English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Inglês → Turco / [ O ] / On it

On it tradutor Turco

237,116 parallel translation
Our benefactors are insisting on it.
Bağışçılarımız bu konuda ısrar ediyor.
I'll put some people on it. Now, go.
İIgilenecek birilerini bulurum.
I'm on it.
Hallederim.
I am working on it, and this would be a lot easier without this cocky doody interruptions.
Üzerinde çalışıyorum. Beni ikide bir bölmezsen bunu daha kolay yapacağım.
- On it.
- O da geliyor!
It's even got a camera on it.
Kamerası bile var.
Next time, just bring your own blanket and sit on it.
Bir dahaki sefere kendi örtünüzü getirin.
Not like, "Sit on it!"
"Otur şuraya!" gibi değil.
Make sure that's our name on it.
Bizim ismimiz mi yazıyor emin ol.
Yeah, it's just... you're risking your life when shooting him on sight would be a little bit easier.
Evet, sadece... hayatını riske atacaksan onu gördüğün ilk yerde öldürmek daha kolay olurdu.
It took its toll on you, the things Rittenhouse told you, the things they must have made you do.
Rittenhouse'un sana söyledikleri, ve senden yapmanı istedikleri şeyler sana çok fazla geldi.
God, it's been a decade now.
Tanrım, on sene oldu.
It didn't work on me because I'm so awesome.
Benim üzerimde işe yaramadı çünkü ben muhteşemim!
Okay, given the 22 degree angle of the platform and a launch speed of 2.5 miles per second, it's on track to reach 40,000 feet and then...
Peki. Platformun 22 derecelik açısını ve saniyede dört kilometrelik ateşleme hızını göz önünde bulundurursak, 12 kilometre yüksekliğe ulaşacak ve sonra... Eyvah!
It didn't work on me. It didn't.
- Benim üzerimde işe yaramadı.
It doesn't work on you'cause you're an egomaniac?
Sende işe yaramadı çünkü sen egoistsin, öyle mi?
It worked on Mr. Carsen and Mr. Stone.
Bay Carsen ve Bay Stone'da işe yaradı.
It didn't on you.
Ama sende yaramadı.
No, it's an obligatory, just-the-facts report on the town hall.
Hayır, bu meclis toplantısıyla ilgili sadece gerçeklere dayanan bir haber.
It's on every menu.
Her menüde var.
Say, listen, we have a half a pitcher of sangria, it's still early. Come on, hang around a while.
Baksana, yarım sürahi sangriamız * var, daha erken biraz daha takılalım.
Come on, Esther, do it.
Haydi Esther, yap.
You know how hard it was to write a five-page paper on the Louisiana Purchase using a computer that doesn't have the letter "L"?
L harfi olmadan Louisiana Purchase'de beş sayfa yazmak ne kadar zor biliyor musun?
Yeah, well, maybe if you were more on top of it, he wouldn't always be doing everything at the last minute.
Belki işini biraz daha iyi yapsaydın her şeyi son dakikada yapmazdı.
Are you saying it's my job to make sure Brick's on top of it?
İşimin Brick'in iyi olmasını sağlamak olduğunu mu söylüyorsun?
It's not all on you.
Hepsi sizin için değil.
Ooh, maybe we could ask each of them to give us a kidney, sell it on the black market.
Belki de onlardan kara borsada satmak için bir böbrek isteyebiliriz.
I was thinking about Florida, and I was on the beach petting Hemingway's cats, and it was hot.
Florida'yı düşünüyordum, sahildeydim Hemingway'in kedisini seviyordum ve hava sıcaktı.
Well, I think sometimes it's better if we just come to it on our own, you know?
Sanırım bazen kendimiz gelmemiz daha iyi.
Wow. We're legends on this campus, and we owe it all to the'Bago.
Vay be, kampüsün efsaneleriyiz ve bunu Bago'ya borçluyuz.
Well, hopefully it'll happen on the bus and the driver will just carry him to the stoop.
Umarım otobüsteyken olur da şoför onu getirmeye tenezzül eder.
It's got all sorts of neat stuff on here.
Her türlü özellik var.
Of course, I'm not sure it can be classified as rushing at six miles an hour. Yeah.
Elbette saatte on kilometre hızla hemen geldim sayılmaz.
And I don't know what they were smoking, but it could have been marijuana, because one of them had a knit hat on.
Sigara içtiklerini bilmiyordum ama esrar olabilirdi çünkü bir tanesi örme şapka takıyordu.
Sorry. I know it's all the way on the other side of campus.
Üzgünüm, kampüsün diğer tarafında olduğunu biliyorum.
I have to puke, and I want to do it on the Econ Building
Kusmam gerek ve bunu Ekonomi Fakültesi'nin önüne yapmak istiyorum.
It looks really good on your neck.
Boynunda çok iyi durmuş.
Pfft. It must be the medication he's got me on, I guess.
Sanırım ilaçlar beni ele geçirdi.
And to think I was this close to blowing it on a goat for a starving family.
Açlıktan ölmekte olan bir aileye bir keçi almış olmaya en yaklaştığım andı.
And I was walking on my campus yesterday and it was really warm and pretty out and I remembered this word you made up when we were young to describe days like that where it suddenly is warm again.
Dün kampüste yürüyordum, hava gerçekten sıcak ve güzeldi ve küçükken böyle birden ısınan günler için uydurduğun kelimeyi hatırladım.
It's up to us to carry on the Heck name.
Heck adını taşıyıp taşımamak bize kalmış.
I could've sworn I put it down on the counter.
Tezgahın üzerine koyduğuma yemin edebilirim.
I'm pretty sure you put it over on the table.
Masaya koyduğuna eminim.
I don't know what's going on, but you two have been going at it like Cain and Abel since you got here.
Neler oluyor bilmiyorum ama buraya geldiğinizden beri Kabil ve Habil gibisiniz.
It's time to move on.
Önüme bakmanın zamanı geldi.
Yeah, I would get in right now, but it's about to be dark, and that teen who shoplifted from Quiksilver is still on the loose.
Evet, şimdi girerdim ama hava kararıyor ve Quiksilver hırsızı hâlâ yakalanmadı.
Mm-hmm. It's in a mini-mall on Route 37 next door to the gas station with the good hot dogs.
37'nci yoldaki iyi sosislileri olan benzin istasyonun yanındaki küçük bir avm.
That's it! I'm not buying you something I've never seen on you.
Üzerinde görmediğim bir şeyi sana almayacağım.
And it loves being on me.
O da benim olmayı sevdi.
Put it on the list.
Yapılacaklar listesine ekle.
Ever since we've had the Donahues'address on our curb, it's been one good thing after another.
Kaldırımdaki numara Donahueların olduğundan beri iyi şeyleri birbiri ardına geldi.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]