So there you have it tradutor Turco
304 parallel translation
So there you have it.
Ama artık sen biliyorsun.
So there you have it.
İşte böyle yapıyorum.
So there you have it your leader on a date with his wife, deeply in love.
Yani liderinizin, karısıyla beraber aşk dolu bir buluşma yaşadığına şahit oldunuz.
So there you have it..
İşte gördüğünüz gibi.
- So there you have it.
- İşte böyle.
So there you have it.
İşte gördünüz.
The nerve you have sitting there, talking about it so calmly.
Orada oturmuş nasıl da utanmadan sakin sakin anlatıyorsun.
Then we'll put all these there, too, and then we'll board it up... so you'll never have to see it again, never even think of it.
Bunları da oraya koyup kapatırız... böylece onları bir daha görmezsin, hatta düşünmezsin bile.
And if you have any reason to believe there was an irregularity on the part of Officer Garwood, it is your duty so to state.
Ve memur Garwood'un görevini ifa ederken bir hata yaptığını düşünüyorsanız bunu belirtmek sizin göreviniz.
Look there, on the horizon, is a smile so soft you have to be very quiet and watchful to see it at all.
Bak, ufukta çok yumuşak bir gülümseme var hepsini görebilmek için çok sessiz ve dikkatli olmalısın.
So you picked up a poker... and let him have it. There you are.
Sen de demiri kaptığın gibi... kafasına indirdin ve bu hale düştün.
It's a pity you have to rush off when there's so much we might have discussed.
Konuşacağımız o kadar şey varken, ne yazık ki, çabucak ayrılmak zorundasın.
I was so mad, I could take and push your guts right out through your back and I would have done it too if you had been standing there.
O kadar delirmiştim ki bağırsaklarını söküp çıkarabilirdim ve burada dikiliyor olsaydın, yapardım da.
I'll draw up the complaint, take care of the details, but you do have jurisdiction, it says so right there.
Ben şikayette bulunup, ayrıntılarla ilgileneceğim ama yetki sende, burada böyle yazıyor.
Even if there's no poverty to be seen, because the poverty's been hidden even if you got more wages and could afford to buy more of these new and useless goods and even if it seemed to you that you never had so much that is only the slogan of those who have that much more than you.
Sefaletin üstü iyi örtüldüğü için ortada gözle görülür bir sefalet kalmamış olsa bile maaşlarınız arttığı için bu yeni ve işe yaramaz ürünlerin daha çoğunu almaya gücünüz yetiyor olsa bile ve size daha önce hiç bu kadar çok şeyiniz olmamış gibi gelse bile hâlâ sizden çok daha fazlasına sahip olanların savaş çığlığıdır bu sadece.
You would not have denied it so vigorously if there wasn't.
Eğer olmasaydı daha içten inkar ederdiniz.
So you couldn't have seen it after you got up because it was no longer there.
O zaman kalktıktan sonra onu göremezdiniz, çünkü artık orada değildi.
God, it has been so long. You don't think there's any chance I have lost it, do you?
Sence yeteneğimi kaybetmiş miyimdir?
So there you have it.
İşte.
If what you have there is so strong for you, if it's what you never had, stick to it.
Eğer yaşadığın bu denli güçlüyse ve hiç sahip olamadığın hayalin buysa,..
Go to Pelhrimov and have a look at the cramtorium - so you know what it's like there.
Pelhrimov'a git ve oradaki krematoryum'a yakından bak. Nasıl bir yer olduğunu gör.
There's only one bathroom on this floor, so you have to share it.
Bu katta sadece bir banyo var. Onun için banyoyu paylaşmak zorundasınız.
Yes, although, if you remember, it was before you moved your desk round this way, so Philip would have been over there.
Evet ama hatırlarsan masanın yerini değiştirmeden önceydi. Yani Philip şuradaydı.
- No. So, there you have it.
Bak ne buldum.
If it's a war situation, to solve that war situation... you have to negotiate, and so to accept that there are two sides... putting around a table to negotiate... and that, the British government doesn't accept.
Eğer savaş haliyse, savaş halini ortadan kaldırmak için uzlaşmaya varmak zorundasınız ve bunu kabul etmek için iki tarafın bir masada oturup uzlaşması gerekir ve İngiliz Hükümeti bunu kabul etmiyor.
I call it "self-feeding" because there is a sense in which improvements in the original radars directly necessitate later improvements in the same radar, even though it's going via the loop of making the radars on the other side get better, so the more you have, the more you need, the more you get.
Buna "kendini besleme" diyorum çünkü aynı radardaki daha sonraki gelişmeleri doğrudan gerekli kılan özgün radarlardaki gelişimin bir anlamı var karşı taraftaki radarları daha iyi hâle getiren döngüyle birlikte ilerlemesine rağmen böylece daha fazlasına sahip oldukça daha fazlasına ihtiyaç duyar, daha fazlasını alırsınız.
It's not bad, but I have to warn you, there are so many robbers here.
Kötü sayılmaz, ama uyarayım, etrafta çok hırsızlık oluyor!
You have to keep your reflexes so that when you want it's there!
İstediğin anda orada olmasını istiyorsan reflekslerini korumak zorundasın.
You know, your man has the head of a fly and he's chasing his wife all over the place, she's trying to hide the jam so as he won't get stuck in it... – I have to stop you there.
