The truth of the matter is tradutor Turco
182 parallel translation
- The truth of the matter is that...
- İşin aslı şu ki...
The truth of the matter is that Juan Gallardo owes me practically a year's pay.
İşin aslı Gallardo bana bir yıllık para ödedi.
And the truth of the matter is, it don't pay much either.
İşin doğrusu iyi para kazandırdığıda söylenemez.
And the truth of the matter is, Miss Eriksson ´ s expecting. Ana'young though they are, they want to get married.
Genç bayan Eriksson bebek bekliyor,... henüz çok genç olsalar da evlenmek istiyorlar.
Well, the truth of the matter is...
Şey işin doğrusu...
The truth of the matter is, his skin's as tender as his vanity.
Gerçek su ki, cildi de, kibiri kadar yumusakmis.
You got caught in a rock slide and of them hit you, and the truth of the matter is, you don't remember what happened.
Yukardan dökülen taşlar sana çarpmış ve bir yere tutunmuşsun, asıl mesele bu, neler olduğunu hatırlamıyorsun.
Yes, well, the truth of the matter is,
Evet, şey, işin gerçeği,
The truth of the matter is, he's never moved from your side.
Doğrusu şu ki, senin yanından hiç ayrılmadı.
But the truth of the matter is that I'm just interested, you know, in Principles of Modern Banking and The History of Piracy,
Ancak aslına bakarsanız, sadece ilgimi çekiyor, bilirsiniz işte... Modern Bankacılık prensipleri ve korsanlık tarihi,
- The truth of the matter is that you've...
- Gerçek şu ki, sen...
I suppose the truth of the matter is, I haven't... Taken it in yet.
Sanırım işin doğrusu, ben... daha bunu kabullenemedim.
The truth of the matter is, I was watching the sunset.
İşin doğrusu, gün batımını izliyordum.
The truth of the matter is, Mr. McCabe we're interested in the mining deposits up here.
İşin aslı şu Bay McCabe... buradaki maden yataklarıyla ilgileniyoruz.
The truth of the matter is, I would like to have a little drink.
İşin aslı şu, bir içki içmek istiyorum.
The truth of the matter is... I kind of like girls with a little upholstery... here and there.
Gerçeği söylemek gerekirse orasında burasında biraz fazlalığı olan kızları severim.
I think the truth of the matter is getting to me, and...
Sanırım işin gerçeği bana gelip dayanıyor, ve...
Look, the truth of the matter is...
Bak işin gerçeği...
Look, the truth of the matter is...
Bak, gerçek mesele...
But the truth of the matter is... I'm not an actual doctor.
Ama işin aslı... ben gerçekte doktor değilim.
Well... actually, the truth of the matter is, Sunny, I'm a little nervous.
Aslında Sunny biraz endişeliyim.
The truth of the matter is Mr. Volare won't work with Mr. Flakfizer.
Aslında Bay Volare, Bay Flakfizer ile çalışmak istemiyor.
He says... He says that your mind is such that many thoughts may, uh... come and, um, many delibertions might happen in one's thought, and the truth of the matter is that he has to confess that,
diyor ki... diyor ki, insan zihninde pek çok farklı düşünce, ah... belirebiliyor ve, eee, ve insan bunları enine boyuna ölçüp biçiyor, ve gerçeği söylemek gerekirse, eee itiraf etmesi gerekiyor ki, evet, bana karşı bazı duyguları ve arzuları varmış,
The truth of the matter is this : I got a friend in the department.
İşin gerçeği şu, teşkilatta bir dostum var.
The truth of the matter is, I been in a...
Aslında ben...
I was willing to let it go at that but then, he pulled a knife and came at me and the truth of the matter is he was so inebriated that he just fell...
İşin aslı... o kadar sarhoştu ki... düştü ve...
The truth of the matter is, I didn't believe in troublemakers and rabble-rousers.
İşin doğrusu, sorun çıkaranlara ve kargaşa yaratanlara inancım yoktu. Hayır efendim.
The truth of the matter is, Nina had a great time, and you just hate that.
İşin aslı şu ki, Nina iyi vakit geçirdi. Ve sen bundan nefret ediyorsun.
The truth of the matter is that it never dawned on us that they would take that kind of risk.
Meselenin aslı Rusların böylesi bir riske gireceklerini hiç sezinleyemedik.
Xena, I'm very flattered that you don't believe me but the truth of the matter is, I did not steal the statue.
Zeyna, bana inanmadığın için gururum okşandı... ama gerçek şu ki heykeli ben çalmadım.
