It's only tradutor Turco
33,663 parallel translation
It's a priority for the president and something he can only see through if he wins today's hotly contested election.
Bu, Başkan için öncelikli bir mesele ve yalnızca bugünkü çok çekişmeli geçen seçimi kazanırsa görebileceği bir şey.
It's only a dance.
- Sadece bir dans. - Doğru.
It's only a matter of time before they find you.
Acele et evlat. Seni bulmaları an meselesi.
It's only a day's journey to Longbourn.
Longbourn sadece bir günlük mesafede.
Wakanda's the only place on the planet with access to lots of it.
Wakanda ondan çokça bulabileceğin tek yer.
It's only fair.
Ancak böyle eşit.
But you know, this surveillance seminar that I'm going to, it's only supposed to be for Homeland trainees, but if you would like, I could share some of our secrets with you.
Ama şu gittiğim gözetim semineri sadece İç Güvenlik stajyerleri için olmalı ama istersen seninle bazı sırlarımızı paylaşabilirim.
It's the only thing I had 50 of.
Elimde bir tek onlardan 50 tane var.
[man 2] Ah, it's only one.
Sadece bir.
That's only... It's only two.
Sadece iki.
[Jason] It's a two-brother operation, so if I only talk to...
İki kardeş işletiyor. - O yüzden sadece biriyle...
It's only when you come into the healthy world that all of a sudden you're concerned with where it's coming from.
Ancak sağlıklı yaşama geçtiğinizde birden nereden alacağınızı dert etmeye başlarsınız.
so if you're trying to take in 1500 milligrams that doesn't sound like so much but when you're only trying to get 500 it sounds pretty good as a percentage of your daily intake.
Günde 1500 miligram tüketmeye çalışıyorsanız bu miktar fazla gelmeyebilir ama sadece 500 tüketmeye çalışıyorsanız günlük alımınızın oldukça iyi bir yüzdesini oluşturur.
it's not only cheaper but actually more effective than kind of the traditional approach and a lifetime of drugs.
Bunun nedeni de, çok masraflı ve ömür boyu ilaçlara bağımlılık yaratan geleneksel yaklaşımın aksine bu yöntemlerin sadece daha güvenli ve ucuz değil, ayrıca daha etkili olduğunun anlaşılması.
But if the press gets a hold of this, it's only gonna look like one thing : Self-dealing.
Ama basın bunu öğrenirse yalnızca kendi çıkarını düşünen biri gibi gözükeceksin.
The only reason I'm not pissed... it's because I've been in L.A. like five times.
Size kızmamamın tek sebebi, ben de L.A.'de 5 defa bulunmuştum.
That's right. And it only intensifies the pain for them.
Bu da acının daha yoğun olmasına neden oluyor.
It would only amplify the unsub's feeling of powerlessness.
Bu da şüphelinin çaresizlik hissinin artmasına yol açıyor.
I know you don't really want to hurt your friends, the only ones who truly understand what it's like.
Arkadaşlarını gerçekten incitmek istemediğini biliyorum, seni sadece onlar gerçekten anlıyor.
It's only difficult if you accept the premise that Kirk is your father.
Sadece Kirk'ün baban olduğu varsayımını kabul edersen zor olur.
You know, I just worry because it's only been two days since, you know...
Senin hakkında endişeleniyorum çünkü iki gün önce o adamı...
It's not a sure thing, but if it does work, it would not only help Eugene, it could also be our path to helping other victims of the outbreak.
Kesin olmamakla birlikte işe yararsa sadece Eugene'e yardım etmeyecek diğer salgın kurbanlarına yardım etmenin yolunu da açacak.
It's our only option.
Bu bizim tek seçeneğimiz.
It's only for five weeks.
- Altı üstü beş haftalığına.
It's only producing 500 horsepower.
Yalnızca 500 beygir üretiyor.
It was like an 18th century Cannonball Run, only with old-fashioned morphine instead of cocaine.
18. yüzyıl Cannonball Yarışı gibi tek fark kokain yerine eski usül morfinle.
It's only a second faster than a Porsche 718.
Porsche 718'den sadece bir saniye daha hızlıdır.
It is a totally sustainable car made of, effectively, wattle and daub, only the wattle has been replaced by straw and the daub has been replaced by cow poo, but the principle is the same.
Tamamen sürdürülebilir bir otomobil, etkili, sarkık ve püre yapılmış, Sadece suyun yerine saman getirildi Ve papyon yerine inek poo değiştirildi,
In 2015, it was used only twice. "
2015'te sadece iki kez kullanılmış.
It's only a V8.
Sadece V8 bir motor bu.
It's a car we hate very much because it appeals only to Nazis and hippies, and we are neither of those things.
Bu çok nefret ettiğimiz bir arabadır. Çünkü sadece Naziler ve hippilere hitap ediyor, Ve biz ne o şeylerden değiliz.
It's only gone in a third of the way.
Sadece yolun üçte birinde gitti.
Number one, he's put a 90 horsepower engine in it, which actually is probably only 40.
Bir numara, Içinde 90 beygir gücünde bir motor takılıyor, Aslında muhtemelen sadece 40'tır.
It's only three kilometres to go now. Three.
Şimdi gitmek için sadece üç kilometre var.
This necklace, this is his and, um, it's the only thing I have left of him.
Bu kolye, bu onun, ben de kalan yegane şeyi.
I am sorry and it's really not the only reason.
Özür dilerim, ama tek sebep bu değil.
It's the only way it makes sense.
Ancak bu şekilde mantıklı oluyor.
What? It's my one and only candy bar for the night.
Bu gece yiyeceğim tek şeker bu.
It's only for five weeks.
Altı üstü beş haftalığına.
Maybe, but it would only take Kirk two minutes to find out that we're onto him and then we lose him and The Thrushes and any hope that we have of assessing how badly the breach of the Post Office has damaged national security.
Olabilir ama Kirk'ün, peşinde olduğumuzu anlaması 2 dk sürer. Sonra ne onu ne Ardıç Kuşlarını ne de Postane'deki sızıntının ulusal güvenliği ne derece ifşa ettiğini tespit edemeyiz
Clearly your only concern is that it might actually bother me that I'm about to entrap my biological father, that because of me, he's gonna go to prison for the rest of his life.
Ama senin tek endişen, biyolojik babamı tuzağa çekmenin beni rahatsız ediyor olması. Çünkü benim yüzümden ömür boyu hapis yatacak.
But the only circumstances under which I'll accept your help... is if it's given freely.
Fakat yardımını sadece özgür iradenle teklif edersen kabul ederim.
It's only making him worse.
Yoksa durumu daha da kötüleşecek.
It's like we're filling a giant tank with a hole in it, and the only thing we need to do to stop it is to give him steroids, a lot of them as soon as possible.
İçinde delik olan dev bir depoyu dolduruyor gibiyiz. Yapmamız gereken tek şey bunu durdurup hastaya mümkün olduğunca çok steroid vermek.
It's our only option.
Tek seçeneğimiz bu.
I mean, I only ask because it's a little unusual for the father to be here alone.
Yani, sorma sebebim, bir babanın burada yalnız olması garip.
It's not the only way.
Tek yol bu değil.
It's only ten feet.
- Sadece 3 metre.
It's the only hope he's got.
Elimizdeki tek umut bu.
That's only enough to light it for one night.
Bu bir gecelik ışık için yeterliydi.
It's only one room, one flaw.
Alt tarafı tek bir oda, tek bir kusur.