Unpleasant tradutor Turco
1,873 parallel translation
- They're censoring anything unpleasant.
- Ahlaksız herşeyi sansürlüyorlar.
As if nothing even remotely unpleasant happened between us.
Aramızda biraz bile sevimsiz bir şey olmamış gibi. Bunu nasıl yapıyor?
I don't know what I ever did to raise such an unpleasant girl.
Bu kadar mutsuz bir kız yetiştirecek kadar ne yaptım bilmiyorum.
I'm unpleasant?
Mutsuz muyum?
Why'd you call me unpleasant in front of my boss?
Neden patronumun önünde bana mutsuz dedin?
like yours... sometimes get a, um, odor... that's, uh, you know, sour... or-or-or very unpleasant kind of stench of -
Sizinki gibi... Bazen kokar... Bu, bilirsin biraz ekşi... yada kötü koku rahatsızlığı...
A buddy of mine is getting married to a particularly unpleasant beast of a woman.
Bir arkadaşım, hiç hoş olmayan canavar gibi bir kadınla evleniyor.
We all know it's become an unpleasant work environment around here, and i'm not wanted.
Sanırım bu hepimiz için gayet açık. Buradaki durum şunu gösteriyor.
Unfortunately, sometimes you have to do unpleasant things to save lives.
Ne yazık ki, bazen hayat kurtarmak için hoş olmayan şeyler yapmak zorundasın.
They're unpleasant but treatable.
İğrençler ama tedavisi var.
The sticky sea breeze must have felt quite unpleasant...
Deniz esinitileri bedeni yapışkan yapar. Bayağı rahatsız olmuş olmalısın.
Robbins tries to create an unpleasant image for those of us who question the US government.
Robins Amerikan hükümetini sorgulayan bizler hakkında çirkin bir imaj oluşturmaya çalışıyor.
It's unpleasant.
Sıkıcı şeyler.
His stay at the residence, and'it was my unpleasant evaluation mistake.
Konutta kalması benim yaptığım talihsiz bir hata.
What an unpleasant guy.
Ne can sıkıcı herif.
How unpleasant for him.
Onun için ne kadar tatsız bir durum.
That's unpleasant as well.
Bu da çok tatsız bir şey.
And if you say something unpleasant to me, I'll kill you.
Ve bana da nahoş bir şeyler söylersen, seni gebertirim.
This journalist... was very unpleasant.
Şu gazeteci pek hoş davranmadı.
Someone else can look at his unpleasant face.
- Başkaları o nahoş suratına bakabilir.
See there? Have you had an unpleasant memory?
Hoşuna gitmeyen bir anı mı geldi aklına?
No, it was not... not unpleasant.
Hayır hayır, hoşuma gitmeyen değil.
If a single word of this unpleasant incident gets into the ears of my father...
Eğer bu tatsız olayla ilgili tek bir kelime Babamın kulağına gelirse...
It's pretty short, as long as we can avoid any unpleasant encounters.
Eğer nahoş şeylerle karşılaşmazsak oldukça kısadır.
What do you mean by unpleasant encounters?
Ne gibi nahoş şeyler?
Is it unpleasant?
Öyle mi? Çok mu kötü?
I don't like things unpleasant while I eat.
Yemekten sonra bunu konuşsaydık, karnım açtı da
If there anything unpleasant waiting for us down here I'll kill you before you can blink.
Eğer aşağıda bizi bekleyen sevimsiz bir durum varsa.... gözünü kırpadan seni öldürürüm.
There's no need for this to be unpleasant.
Bu yüzden tatsızlık çıkmasına gerek yok.
I fear that's going to be an unpleasant surprise for Mademoiselle de Castro.
Maalesef bu Matmazel de Kastro için kötü bir sürpriz olacak.
Something which is not unpleasant.
Üzüldüğümü söyleyemeyeceğim.
Unpleasant. He came to get his clothes.
Hiç iyi değil Artık eşyalarını da aldı.
Listen, George, it was never my intention... to make your stay here so unpleasant.
Dinle, George, seni burada tatsız bir şekilde... tutmak niyetinde değildim asla.
So if you're even faintly unpleasant, I'm outta here!
En ufak ses yükselmesinde bile çekip giderim haberiniz olsun!
I realize this is very unpleasant, but, please, let's not make this uglier than it needs to be. By all means.
Bunun son derece nahoş olduğunun farkındayım ancak lütfen bunu olduğundan daha da çirkinleştirmeyelim.
You know how someone might describe a situation that's unpleasant or confining as being "like a prison"?
Sevimsiz ve sınırlayıcı bir durumu tarif ederken... "hapishane gibi" denir, bilirsin.
I want you to tell her that I have some unpleasant news that... we need to discuss.
Durumu hassas olacakmış, ama iyileşecekmiş. Ona söyleyin, bazı nahoş haberlerim var, bunları konuşmamız gerek.
See, usually, I delegate the unpleasant tasks.
Görüyorsun, devamlı, hoş olmayan delegeler gönderiyorum.
But I have come to think that it is better to deal with reality, no matter how unpleasant it is.
Ama sonra anladım ki... ne kadar sevimsiz olsa da... en iyisi gerçekle yüzleşmektir.
It's funny how the mind can help us block out certain unpleasant experiences.
Aklımızın istemediğimiz şeyleri deneyimleri böyle engellemesi çok tuhaf değil mi?
We can make life very unpleasant if we choose.
- Seçimlerimizle hayatımızı çekilmez kılabiliriz.
Sorry to put you in an unpleasant position.
Kötü şeyler yaşattıysam kusura bakma.
Let's not get into anything unpleasant.
Tatsızlık çıkarmayalım.
And I know that your life has been admittedly pretty unpleasant these days.
Ve hayatının bu günlerde hiç de hoş geçmediğini biliyorum.
It's very, very unpleasant.
Durum hiç ama hiç hoş değil.
I guess in the back of my mind I was hoping for a pleasant surprise because around here most of them are unpleasant.
Galiba zihnimin gerilerinde bir yerde, güzel bir sürpriz umuyordum. Çünkü buradaki sürprizlerin çoğu nahoştur.
My sports book down in roseville, Bacala's still making things unpleasant.
Roseville'deki işlerimi Bacala çirkinleştiriyor.
Okay, I understand that this is very unpleasant.
Bunun pek hoş olmadığını biliyorum.
Still, it's not entirely unpleasant.
Hala, Hoşuma biraz gidiyor.
An unpleasant little scrotum what we in the business call a "necessary evil".
Bizim işte "mecburiyet" dediğimiz sevimsiz bir herif.
- Unpleasant.
- Hiç hoş değil.