And the truth of the matter is that your father happens to be... very competent.
İşin aslı, babanız bu konuda çok uzmandır.
The only way I'm not hitting it is if you don't get it over the plate. The truth of the matter is that you can't pitch and you can't hit.
- İşin aslı, ne sen topu atabiliyorsun, ne de sen vurabiliyorsun Muhteşem bir ikilisiniz.
And I guess the truth of the matter is, I sort of love Jesse not knowing.
Ve sanırım biraz da Jesse'nin bilmemesini seviyorum.
Because the truth of the matter is, detective there's a lot of things you don't know about me.
Çünkü aramızdaki sorunun temeli, dedektif, senin hakkımda bilmediğin çok şey olması.
The truth of the matter is God loves us just the way we are.
İşin doğrusu şu ki, Tanrı bizi olduğumuz gibi sever.
See, stating something as the truth doesn't necessarily make it so'cause the truth of the matter is I don't believe a word of it.
Bir şeyin gerçek olduğunu söylemek o şeyi illa gerçek yapmaz çünkü söylediklerinin bir kelimesine bile inanmıyorum.
The sad truth of the matter is that Earth-like planets are mere cosmic specks of dust, and, therefore, detecting them is really quite hard.
Acı gerçek şu ki, dünya gibi gezegenler sadece toz içindeki kozmik lekeler gibiler Ve, bu yüzden, onları açığa çıkarmak gerçekten bira zordur.
The truth of the matter, sir, is that Wes Fuller is burning my house down.
Meselenin aslını öğrenmek bayım. Evimi yakan Wes Fuller'miydi.
If what I have said is the truth of the matter, then the prisoner was delayed in the execution of his evil subterfuge by the desperate fight of his victim.
Söylediklerim gerçeği yansıtıyorsa o halde tutuklu, kurbanının ümitsizce mücadelesi yüzünden alçak amacını gerçekleştiremedi.
The brutal truth of the matter is that you went up there a man, but you came back less than a man.
Acı gerçek, yukarıya erkek olarak gittin ama daha az bir şey olarak döndün.
Truth of the matter is I don't much like parties.
Doğruyu söylemek gerekirse partilerden hiç hoşlanmam.
The truth of the matter, Dr. Linden, is... that no one cares about Article 139B.
Gerçekler, Dr Linden, Gerçek şu ki hiç kimse Madde 139B yi umursamıyor.
"And such," says the old author, "is the whole truth of the matter. We must endeavor to speak to the best of our ability... but we must speak according to our ability."
"Çünkü asıl olan şudur ki yeteneklerimizin en iyisi... ölçüsünde konuşmalı ama yeteneklerimize göre... konuşmalıyız." der.
That as a matter of law, the truth is irrelevant.
Kanunlara göre bu durumda gerçeklerin bir önemi kalmaz.
Is it not the truth of the matter that you have milked the notoriety this sorry affair has given you for every penny piece you can get without a care in the world for the only man who ever stood by you, the man who picked you up every time you fell, a man whose only crime, if crime it was, was to be your friend?
Bu acıklı hikayenin size kazandırdığı her peniyi dünyada yanınızda duran tek kişinin yere düştüğünüzde sizi kaldıran bir adamın ve tek suçu, sizin dostunuz olması olan bu kişiyi üzerinden kazandığınız doğru değil mi?
Because the danger of the truth is contained in the word "golem" itself, which means "matter without form, body without soul."
Çünkü golem sözcüğü kendisinde gerçeğin tehdidini barındırır, anlamı "bedensiz cisim, ruhsuz beden" dir.
- Look, the truth of the matter is...
- Bak.
The fact of the matter is that these machines are so complex and these mistakes they make are so subtle in a real war situation, you might not know whether it's an error or telling you the truth.
Bu makineler o kadar karmaşıktır ki... o kadar küçük hatalar yapar ki... bir savaş durumunda size doğru şeyi mi gösteriyor... yoksa bir hata mı yapıyor bilemezsiniz.
And no matter how justified it was the truth is... we killed a man... and that wasn't easy... for any of us.
Ve ne kadar haklı da olsak.. Gerçek şu ki... bir adam öldürdük... Ve kolay değildi... hiçbirimiz için.
The sad truth of the matter is... I don't know who you are.
Aslında gerçeğin üzücü olan kısmı... senin tam olarak kim olduğunu bilmemem.
The job of the investigative journalist is to tell the truth no matter how uncomfortable or unpleasant that may be.
Araştırmacı gazetecinin görevi gerçeği söylemek her ne kadar rahatsız ve hoş olmasa bile...