It's tradutor Turco
2,118,704 parallel translation
I said, "I think it's time for us to call the police."
"Bence artık polisi aramalıyız" dedim.
The day that my sister went out shopping that evening, it was all over the local news about Sister Cathy's disappearance.
Kız kardeşimin alışverişe çıktığı o gece, yerel haberler Rahibe Cathy'nin kayboluşunu bildiriyordu.
It's always like an interview getting into your e-mail.
E-postayı açarken sorguya çekiyorlar sanki.
After we found Joyce's car, it was the next day that two hunters found her body.
Joyce'un arabasını bulmamızın ertesi günü iki avcı onun cesedini buldu.
So, that's when I went back and I... told my mother and father and Donald and Darryl that it was her.
Ben de geri dönüp annem, babam, Donald ve Darryl'a cesedi teşhis ettiğimi söyledim.
That's the only memory that I have, and it never ever goes away.
Tek anım bu ve bundan asla kurtulamıyorum.
It's just like it was yesterday.
Sanki dünmüş gibi.
That's why I would like to see somebody pay for it.
Bu yüzden birisi bunun bedelini ödesin istiyorum.
We've got a terrible- - Nun disappeared. It's all over the front page.
Bir rahibe kaybolmuş, manşetlere çıkıyor.
It was just a photo taken with my new captain's hat and badge and all.
Yeni komiser şapkam ve rozetimle çekilmiş bir fotoğraf sadece.
" We don't think it's kidnapping. We don't see a problem.
" Bize göre bu bir kaçırma vakası değil.
It's hard to describe how you feel when you know somebody's in trouble and there's nothing you can do about it.
Birisinin başının belada olduğunu bilip elinizden bir şey gelmemesi tarif edilemez bir duygu.
Was involved at the time that Sister Cathy's body was discovered in Lansdowne, took the call from the hunters who reported it and went out.
Rahibe Cathy'nin cesedi Lansdowne'da bulunduğunda çalışıyormuş, avcılar durumu ona bildirmiş ve o da yola koyulmuş.
It's part of your job, and you accept it, I guess.
Bu işinizin bir parçası ve bunu kabulleniyorsunuz.
I mean, it's not a happy thing to do.
- Hayır, bu hoş bir iş değil.
It could have been somebody just living in that area... followed her or stopped her car or waved her down where her car was found.
O bölgede yaşayan birisi onu takip etmiş, arabasını durdurmuş veya arabasının bulunduğu yerde onu yavaşlatmış olabilir.
Because where her body was found... was not an area where you would just casually drive by it and say, "Oh, here's a good place to dump a body."
Çünkü cesedinin bulunduğu bölge şans eseri yanından geçip "Cesedi şuraya atabilirim" denecek bir bölge değildi.
It's wrong. It's wrong what's happened, but they're still unsolved.
Yanlış, yapılan şey yanlış ama dosyalar hâlâ çözülmedi.
"It's an open case and we cannot discuss it."
"Bu hâlâ açık bir dosya, bunu sizinle tartışamayız."
It almost leads me, personally, to believe it's a cover-up, because I can't get any information.
Bu yüzden olayın örtbas edildiğini düşünüyorum çünkü hiçbir bilgi edinemiyorum.
It's awful coincidental.
Bu acayip tesadüfi.
Has its level of corruption, and it's got its hierarchy.
Burada da yolsuzluk var, buranın da bir hiyerarşisi var.
A retired detective that I interviewed frequently who worked on it often says to me :
Sık sık röportaj yaptığım, bu dosya üzerinde çalışan emekli bir dedektif bana hep şunu der :
It's never sat right with me.
Bu beni hep rahatsız etmişti.
You know, it was unheard of to either miss church on Sunday or eat meat on Friday.
Pazarları kiliseyi kaçırmak, cumaları et yemek duyulmamış şeylerdi. ED HARGADON JEAN'İN KARDEŞİ
Got you some cereal, put some strawberries on it today instead of banana.
Sana mısır gevreği getirdim, bugün içine muz yerine çilek doğradım.
He was doing symbols on me of the crucifix with it as if it was, uh, sacred.
