English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Inglês → Turco / [ O ] / Oodles

Oodles tradutor Turco

57 parallel translation
Maybe that little shower will bring us oodles of luck.
Belki o küçük duş bize bol şans getirir.
We've got oodles of time.
Bol bol vaktimiz var.
I hear oodles and oodles of repartee... but I don't see any drinking.
Bir sürü çene çalışını duydum ama içki içtiğini görmüyorum.
Every summer, I say that and I buy oodles of suntan lotion and at the end of the summer, I'm still just as pale as a mushroom.
Her yaz böyle söylüyor ve yığınla güneş losyonu alıyorum ancak yaz sonunda yine hayalet gibi solgun oluyorum.
There were oodles and oodles of little strawberries along the old town road.
Eski kasaba yolunda tonlarca küçük çilek vardı.
I eat oodles of carrots.
Çok miktarda havuç yerim.
- What sane person would want to waste their time on school politics when they could be spending oodles of quality time with me.
- Hangi aklı başında insan benimle kalitesi yüksek zamanlar geçirmek varken, zamanını okul politikalarıyla harcamak ister ki.
- Yep.'Cause I wouldn't want us to miss out on our'oodles of quality time.'
- Hıhı. Çünkü kalitesi yüksek zamanları kaçırmamızı istemem.
Put them on the Oodles of Noodles.
O halde makarnalara koy!
I mean, here she went and slept with Jack and the only thing protecting her from the oodles of guilt that one amasses from such a critical event was the slight chance that you and Jen bumped uglies.
Gidip Jack ile yatıyor. Ve onu pek çok suçluluğundan koruyan tek şey sen ve Jen'in sevişmiş olma ihtimali.
You'll have oodles of fun!
Çok eğleneceksin.
It's embarrassing', ain't it, the way us Tiggers go oozin'oodles and doodles of affection?
Tiggerların birbirlerine hitap şekilleri çok mahcup edici değil mi?
I have oodles.
Hem de çok.
Plus I've got oodles of time.
Ayrıca çok vaktim var.
Do you know how many zeros there are in oodles?
Pek çokta ne kadar sıfır vardır bilir misin?
They have four kids, a house in Connecticut just filled with oodles of joy and happiness.
Hayatı sadece mutluluk ve neşe tomurcuklarıyla dolu. Yumruğu patlatacaktım.
Hey, this has been oodles of fun.
Gerçekten çok eğlenceliydi.
And best of all, there's oodles of room in the medicine cabinet for my cosmetics.
En iyi kısmı da, ecza dolabında kozmetiklerim için dünya kadar yer var.
- Oodles.
- İnanılmaz.
And not just a few... oodles.
Ve çimlerde gül yaprakları olacak. Ve az da olmayacak. Çok çok fazla.
At my wedding, we had oodles of petals.
Benim törenimde, çok fazla gül yaprağı vardı.
Because I'm betting there's oodles of space down there right about now.
Şu anda orada bol bol yer olduğundan eminim.
Pheochromocytoma sits on top of the adrenal gland, randomly spits out oodles of the stuff.
Feokromasitom, böbreküstü bezinin üstünde bulunur rast gele ve yüksek miktarda adrenalin salgılanmasına neden olur.
I heard they're up oodles.
Büyük miktarlara çıktıklarını duydum.
Define oodles. Six figures.
Büyük miktarı tanımla.
Oodles.
Tonlarca!
Oh, this is going to be oodles of fun.
Oh, bu çok şen olucak.
don't say "oodles" unless it's followed by "noodles."
gerekmedikçe "şen" deme, "şehriye" gibi oluyor.
She's wearing oodles of expensive designer clothing.
Pahalı tasarımcıların kıyafetlerinden giyiyor.
I've got oodles of guys like you around me.
Etrafımda senin gibi tonla adam var.
She adored'The Noblets'because everyone was brown, lived in a teapot and had oodles of friends.
"Nobletler" e bayılıyordu çünkü herkes kahverengiydi, bir çaydanlığın içinde yaşıyordu ve çok fazla arkadaşa sahipti.
He was 44 and liked'The Noblets'as they lived in a delineated and articulated social structure with constant adherent conformity and also because they had oodles of friends.
44 yaşındaydı ve "Nobletler" i seviyordu çünkü daimi uyuma bağlılıkla, çizili ve eklemlenmiş sosyal bir yapının içerisinde yaşıyorlardı ayrıca çok fazla arkadaşlara sahiptiler.
Oodles of records.
Bir yığın kayıt.
Oh, you can kill us in oodles of really inventive ways, but before you do kill us allow me and friends Amy and Rory to congratulate you on being an absolutely worthy opponent.
Bizi çok çeşitli şekillerde öldürebilirsin, ama öldürmeden önce arkadaşlarım Amy ve Rory'ye seni çok değerli bir rakip olduğun için tebrik etmelerine izin ver.
Um, it's the post-date part of the thing that I don't have oodles of experience in.
Bu randevu sonrası kısım hakkında pek fazla tecrübeye sahip değilim.
Patient Siberia gets first dibs on a kidney Because he's some VIP. with oodles of cash.
Sibiryalı hasta böbreği alacak ilk kişi oluyor çünkü çok parası olan önemli birisi.
We have oodles of them!
Hem de bir sürü! - Var, eğer bana inanmıyorsan Cuma akşamı partimize gelir ve onlarla tanışabilirsin. - Tabii canım.
Ooh, I've got oodles of secrets.
Çok ilginç. Bende pek çok sır var.
And I've got oodles of time. I think.
Bende de pek çok zaman var.
"Oodles" is a gay form of measurement, right?
Sanırım. "Pek çok" ölçünün geycesi, değil mi?
Now, I have oodles of community theater experience.
Benim bir sürü şehir tiyatrosu tecrübem var.
- Nectar of violet it's extremely rare, but turns out the Dark Fae have oodles of it in their greenhouse.
- Menekşe nektarı, nadir bulunur, Karanlık Fea serasında oldukça fazla bulunabiliyor..
Oodles of love and heaps of good wishes from Cam. "
Kucak dolusu sevgiler ve iyi dilekler, Cam'den. "
I send oodles of data down there every week, but does Hell give a damn?
Her hafta bilgiler gönderiyorum ama cehennemin umurunda mı?
That's great,'cause I have oodles.
Bu iyi, çünkü benim bir sürü var.
We have oodles to unpack.
Konuşmamız gereken çok şey var.
Subzero appliances in the kitchen, two-car garage, and your nearest neighbor is a mile away so you'll have oodles of privacy.
Dondurucu malzemeleri mutfakta, 2 araba garajı ve en yakın komşu buradan 1,5 km uzaklıkta yani özel hayatınızı rahatça yaşarsınız.
There'll be oodles of money there.
Zibil gibi para olacak orada.
Oodles, I say.
Zibil gibi.
- Oodles.
- Pek çok.
Candy? Oodles of it.
- Çikolata mı?

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]