That's all tradutor Turco
94,812 parallel translation
All that's left is your death.
Kalan tek şey ölümün.
Now just remember that her mind was invaded by the most powerful witch in all of history, so there's really no telling what she's going through right now.
Zihninin tarihin en güçlü cadısı tarafından işgal edildiğini unutma. Yani şu anda neler yaşadığını söylemek mümkün değil.
I was talking to all the guests, shaking hands, and while I was doing that, I was taking a reading.
Bütün misafirlerle konuşup el sıkıştım ve bunu yaparken ölçüm yapıyordum.
What's the common thread that links all of these cards together?
Bütün kartları bağlayan ortak bağ ne?
That's all I need.
Tek gereken bu.
But, um... now that it's all said and done, and... and you're still gone, the, uh... the only thing that keeps me in check is a code that I had... when I was a kid.
Ama tüm olup bitene rağmen yine de yoksun. Şey... Beni dengede tutan tek şey çocukken sahip olduğum bir kural.
Let's get all that stuff off.
Hadi üstündekilerini alalım.
All that... that's that's nothing.
Bütün bunlar... bunlar bir şey değil.
- it's all about that bass. - Oh. White, I just turn to the side, tits, ass.
Beyazlar içinse bu tarafa dönüyorum, memeler, popo.
- That's all, Charlotte.
- Hepsi bu.
That's all. - He's not saying anything.
- Hiçbir şey söylediği yok.
That's all it is.
- Bir tek ona yarar.
That's all ammunition the insurance company would use to try and not pay out.
Bunların hepsi de sigorta şirketinin ödeme yapmamak için faydalanacağı gerekçelerdir.
That's all I ask.
Ben de onu rica ediyorum.
I don't need you for that, Marty,'cause I can fuck things up all by myself.
Tüm bunlar için sana ihtiyacım yok çünkü işi kendim sıçıp batırabilirim.
That's all she wrote.
Sadece bunu yazmış
And now, because of him, I know that that's not all I am.
Ve artık onun sayesinde, sadece bundan ibaret olmadığımı biliyorum.
That's all it is. It's just a war.
Savaş işte.
Ol'Chestnut here, he must be hungry after all that running'around today.
Doru onca yol gittikten sonra acıkmış olmalı.
They build you a place to live, so that, when you arrive, it's all waiting.
Size yaşamak için bir yer inşa, Bu sayede İngiltere'de ki, tüm beklemek.
What's that all about?
hepsi ne demek oluyor?
All traps are beautiful, that's how they work.
Tüm tuzaklar olduğunu nasıl çalıştıklarını var, güzel.
And that's not all, is it?
Hepsi bu kadar değil, haksız mıyım?
The circus performers, the elephant - that's all you.
Sirk gösterileri, fil gösterisi hep senin işin.
That's all you've got?
Bu kadarcık mı?
That's quite all right, Fraulein.
Sorun değil, Fraulein.
Acceleration is the derivative of velocity with respect to time. How do we know that the ball is moving at all if there's nothing to compare its motions to?
Ve hareketini kıyaslayacak hiçbir şey yoksa topun..
I bet this deal's all that stands between mighty Axe Capital taking a down quarter.
Bence bu anlaşmanın tek amacı Axe Capital'ın ilkçeyreği hasarsız atlatması.
It is not often I come across a student with your boundless potential. But I'm afraid to say that not all your professors share my patience with your eccentricities.
Senin gibi sınırsız potansiyele sahip bir öğrenciye sık rastlamıyorum ama ne yazık ki tuhaflıkların konusunda bütün profesörlerin benim kadar sabırlı değil.
I don't understand how you all arrived at this notion that we're engaged.
Nişanlı olduğumuz kanısına nasıl vardınız anlamıyorum.
You deduced all of that by the frequency of his letters?
Mektuplarının sıklığından mı bütün bu sonuca vardın?
If Rontgen receives recognition for something that isn't all his, then the entire fabric of this institution is under attack.
Eğer Rontgen, tamamı kendisine ait olmayan bir şey için takdir alırsa,... o zaman bu kuruluşun tüm çatısı saldırı altında olur.
That's very noble of you, Albert, but your lofty principles will not help me cook, clean, and raise a child all while midwifing your papers.
Çok asilsin ama gururlu prensiplerin yemek pişirip temizlik yapmama ve makalelerine ebelik yaparken çocuk yetiştirmeme yardım etmeyecek.
Pierre, we all know madame Curie has been a valuable assistant. But it's the tools you invented that are responsible for discovering radium.
Pierre, Madam Curie'nin değerli bir asistan olduğunu hepimiz biliyoruz ama radyumun keşfedilmesinden senin icat ettiğin aletler sorumlu.
Look, they just suspect anyone who's got ties with Syria, that's all.
Bak, Suriye'ye giden herkesten şüpheleniyorlar, hepsi bu.
I'm having all forensics reexamined by an independent lab, not one that's owned by expolicemen.
Tüm adli bulguların bağımsız bir laboratuvarda yeniden incelenmesini istiyorum eski polisler tarafından işletilmeyen bir yerde.
No man wielding a shovel could produce the wedge fractures that broke all four bones in Linda's legs simultaneously.
Kürekle vuran hiç kimse Linda'nın bacaklarındaki dört kemiği de aynı anda kıramaz.
She started saying that she didn't need me to confess because she had all the evidence but that it would go better for me in court if I told the truth.
İtiraf etmeme ihtiyacı yokmuş çünkü elinde tüm kanıtlar varmış. Fakat mahkemede gerçeği söylersem daha iyi olurmuş.
But that's not all, is it?
- Ama hepsi bu değil.
That kind of stuff was happening all the time.
Bu olaylar sık yaşanıyordu.
And that pain you felt before, inside you, all that's gonna leave, too.
Önceden içinde hissettiğin tüm acı da kaybolup gidecek.
That's all you got to say?
Tüm söyleyeceğin bu mu?
All that remains of an important piece of my past.
Hepsi, mâzimin önemli bir parçasının kalıntısı.
We've all pretended to have guns that we don't have.
Hepimiz zamanında silahımız varmış gibi yaptık.
All right, that's it.
Oldu.
You know, I'm trying to get back home to my baby girl one day, and this might be the only way to avoid all the fucked up shit that keeps finding me.
Günün birinde kızıma dönmeye çalışıyorum. Peşimi bırakmayan boktan belalardan kaçmanın tek yolu bu olabilir.
I think that's all of'em.
Sanırım hepsi bu kadar.
My husband put his mozzarella all over my baked ziti, and he told me that he loved me.
Kocam, kızarmış ziti'min üzerine mozzarella'sını döküp beni sevdiğini söyledi.
And then it was all "baby" this and "nursery" that.
Sonra bebekti, çocuk odasıydı, öyle gitmeye başlamış.
All right, time to bathe in a little limelight. Wash off the stink of that terrible place.
Biraz spot ışığında yıkanıp o berbat yerin pisliğinden arınmanın vakti geldi.
All right. That's just easy math.
Ne olacağı belli.
that's all i got 169
that's all for now 108
that's all i wanted to say 33
that's all that matters 302
that's all i want 130
that's all right 2318
that's all i have to say 53
that's all it takes 78
that's all i can say 75
that's all i need 222
that's all for now 108
that's all i wanted to say 33
that's all that matters 302
that's all i want 130
that's all right 2318
that's all i have to say 53
that's all it takes 78
that's all i can say 75
that's all i need 222