Yt tradutor Turco
205 parallel translation
You're asking me to go on... and play a part that isn't....
Yani sen bana gidip... o kıytırık rolü...
You don't think we're after that penny-ante reward?
Herhalde o kıytırık ödülün peşinde değiliz.
I was in town one day with nothing to do... and joined some fool committee or other... that was investigating labour conditions in a cigarette factory.
Bir gün kasabadaydım, yapacak bir işim yoktu bir sigara fabrikasındaki çalışma koşullarını araştıran kıytırık bir heyete katılmıştım.
Why, if we weren't tied to this half-baked Middle Western town...
Eğer bu kıytırık Orta Batı şehrine bağlanıp kalmış olmasaydık...
You're much too nice to be a grubby detective all your life.
Hayat boyu kıytırık bir detektif olarak kalamayacak kadar hoşsun.
From where I stand, that tin badge you wear... doesn't give you the right to stick your nose in my personal affairs.
Beni iyi dinle Earp, taktığın o kıytırık rozet, sana, benim kişisel işlerime burnunu sokma hakkını vermez.
- Hey, listen, you cheap peddler.
- Beni dinle kıytırık işportacı.
It's our own fault. We let cheap peddlers like you on the street.
Sizin gibi kıytırık işportacılara kapılarımızı açmak bizim suçumuz.
Especially after he started standing up for every shirttail farmer that came here.
Özellikle buraya gelen bütün kıytırık çiftçileri korumaya başladıktan sonra.
- All for a lousy 20 bucks.
- Tüm bu eziyet kıytırık bir 20 papel için.
Five hundred and forty clocks and you get a crummy 25 %.
540 tane saat için kıytırık bir % 25 indirim ha.
Worthless scum!
Kıytırık herifler!
$ 2,250, for that chromo?
O kıytırık şey 2250 dolar etmez.
It's silly to listen to this mumbo-jumbo... Excuse me, Brother...
Bu kıytırık laflara inanmak aptalca, Af buyurun, abicim...
A man spends an entire lifetime trying to lead a civilised, dignified, orderly existence and then he meets a girl, five days later he's running round New York in a bath towel, riding in a truck filled with dead chickens, tracking her down to this beaverboard Taj Mahal.
Bir adam tüm ömrünü uygar, vakur düzenli bir yaşam uğruna harcasın, sonra bir kıza rastlasın beş gün sonra bornoza sarılı olarak New York'ta tur atsın ölü tavuklarla dolu bir arabada dolaşsın kızı şu kıytırık Taj Mahal bozuntusuna kadar izlesin.
How in tarnation can a soap save your life?
Nasıl olur da kıytırık bir sabun senin hayatını kurtarabilir?
and you've reached it! You can still climb in that kiddie car and take a hike...
Hâlâ o kıytırık arabanı alıp gidebilirsin.
Just a stupid old doll.
Kıytırık bir bebek, o kadar.
Have I trained diligently in Okinawa for 20 years... just to become famous in this petty place?
Bu kıytırık Kasabada ünlü olacağım diye.. Okinawa'da 20 senelik Karate eğitimimi bunun için almadım.
Nothin'but a bunch of lousy spic car thieves!
Kıytırık araba soyguncuları. Hepsi bu.
Maybe Philadelphia's where you belong, making up jingles for Burma-shave.
Kıytırık, kısa şiirlerinle ait olduğun yer belki de Philadelphia'dır.
A two-bit witness for a two-bit trial.
Kıytırık bir davaya, Kıytırık bir tanık.
- None of that Serpico crap, the real cops.
Serpico'daki gibi kıytırık değil, gerçek polisler.
I told him not to buy that cheap wine.
Ona o kıytırık şarabı almamasını söylemiştim.
- Nothing? It'd take a dumb cop a lifetime to earn that!
Kıytırık polisliğine ölene kadar devam etsen anca kazanırsın.
Don't you think I got anything better to do than to count your flippin'pennies?
Senin kıytırık penilerini saymaktan başka işim olmadığını mı sanıyorsun?
In airports and bloody ports.
Hava alanı ve kıytırık limanlar güvenliğinde.
You think you can buy me off with some crummy present you got in an airport gift shop.
Havaalanındaki... hediyelik eşya dükkanından aldığın kıytırık bir şeyle beni tavlayamazsın.
And he left a note, a simple note : "I've gone out the window."
Kıytırık bir de not bırakmış, "Ben pencereden atlıyorum" diye.
Just gettin'goin'and you're pissin'off to some tossing'campin'site!
Tam işler yoluna giriyor sen o kıytırık kampa gitmek için bırakıyorsun.
Look at his little outfit.
Şu giydiği kıytırık kıyafete bir bak.
The little socks match the little shirt.
Kıytırık çoraplar, kıytırık gömlekle uyumlu.
You won it on a crooked'50s game show.
50`lerin kıytırık bir tv şovunda kazandın.
Can't find a coon-ass waltz to save my ass.
Kıytırık bir vals bile bulamıyorum.
- Then stay in your lousy little town.
O zaman sen kıytırık köyünde kalırsın.
Ishi and what?
Kıytırık ve ne?
I did the Iggy.
Kıytırığı ben yazdım.
Over some lousy columns?
İki kıytırık yazı yazdın diye mi?
My columns aren't lousy.
Benim yazılarım kıytırık değil.
I'm a big, four-eyed lame-o... and I wear the same stupid sweater every day, and -
Ben kocaman, dört gözlü kıytırık bir adamım ve her gün her gün aynı salak kazağı giyiyorum, ve...
You sacrificed Keje to save the life of a nobody.
Keje'yi alıp gitseydin, aşkın için bir şey yapacaktın. Ama sen Keje'yi bir insan hayatına feda ettin. Sevdiğin kadını kıytırık bir herifin hayatı için harcadın gitti.
Buck a piece for that scrap wood?
Bu kıytırık çıtalar o kadar eder mi?
All right, Dad, so you scammed us a few Rooty Tooty Fresh'N Fruity breakfasts.
Baba, o şekilde sana kıytırık bir kahvaltı ısmarlamamızı sağladın.
Several panes may be broken and several punks may be dead.
Biraz cam kırılır ve biraz da bazı kıytırıktan adamlar ölür.
I'm tired of all that teenybopper stuff.
Yeniyetme züppelerin kıytırık müzikleriyle uğraşmaktan yorgun düştüm.
Ýt teaches them to use their hands.
Ellerini kullanmayı öğreniyorlar.
Ýt is the nature of things.
Bu işin doğası bu.
Ýt isn't this. it isn't that.
Öyle böyle değil.
Ýt has to vanish - like the tyrannosaurus and the saber-toothed tiger.
Tıpkı tiranozorlar ve kılıç dişli kaplanlar gibi tarihe karışmalı.
Ýt was a rugged trek upwards.
Yukarı doğru zorlu bir tırmanışa geçtik.
Ýt made it easier for us to bring in whatever provisions we could find.
Bu, topladığımız öte beriyi içeri taşımamızı kolaylaştırmıştı.