I have to go in tradutor Turco
1,735 parallel translation
Right, I have to go in.
Tamam mı? İçeri girmeliyim.
- So I have to go in.
- Yani gitmem gerek.
This is not the time for me to act like this, I have to go in and do some upkeep now.
Böyle davranmak için vaktim yok, hemen gidip biraz bakım yapmalıyım.
I have to go in there.
Oraya girmem gerek.
Zoya, I have to go in the early morning.
Zoya, sabah erkenden yola çıkmak zorundayım.
If you'll excuse me, I have to go in now. Get ready for work.
Bana izin verirseniz, içeri girip işe gitmek için hazırlanmalıyım.
Well, I don't have to be in till 4 : 00, so... you go ahead and then I'll check us out of the room.
Benim dörtte işte olmam lazım. Sen git, çıkış işlemlerini ben yaptırırım.
Jones, I'll have your turkeys wrapped and ready to go in a minute. Thank you.
Bayan Jones, bir dakika içinde hindinizi hazırlayıp paket yapacağım.
I could never understand how he could just have it in his heart to let Abby go, but with Keith, that was somebody he knew and loved.
Abby'nin gitmesine müsaade edebildi, fakat daha evvelden tanıdığı ve sevdiği birisi olan Keith'e ne yaptı. Bunu asla anlayamıyorum.
Look, I wanted to talk to you because, well, the baby's due in a month and I guess I was hoping that you'd want me to have it here, y'know, so that we could... go through it together.
Seninle konuşmak istedim, çünkü bebek bir aya kadar doğacak ve burada doğmasını isteyeceğini ummuştum, böylece, bilirsin işte bu işi beraber götürmek için.
Many a times I have told him not to go to the manor in the night.
Ona kaç kere gece yarısı saraya gitmemesini söyledim.
How many times have I asked you not to go to the manor in the night!
Sana kaç sefer gece yarısı saraya gitmemeni söyledim!
I shall go straight to paris to meet king francis and ratify the new treaty between your majesties and since his holiness remains a prisoner of the emperor, I have summoned a conclave of the cardinals to meet in paris.
Paris'e giderek Kral Francis ile aranızdaki yeni antlaşmayı imzalayacağım ve bildiğiniz gibi Papa, İmparator'un tutsağı olduğu için yeni bir Papa seçimi için tüm Kardinalleri Paris'te toplayarak gizli bir toplantı yapacağım.
I have to go skinny-dipping in the Amazon to get that kind of thrill.
Sen bir cerrahsın, dostum. Heyecan yaşamak için bir deri bir kemik, Amazon'lara gitmek zorundayım.
I-I actually do have to go to work, And i don't want to get caught getting busy in a 1970s ranchero...
Aslında işe gitmek zorundayım ve 1970 model Ranchero'da iş üzerinde yakalanmak istemiyorum.
Right Now I Have To Go Give Justin's Class A Tour Of The Magazine.
Şimdi Justin'in sınıfına dergi turu yaptırmaya gitmeliyim.
Because now, I don't have to spend twenty minutes in the morning before I go to work at the bank scraping soap particles and residue off Morrie's and my clothes.
Çünkü artık sabahları bankadaki işime gitmeden önce ellerimden sabun kalıntılarını temizlemek zorunda değilim, ya da Morrie'nin kıyafetleriyle uğraşmak zorunda değilim.
Now, I have to go start work. Because in spite of all of you, I'm going to have a great day.
Benim çalışmam lâzım, çünkü size rağmen, harika bir gün geçireceğim.
Look, I have to go to Dan's parole hearing, but before I do, - I need you to hear me out.
Bak, Dan'in şartlı tahliye duruşmasına gitmek zorundayım,... ama öncesinde, beni dinlemelisin.
In Fact, I Have To Go.
Aslında benim gitmem gerek.
Have to go in tonight, I'm interviewing a new chef.
Bu gece yeni aşçıyla görüşmeye gitmeliyim.
Well, I'm running late, I'm afraid, and I fly off to this four-day conference in Chicago, which I have to go to tomorrow.
Şu anda bir yere gecikiyorum ne yazık ki, ve yarın da dört günlük bir konferans için Chicago'ya uçacağım.
My drama teacher knows this agent who was in the audience, and he was there watching, and he's, like, referring me to his associate in L.A., so, like, so I'm gonna have an agent when I go to L.A.
Tiyatro öğretmenim seçmelerdeki menajeri tanıyormuş adam orada beni izliyormuş ve beni Los Angeles'taki ortağına önermiş. Yani Los Angeles'a gittiğimde bir menajerim olacak.
I have to get changed and go in.
Üstümü değiştirip gitmem gerek.
Now, if you'll excuse me, allison, I have to go help put your bossback in office.
Şimdi, izin verirsen, Allison gidip patronunun yeniden ofise oturmasına yardım edeceğim.
I used to have to go in the stores and steal soap, steal personal hygiene things, dish-washing liquid.
Dükkânlara girip sabun çalardım. Yıkanmak için. Bulaşık deterjanı çalardım.
I have a baby-naming ceremony in the NICU and then I am meeting with a statistician to go over the slides for the talk.
Peki. Yenidoğan yoğun bakımında isim koyma törenim var. Sonra da konuşmadaki slaytlara bakmak için bir istatistikçiyle buluşacağım.