Sanki kutsalmış gibi üzerimde menisiyle haç işareti yapıyordu.
He was really upset and angry about something... and he was really taking it out on me.
Bir şey onu sıkmış ve kızdırmıştı, öfkesini de benden çıkarıyordu.
"Okay, let's see how much the whore likes it," you know.
"Tamam, orospu bundan hoşlanacak mı, bakalım."
It's exactly like military boot camp, and it's pretty, uh, rigorous.
Aynı ordu talim programı gibiydi, çok zorlayıcıydı.
I was standing at Joseph Maskell's door and I knocked on it.
Joseph Maskell'ın kapısının önündeydim ve kapıyı çaldım.
And he said, "Oh, yeah, yeah. It's been very effective, real effective."
Maskell da "Evet, bu çok etkili oldu, çok etkili" dedi.
And he says, "You're gonna have to be punished for this," because it was a sin.
"Bunun için cezalandırılman gerekecek" derdi çünkü bu bir günahmış.
I think that's how I put it.
Sanırım bu kelimeyi kullandım.
I must've been so totally naive, because it didn't dawn on me that this was something that was totally inappropriate.
Gerçekten çok saf olmalıymışım çünkü bunun son derece uygunsuz bir şey olduğu aklımın ucundan geçmemişti.
At some point after that, he went to Hopkins for a counseling certificate, they called it, from Johns Hopkins.
Bundan sonra Hopkins'den rehberlik sertifikası almış, Johns Hopkins'den.
The whole point of it was, she had repressed memories.
Filmin konusu, kızın bastırılmış anılarıydı.
He... But he presented it more as a challenge, you know, and with me saying, "Oh, you can't," and he's like, "Oh, let's just see."
Ama bunu bana meydan okuyormuş gibi önerdi, ben "Yapamazsın" dedim, o da "Bir görelim" dedi.
The last time that I was called to his office, it was after school, and I was in the classroom with Sister Cathy and my sister was with me.
Ofisine en son çağrıldığımda dersler bitmişti, Rahibe Cathy ile sınıftaydım, kız kardeşim de bizimleydi.
We're sitting next to each other outside Keough, it was a warm day.
Keough'nun dışında beraber oturuyorduk, sıcak bir gündü.
We don't know what it's like to be living in the world.
Gerçek dünyada yaşamak nasıldır, bilmiyoruz.
And he moved over... and there's a clump on the ground and I knew it was her.
Kenara çekildi. Yerde birisi yatıyordu, Cathy olduğunu anladım.
There's a certain thing that you do in order to survive, and that is, you leave it where it's at.
Hayatınıza devam edebilmek için yaptığınız bir şey var, o da, tüm bunları geride bırakmak.
That's it.
İşte böyle.
And he said, " It's okay. I'll...
O da derdi ki " Sorun değil.
It was like throwing up, that's what I would say.
Kusmak gibi bir şeydi, böyle tarif edebilirim.
It was Magnus in this confessional.
Günah çıkarma kabinindeki Magnus'ın anısı.
Oh, look who it is.
Bakın, kim varmış.
It's very bright.
Çok aydınlık.
So, here, it's September.
Eylül ayına gelmiştik.
And when you feel that terror, you know that it's true.
Ve bu dehşeti hissettiğinizde bunun gerçek olduğunu anlıyorsunuz.
it's fine 7136
it's not fair 795
it's friday 105
it's done 1271
it's been so long 173
it's cold 680
it's warm 139
it's over 4654
it's ok 4874
it's okay 22028
it's not fair 795
it's friday 105
it's done 1271
it's been so long 173
it's cold 680
it's warm 139
it's over 4654
it's ok 4874
it's okay 22028
it's me 10254
it's all right 8832
it's not 5855
it's about damn time 34
it's a boy 347
it's cool 1584
it's me again 322
it's only fair 72
it's a girl 287
it's just 7387
it's all right 8832
it's not 5855
it's about damn time 34
it's a boy 347
it's cool 1584
it's me again 322
it's only fair 72
it's a girl 287
it's just 7387