Necessarily tradutor Turco
3,229 parallel translation
Now, I don't know if it's been made clear to you, but supporting this new school does not necessarily mean you'll be signing a contract to teach there.
Yeterince açık mı bilemiyorum. Ama bu yeni okulu desteklemek burada sözleşmeli olacağın anlamına gelmiyor.
Just a few, yeah, and I'm not necessarily saying... I don't want to get ahead of myself here.
Sadece birkaç, evet ve bunu söylememe gerek yok ama aceleci davranıp hata yapmak istemiyorum.
Possibly, but not necessarily.
Olabilir, zorunlu da değil.
I don't have a problem with it necessarily, but it seems to perturb your coworkers.
Bununla ilgili bir sorunum yok, ama diğer çalışanlar rahatsız oluyor.
- No, no, not necessarily.
Hayır, hayır gerek yok.
More ritualised than necessarily serial. But really spread out.
Seri olmaktan çok ayinseller ve dağınık haldeler.
Not necessarily.
Gereği yok.
I wouldn't necessarily call myself a psychopath, you know, and I didn't go to Hell, obviously.
Kendime bir psikopat demem ve gördüğün üzere cehenneme de gitmedim.
No, not necessarily.
Hayır, gerek yok. Değmez.
- Not necessarily.
- Bir şey demek zorunda değilsin.
Yeah, but that doesn't necessarily...
Evet ama bu gerekli değil ki
Not necessarily.
Pek sanmıyorum.
I go out at night alone necessarily but it is not so bad as that.
Akşam çıkmaya başladım. Tabii yalnız çıkıyordum ama çok da sevimsiz olmuyordu.
But, that doesn't mean her intentions are necessarily honourable.
Ama, Bu Onun Niyetlerinin Mutlaka Onurlu Olduğunu Anlamına Gelmez.
Not necessarily.
Bu Şart Değil..
Lawrence just beat me in court today, so I wouldn't necessarily call us "friends."
Lawrence ile bugün mahkemede kapıştık. Bu yüzden bize, kesinlikle arkadaş demezdim.
I told you, you don't have to... necessarily.
Söyledim sana, gerek yok. Şart değil.
We can't necessarily hire somebody to do the job if we don't have information.
Eğer bilgimiz yoksa geçici olarak bu işi yapacak birini işe alamayız.
Not necessarily.
Aslında hayır.
I'm not sure Monika would necessarily know.
Monika bunu bilebilir mi emin değilim.
I wasn't necessarily... You... and...
Gerekli değil ama... sen ve ben...
I'm not sure that's a good idea, necessarily.
Bunun iyi bir fikir olduğundan emin değilim.
Yeah, which isn't necessarily a bad thing f-for Grace.
Bazı dosyaları birleştiriyor. Ki bunlar illaki Grace için kötü bir şey demek değil.
Oh, well, I wouldn't necessarily say that.
Ben öyle demezdim tabi.
I have a lunch at the 4As, so I should be back in time, but not necessarily conscious.
4 As'ta yemek yiyeceğim, vakitli dönerim ama kafam yerinde olmayabilir.
I have a lunch at the 4A's, so I should be back in time but not necessarily conscious.
4 As'ta yemek yiyecegim, vakitli dönerim ama kafam yerinde olmayabilir.
Some are necessarily true.
Bazılarınınsa doğru olması gerekir.
Some are true on this planet, but not necessarily others.
Bazıları bu gezegende doğrudur, ama diğerlerinde değildir.
That doesn't necessarily mean we can't try to ask him some questions.
Bu ona soru sormayı deneyemeyiz anlamına gelmez.
That's just not necessarily the show I'm writing.
Ama bu benim yazdığım gösteri olmak zorunda değil.
Not necessarily.
Tam olarak öyle diyemeyiz.
But it doesn't necessarily mean it's falling apart.
Ama bunun dayanacak gücü kalmadığı anlamına gelmesine gerek yok.
But not necessarily in a bad way.
ama kötü yoldan olmak zorunda değildi.
She has some prednisone, yes, but she's hypersensitive to drugs, so it's not necessarily her best first option.
Prednisone kullandı, evet. Ama ilaçlara karşı aşırı hassas. Yani en iyi seçeneği bu değil.
It's a measure that's not necessarily definitive.
Bu bir önlem, sonsuza kadar sürmeyebilir.
Well, that's not necessarily life-changing money, is it?
Bu pek de hayat değiştirecek bir para değil, değil mi?
Not necessarily a bad thing.
Kötü bir şey olması gerekmiyor.
Given his abnormal mental status, not necessarily.
Anormal mental durum göz önüne alınırsa, hayır gerekmez.
Does that mean he didn't kill her? Not necessarily.
Tam olarak değil.
Not necessarily, Ray. Hold on a sec.
buna gerek yok, Ray. bi saniye bekle.
Not necessarily.
Pek sayılmaz.
Well, we all do things we don't necessarily like for the people we love.
Hepimiz bir şeyi sevmesek bile bunu sevdiğimiz insanlar için yaparız.
Well, I did say that I would go on any adventure with him, but not all adventures are things you're necessarily dying to do.
Onunla her maceraya varım demiştim, ama yapmak için ölmek zorunda olduğun maceralar değil tabi.
I did a search of chess players rated 2,200 or higher, which would make them Masters but not necessarily professionals.
En az 2,200 puanlı satranç oyuncularını taradım, bu puan onları usta yapar ama profesyonel olmaları gerekmez.
Not necessarily.
Bu şart değil.
We won't necessarily press charges, but I need every gun on the premises for a ballistics check.
Suçlama yapmamıza gerek olmayacak ama arazideki tüm silahlara balistik inceleme için ihtiyacımız var.
We didn't necessarily see eye to eye.
Her zaman aynı fikirde olmuyorduk.
He always seemed to manage to make his pictures look like an event, even though they were not necessarily specifically of somebody.
Resimlerini her zaman bir hadise gibi gösterebilmeyi başardı. Üstelik kesinlikle kimseye özgü olmamalarına rağmen.
And then there was a certain faraway sound, as though she wasn't necessarily up to the phone, when he put the gun in his mouth and pulled the trigger.
O sırada uzaktan gelen belirgin bir ses vardı. Muhtemelen, Hunter silahı ağzına sokup tetiği çektiğinde karısı telefonun başında değildi.
Well, not - - not necessarily.
Pek sayılmaz.
Not necessarily.
Garantisi yok.