I have to go there tradutor Turco
863 parallel translation
[grumbles] Sorry. I have to go there.
Üzgünüm, oraya gitmek zorundayım!
I have to go there.
Oraya gitmem gerekiyor.
I have to go there to test a new car.
Yeni bir aracı test etmek için orda olmam gerek.
- Yes, I have to go there.
- Evet gidip bakmak lazım.
Well, we have to go there and see? but I'll be a good match for a husband.
Kararı sen vereceksin ama benden iyi koca olur.
There is a place I have to go with you.
Seni bir yere götürmek istiyorum.
He can have back his jewelry and anything else there is, and I'll go to Reno at my own expense.
Mücevherlerini ve diğer herşeyi alabilir ben kendi paramla Reno'ya gidiyorum.
I still don't understand why we have to go all the way out there to look at it.
Neden bütün bu yolu ona bakmak için gitmemiz gerektiğini hala anlamıyorum.
I'll bet there's no law that says I have to go out with children.
Eminim, bir çocukla çıkmam için, mevcut bir kanun yoktur.
I'll have to go over there.
Oraya gideceğim.
Besides I might to have to stay all night, and if I do there wouldn't be room for you - Please, you can't go
- Beni de yanında götür anne.
There's work to do, I have to go. Come on, quickly.
Gitmeliyim, çalışmam gerek.
How many times do I have to tell you that you can't go there?
Size oraya gitmemeniz gerektiğini daha kaç kere söyleyeceğim, ha?
I do not know whether there's anything... peculiarly exciting about the air... of this particular part of Hertfordshire... but the number of engagements that go on seem to me... to be considerably above the proper average... that statistics have laid down for our guidance.
Hertfordshire'in bu tarafındaki havadan mı kaynaklanıyor bilemiyorum ama bana sanki nişanlılık sayısı istatisliklerin bize bildirdiği ortalamanın oldukça üzerindeymiş gibi geliyor.
Well, if they make me a deacon, I'd have to go there all the time, yeah.
Eğer diyakoz oIursam, devamIı oraya gitmem gerekecek, evet.
Please hold the baby. I have to go in there.
Çocuğu benim için biraz tutar mısınız?
There you go. Mr. Packard, I have to talk to you.
Buyurun Bay Packard, sizinle konuşmalıyım.
I sometimes think, if I don't go there, it won't have to happen.
Bazan düşünüyorum da, oraya gitmezsem, olmayacak.
There are a few things that I have to go over with the three of you.
Bir kaç şey var ki bunları sizinle tartışmak istiyorum.
If you have to go out there, I'll go with you.
Oraya gitmek zorundaysan, seninle geleceğim.
I have to go back there.
Oraya geri dönmem gerek.
Moreover, I have told Max that he needs to go over there and talk sense into him. Ludwig.
Ayrıca, Max da Münih'e gidip onu görecek aklını başına almasını söyleyecek.
- I insist. There's three fat capons that have to go anyhow.
O yiyecekler nasıl olsa yenmeyecek mi?
Yes, I even thought to go there myself and have a word...
Evet, ben bile oraya gidip birşeyler söylemeyi- - Evet.
And there'll be a car waiting, and then a plane and you'll say, "Carol, honey, I have to go."
Bekleyen bir araba ve uçak olacak. Diyeceksin ki, "Carol, tatlım, gitmek zorundayım."
Well, I have to go up there.
Yukarı çıkmam lazım.
- I'll have to go out there.
- Dışarı çıkmam lazım.
And as long as we have a date to go down there tomorrow I won't have to keep you any longer tonight.
Yarın, en kısa sürede ofisinde buluşalım o zaman bu gece seni daha fazla tutmak istemiyorum. 00 : 06 : 25,552 - - 00 : 06 : 28,847 - Yarın mı?
I managed to raise some money for the shop... but if I don't get the certified bill there by sundown today... the shop will have to go out of business.
Zar zor dükkan açmak için para biriktirdim..... fakat akşam üzeri bu tasdikli faturayı akşamüzerine kadar götürmezsem..... dükkan kapanmak zorunda kalacak.
I thought I'd stay away from there, but I guess I'll have to go back.
Oradan uzak durabileceğimi düşündüm, fakat kaderimde bu varmış demekki.
Yes, I think we shall just have to go in search for the answers and... as there's always the element of danger in the unknown, I suggest we keep closer together.
Bence cevapları bulmak için araştırmaya başlamalıyız. Her zaman bilinmeyen tehlikeli bir unsur bulunur. Birlikte kalmalıyız.
I have to go there.
Oraya gitmeliyim.
There had been an accident with a car and she said Anacleto and I have to go around and ask all the neighbors.
Güya bir kaza olmuş. Anacleto'yla gidip tek tek komşulara sormamızı istedi.
I have to go up there?
Oraya gitmek zorunda mıyım?
Frank, before we go any further, there's something I have to tell you.
Frank, devam etmeden önce sana söylemem gereken bir şey var.
I'm sorry to have to put this on you, but if I go back there a second time, he might get suspicious.
Bu işi senin üzerine yıktığım için üzgünüm. Ama oraya ikinci defa gidersem, şüphelenebilir.
I'll have to go there every day now.
Artık her gün karakola gitmek zorundayım.
I have to go there
İşim yüzünden.
If you don't send back up, The soldiers have just arrived, lead them. I'll go there to help him no matter what.
eğer takviye birlik göndermezseniz... ben tek başıma ona yardıma gideceğim
The girls and I go there occasionally, but they have their own lives to lead.
Ara sıra kızlar ve ben gidiyoruz. Kızlar şimdi kendi hayatlarını yaşıyorlar.
I have to go to a store near there.
Ben de o tarafa dogru gitmeliyim.
I want all the women and kids who have houses in any kind of shape to go to them and to stay there.
Herhangi bir şekilde evi olan tüm kadın ve çocuklardan evlerine gitmelerini ve orada kalmalarını istiyorum.
Then I have two things to go there. And "Around the World" is supposed to go there.
Ayrıca şuraya gidecek iki şeyim var ve "Dünya Çapında" nın da oraya gitmesi gerek.
I'll have to go down there...
Oraya inip...
I go back to you until your satisfaction. It have there of force and power only as a Allah. "
... rızandan mahrum kalmaktan,... Senin din ve dünya işlerini dengeleyen nuruna sığınırım. "
I'll be hard on you if I have to go in there.
Oraya girmek zorunda kalırsam çok sert davranırım.
The doctors in Paris advanced me some money... because I'll probably have to go there again.
Paris'teki doktorlar bana bir çeşit ödeme yaptı. Çünkü belki... oraya tekrar gitmem gerekecek.
I have to go out there. Say something encouraging, quickly.
Bana cesaret verecek bir şeyler söylesene.
You have to go up there now and warn them, and you have to get my suitcase and get my sax under the bed, because I have an audition now.
Yukarı çıkıp bizimkileri uyarmalısın ayrıca bavulumu ve yatağın altındaki saksafonumu da getirmelisin çünkü ses sınavım var.
I guess they had to let you go, though, or they'd have been wise they didn't have all the military personnel there.
Askerlerin çoğunun burada olmadığı anlaşılmasın diye, sizin gelmenize izin verdiler.
I guess they had to let you go, though, or they'd have been wise they didn't have all the military personnel there.
Her ne kadar senin gitmene izin vermeleri gerektiyse de bütün orduyu orada tutmadıkları için akıllılık ettiler.