Yeah, I was in the area, and I didn't wanna go home and have to come all the way back.
Buralardaydim eve gidip onca yolu tekrar geri gelmek istemedim.
I might actually have to go in over the next few weeks... some days for some meetings and...
Gelecek birkaç hafta içinde belki bir yerlere birileriyle görüsmek için gidebilirim...
So they're leaving tomorrow for training camp in California, and I have nowhere to go.
Yani onlar yarın California'daki hazırlık kampına gidiyor. Ve benim gidecek bir yerim yok.
- I don't know. If Sarah and I have to go to the hotel to press Russian flesh you might wanna drop in on somebody whose name- -
Madem biz otele birkaç Rus görmeye gidiyoruz, belki sen de şu ismi lazım olmayan şahsı görmek istersin.
Listen, I know I pushed you to places in your head that you weren't ready to go, and I'm sorry if... you don't... have to apologize.
Dinle, biliyorum ki, seni kafanın içinde daha gitmeye hazır olmadığın bir yerlere zorladım ve çok üzgünüm, eğer... Özür dilemene gerek yok.
I have to go turn in my bells to mrs. Jones.
Bayan Jones'a zilleri iade etmem gerek.
Yeah, that's what I was gonna tell you is that one of the things on the list was that she would have to be somebody who I could leave in a room full of my friends and, like, go off somewhere and not be afraid that she couldn't handle herself.
Evet, sana söyleyecektim zaten işte listede bir kızın yapması gereken şeylerden biri arkadaşlarımla dolu bir odada bırakabileceğim ve yani bir yere gidip endişe etmeyeceğim kendisi olabilecek birisi olmalıydı.
So what I have to do is go to that photo shoot later and I don't know what your plan is, but it's sort of over in your neighborhood, so I was thinking that maybe I could come over to your place first and we can hang out a little bit.
İşte benim de sadece fotoğraf çekimi işim kaldı ve planın var mı bilmiyorum ama olay senin o taraflarda geçiyor ben de sana gelirim belki ilk önce diye düşündüm ve belki biraz takılırdık.
I'm about to go back in, I have one more thing that I have to do here, so if I don't pick up, I'll just call back.
Ben tekrar içeri giriyorum burada yapmam gereken son bir şey kaldı yani açamazsam tekrar ara yeter.
Please. I may have cut a few corners back in the day, but I'm an honest-to-go B student now.
Geçmişte bazı dolaplar çevirmiş olabilirim ama artık onurlu bir öğrenciyim.
I got to go, I have a break in the case.
Gitmeliyim, davada bir şey buldum.
There's guys that just have this confidence like when they go out with a girl they know when to lean in a kiss her and shit, I just couldn't I'd be like, "[stutters] Can I fuck you?" Just blert it out.
Ben yapamam. Ben olsam : "Seni sikebilir miyim?" Derim anca.
I have to go to the airport and try to persuade tsa to let Jane go. He's still in custody?
Sizlerin bir davayı çözmeye yardımcı olması için oğlumun yardımına ihtiyacı var.
I just really have a fire in my heart to go and sail, and my parents support my sailing a hundred percent.
TRANSPAC'A 188 GÜN KALDI Kalbimde denize açılmak için müthiş bir istek vardı ve ailem denize açılmama yüzde yüz destek verdi.
Back when I was a little kid, when I used to get salt in my hair... I used to have long hair but it wouldn't go down.
Küçükken saçıma tuzlu su bulaşınca saçım aşağı inmezdi.
I thought I might have to go back in there.
Belki geri dönmem gerekir diye düşündüm.
I wish I didn't have to go to work in the morning.
Keşke sabah işe gitmek zorunda olmasaydım.
- I have to go, and I cannot get this in my bag!
Gitmem gerek ve bu şey çantama sığmıyor!
Because I've fallen in love with you and I have to figure out how to let that go.
Çünkü tutup sana âşık oldum ve şimdi bunu atlatmanın bir yolunu bulmak zorundayım.
But I don't have a lot to go on in this cockeyed caravan.
Ama bu şaşı kervanda bel bağlayacak çok bir şeyim yok.
Well... I'm gonna have to... to go and let's this soak in or something.
Benim gidip kafayı falan bulmam gerek.
Because I went and saw this house the day before yesterday that's about to go on the market... and I have to tell you, honey, I know we have not talked about this in a long time, but this house... I walked in, and I thought, "This is our future."
Çünkü dün değil ondan önceki gün, satışa çıkarılacak bir eve gittim ve sana söylemeliyim, tatlım, uzunca bir zamandır bununla ilgili konuşmamıştık ama bu ev içeri adımımı attım ve bu evin gelecekteki evimiz olduğunu düşündüm.
I'm stuck in traffic, um, so I'm calling my wife to say that I think you probably have to stop whatever it is you're doing and go pick up the kids from school.
Trafikte kaldım, bu yüzden karımı arıyorum, her ne yapıyorsan bırakıp çocukları alman gerekiyor.
Well, that's unfortunate,'cause I have to go testify in court in five minutes and I don't have time to stand here and argue with you.
Bu talihsizlik, çünkü beş dakika sonra mahkemeye gidip ifade vereceğim, ve burada durup seninle tartışacak vaktim yok.