iyi bir askerdi ama yön duygusu zayıftı.