Biliyorsun, senin adamda sinek kafası var... her yerde karısının peşine düşüyor, kadın da... kocası reçel kavanozuna düşmesin diye reçeli saklamaya çalışıyor... - Orada dur bakalım.
You see, I was doodling on the bill and so if you have a 20 in there with big lips on it well, that's mine.
Görüyorsunuz, Ben paraya bir şeyler karalıyordum ve eğer üzerinde dudak resmi olan 20 dolarınız varsa benimdir.
There's so much I never told you, but... This is the time we have left, so I'd better say it now.
Sana söylemediğim çok şey var fakat elimizde kalan tek zaman bu, bu yüzden şimdi söylesem iyi olur.
You can give up on yourself and take the Barney-guarding job - like so many of us have contemplated in our darkest moments - or you can admit to yourself there's only one person that can make you happy... and do whatever it takes to get them back!
Kendinden vazgeçip Barney'e göz kulak olmak hepimizin kötü zamanlarında yapmayı düşündüğü gibi ya da burada seni mutlu edebilecek tek kişinin kendin olduğunu farkedip ne gerekiyorsa onu yapmalısın.
Neither have I. So, when we get out of here and we will get out of here what do you say we go down to Florida, get ourselves a boat we stock it with the nicest, yummiest things we can get our hands on and we go out there and catch ourselves a big, old, fat fish? Good.
Güzel.
There was a time I wanted you to fail, but it was only so I could have you close... and safe... and all to myself.
Bir dönem gerçekten başarısız olmanı istemiştim. Sadece bana yakın olmanı istiyordum. Ve güvende.
It's at the same level as where you are, so there must be some air. Have you got it?
Buldun mu?
Do you think they would have left us clues and let us beat it so far if there wasn't a way out?
Eğer bir çıkış olmasa sence ip uçları bırakırlar mıydı?
Oh, my God, it was so hot there, you could have fried an egg on the sidewalk.
Tanrım ne sıcak! Taşın üstünde yumurta pişirebilirsin.
It's hard because you sacrifice your life for someone, so when that person's no longer there, you have nothing left.
Hayatınızı bir başkasına adadığınız için bu çok zor. ve o insan artık yoksa.. kimsesiz kalıyorsunuz.
But there's nothing that we can do about it now, so you just have to let it go.
Ama artık yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Yani bu konuyu kapatsan iyi olur.
We have to use it so you can defeat her there.
- Onu kullanmak zorundayız, böylece onu orada yenebilirsin.
So there you have it.
Ülke çapında endüstri liderlerinin ve yönetim analistlerinin kafalarını kurcalayan'Sunset'in bir sonraki hamlesi ne olacak? ... Ve işte karşınızda.
There's an odd sort of integrity there. But in this business, with so much at stake... it's not enough to believe in yourself, you have to be right.
Üzerinde tuhaf bir tür saygınlık havası var, ama bu kadar çok şeyin riske edildiği bu işlerde insanın kendine inanması yeterli olmaz.
And there is in... in mine. And the reason you're so sad? You have no time to let it live.
Ve bu kadar üzgün olmanın nedeni, bunu yaşamaya zamanının olmaması.
No, I'm gonna do it. I just... You know, there are just so many details I didn't realize... like I have to sign this contract that...
Hayır, yapacağım, sadece bu kadar çok detay olduğunun farkında değildim, mesela çocukla ilgili tüm haklarımdan ve sorumluluklarımdan feragat ettiğime dair bir kontrat imzalamam gerekiyor buna şu da dahil "fizyolojik problemlere bakılmaksızın embriyo sayısının azaltılması kararı ve mali yükümlülüklerde hiçbir söz hakkım yok."
And so you bang on this side, and bang on that side, and there you have it.
Ve şurasına vur bir de bu tarafına vur. İşte oldu.
So, there you have it.
İş te gördüğünüz gibi.
But see, we're all there trying to map out a game plan and rehearsal schedule... and I'm sure whatever you two are talking about here... is so much more fascinating and important and, let's just say it, fun... but I'd really like to get an'A'on this assignment, and to do that... you'll have to discuss your sock hops and clambakes some other time.
Şurada plan yapmaya çalışıyoruz. Eminim konuştuğunuz konular çok daha ilğinç,.... ... önemli ve eğlencelidir, ama bu ödevden A almak istiyorum.
So it's possible that you have kids out there that you don't even know about, right?
Belki bilmediğiniz çocuklarınız vardır.
- No, the thing is Lucy, is that when I had the car runnin'in the driveway there was all these things going on, you were fixin'your hair and If I'd known it was goin g to take so long I wouldn't have left it runnin'.
Saçını falan düzeltiyordun. Uzun süreceğini bilseydim, çalışır bırakmazdım.
So, Mrs Walker there you have it
Ve başka bir insanın yeni tanıştığı birisi hakkında bir şey düşündüğü an, olay biter.
You must have the courage to say it out, whether it is good or bad. There are many things like that, just keep trying. To try and you will gain much.
Sie ist vielleicht nicht so stark wie vor hundert Jahren, aber immer noch stark, und sie basiert auf Jahrhunderten der Dominanz, auf einem jahrhundertealten, starken, zentralistischen Staat,