Look at me in the eyes tradutor Turco
48 parallel translation
Look at me in the eyes when I'm talking to you.
Seninle konuşurken gözlerimin içine bak.
Look at me in the eyes.
Gözlerimin içine bak.
Will you look at me in the eyes next time we do it?
Bir dahaki sefere yaptığımızda gözlerimin içine bakar mısın?
No. So look at me in the eyes, everything will be fine.
Gözlerime bak, her şey yolunda gidecek.
Look at me in the eyes and talk...
Gözlerime bak ve söyle...
Look at me in the eyes!
Gözlerime bak!
Denny, look at me in the eyes and tell me the truth.
Denny, gözlerimin içine bak ve gerçeği söyle.
Joey, look at me in the eyes.
Joey, gözlerime bak.
I'm asking you a question now, Patrick. Look at me in the eyes.
Sana bir soru soruyorum, Patrick.
Don't look at me! Do not look at me in the eyes.
Gözümün içine bakma.
I want her to look at me in the eyes - and say all of this to my face. - She's a freelance writer.
Gözümün içine bakıp ne söyleyecekse yüzüme söylesin.
Wonderbra. "Look at me in the eyes."
" Gözlerimin içine bak.
Don't look at me in the eyes!
Gözlerimin içine bakmayın!
- I want you to look at me in the eyes, and I want you to give me your word of honor... that today, or tomorrow, you're gonna go to Emma's house and you're gonna knock on her door... and you are finally gonna get this asinine bull honky over with.
Senden gözümün içine bakmanı ve bana şeref sözü vermeni istiyorum. Bugün ya da yarın, Emma'nın evine gidecek kapısını çalacak ve artık bu eziyete bir son vereceksin.
They do not look at me in the eyes.
Benim yüzüme bakmıyorlar.
Look at me in the eyes when I say this. I'm being beyond serious.
Bunu söylerken gözlerimin içine bak.
Look at me in the eyes, baby!
Gözlerime bak, bebeğim!
Put the drink down and look at me in the eyes.
İçkini bırak ve gözlerimin içine bak.
He looked away, he didn't want to look at me in the eyes.
Bakışlarını kaçırdı, gözlerime bakmak istemedi.
Marty? Look at me in the eyes.
Marty, gözlerime bak.
She says she's okay now... but she wouldn't look at me straight in the eyes.
Daha iyi olmuş ama gözü beni görmüyor.
I seen him come home, night after night and he'd look at the rug and he'd look at me, the red showing in his eyes, the veins moving in his head.
Her gece eve geldiğinde halıya bakar ve sonra bana bakardı, kan çanağı gözlerini, başında hareket eden damarları gördüm.
Look... anything worth anything has a price, and when I'm standing next to your deathbed looking as young as I look right now and I see that fear in your eyes at the moment of death... then, then tell me the price is too stiff.
Her şeyin bir bedeli vardır. Sen ölüm döşeğindeyken, senin kadar genç bir halde, yanında dururken,... ve gözlerinde ölümün korkusu gördüğümde de bana bedelin çok ağır olduğunu söyleyebilecek misin göreceğiz.
Look me in the eyes when I'm talking to you! Look at me, filthy bitch.
Seninle konuşurken gözlerimin içine bak.
And the French people stared at me with that look in their eyes of, "Quoi?"
Fransızlar bana dik dik baktılar, gözlerinde de şu ifade vardı ; ( Ne? ) "Quoi?"
It's nice when she gets up in the morning... like she comes and wakes you up, and you look at her... and she has this very special smile on her face... and she leans to me like this... looks at you, and as soon as you open your eyes... one day she says to me, "I love you to the moon."
Sabah uyurken beni uyandırmak için yanıma gelir. - Ona bakarım ve çok özel bir gülüşünü görürüm. - üzünü bna doğru bu şekilde yatırır.
Thinking back to that day at the clinic, I remember trying to look in Lon's eyes to see if I could even begin to understand what she was going through, and how she wouldn't look at me.
Klinikteki o günü düşündüğümde, neler yaşadığını ve... neden bana bakmadığını kestirip kestiremeyeceğimi anlamak için... Lon'un gözlerine bakmaya çalıştığımı hatırlıyorum.
One time, I saw a man looking at me, yes, with his eyes, and then he picked up a tube and he look in the tube and he made the moon big inside the tube.
Bir gün bir adam beni izliyordu evet, gözleriyle ve sonra bir tüp aldı o tüpten baktı. ... ayı büyüttü tüpün içinde.
Look me in the eyes, look at me, damn it!
Gözlerimin içine bak, lanet olsun!
Look at me, look me in the eyes, and tell me that you don't doubt him sometimes.
- Bana bak. Gözlerime bak ve bana bazen ondan şüphelenmediğini söyle.
Now is not the time, I know, but I must say, you are... more than ever, your eyes, even when you look at me in anger, I feel you.
Sırası değil, biliyorum ama itiraf etmeliyim her zamankinden daha güzelsin, gözlerin, bana kızarken bile seni hissediyorum.
Look at me straight in the eyes.
Gözlerimin içine bak!
That "do it" look she gets in her eyes whenever she so much as glances, at you, me, the kids.
O bakışı, bize, çocuklara.
All i get is a letter you could at least look me in the eyes when you ripped out my heart.
Tek aldığım bir mektup oldu. Kalbimi kıraraken en azından gözümün içine bakabilirdin.
The way that you look at me, I... I can see it in your eyes.
Bana bakışın, ben... gözlerinden anlayabiliyorum.
Look at the darkness in the eyes, face to face and tell me what you see.
Karanlığın gözünün içine bak. Ve bana ne gördüğünü söyle.
I look at my co-workers and I see the doubt in their eyes and it makes me doubt myself. I mean, they used to be my friends.
İş arkadaşlarımın gözlerindeki şüpheyi görünce ben de kendimden şüphe ediyorum.
If you're gonna shoot me, you look at me in the eyes, okay?
Ama iyi bak.
There's- - I have a lot of good reasons for all of this, and I can go into them if you want, but look at me- - look me in the eyes.
Bunu yapmam için bir sürü sebep var ve istersen teker teker sayarım ama bana bak, gözlerime bak.
Whenever I talk to men about being gay, they get this look in their eyes like they're imagining me doing the scissors with Cheryl Cole.
Ne zaman bir erkekle eşcinsel olmamı konuşsam gözlerini bir yana atıp Cheryl Cole ile mercimeği fırına verdiğimi hayal ediyorlar.
Big loogie in the face would have been nice, but at least a good look in his eyes let me know we're right about him.
Karşısında içinde Büyük balgam güzel olurdu, ama en azından iyi bir görünüm Gözlerinde beni şu onun hakkında olan bildirin.
Later, in chains, I look back, and they're burning the huts of my village, and I see two red eyes staring back at me, out of the trees.
Sonra, zincirler içinde dönüp bakınca köyümün kulübelerini yaktıklarını gördüm. Ağaçların arasından iki kızıl gözün bana baktığını fark ettim.
Hey, look at me, look at me in the fucking eyes!
Bana bak, gözlerime bak!
And when it's done, and it will be done, you and I are gonna meet back here at this restaurant, at this same table that I used to share with my boy, and I'm gonna look you in the eyes, just like you're looking me in the eyes right now, and I'm gonna see how empty they are without your son in the world.
Bu iş bittiğinde ve bitecek de seninle bu restoranda yeniden buluşacağız bu masada benim oğlumu konuştuğun gibi tıpkı şu an gözlerime baktığın gibi ben de senin gözlerine bakarak oğlun olmadan dünyanın ne kadar boş olduğunu göreceğim.
But the next time you look at me with such disdain in your eyes, you consider how similar we are.
Ama bana bu aşağılayıcı bakışlarla bir daha baktığın zaman, ne kadar benzediğimizi anlayacaksın.