Été tradutor Turco
547 parallel translation
Je vais voir ma soeur. Si elle se doutait que jai été chassé de l ´ aarmée ce serait pour elle un tel chagrin...
Kız kardeşimi görmeye gidiyorum ve... ona ordudan atıldığımı söylersem çok...
Mademoiselle a été très bonne pour moi.
Küçük hanım bana çok yardımcı oldu.
You're the personification of a good man.
İyi bir insanın, ete kemiğe bürünmüş halisin.
Mr. Byam, look at this bit of meat, sir.
Bay Byam, şu ete bakın efendim.
But you don't realise how badly the East needs beef since the war has been over.
Savaş bittiği için Doğu'nun ete ne kadar ihtiyacı olduğunu bilmiyorsunuz.
Besides, jealousy is a disease of the flesh.
Üstelik kıskançlık ete-kemiğe bürünenlerin hastalığı.
And then, that meat you used to love so, you can hardly touch it anymore.
Sonra da... bir zamanlar o kadar sevdiğin ete elini bile süremezsin.
Those, who are sensible, should look away, when the hook gets into the flesh, it can bleed!
Hassas ruhlular uzak dursunlar. Çengel ete girdiğinde kan akabilir.
We don't need no meat.
Ete ihtiyacımız yok.
I was just reminding Dr. Meacham... that I'd promised to produce some of his colleagues in the flesh.
Dr. Meacham'ın meslektaşlarını ete kemiğe büründüreceğime söz verdiğimi hatırladım da.
" Folks, does your dog turn up his nose at the same old canned dog foods?
"Köpeğiniz her zamanki konserve ete ve kuru mamaya... " burun mu kıvırıyor?
Mama, what happened to the middling meat?
Anne, ortada asılı ete ne oldu?
You need beef so bad your mouth's watering.
Ete o kadar çok ihtiyacın var ki ağzın sulanıyor.
They are careful not to touch any meat when they eat fish or, if they do they will arouse the anger of the protective spirits.
Balık yediklerinde ete el sürmemeye dikkat ederler, eğer sürerlerse koruyucu ruhların öfkesini uyandıracaklardır.
But most white men are not fond of old meat.
Fakat bir çok beyaz adam eski ete düşkün değildir.
John rhoades, formerly a reflection in a mirror, a fragment of someone else's conscience, a wishful thinker made out of glass, but now made out of flesh, and on his way to join the company of men.
Bay John Rhoades'un çıkış öyküsü evvelce aynada bir yansımadan ibaretken bir başkasının vicdan kırıntısıyken camdan yapılma arzulu bir filozofken şimdi ete bürünüp kendi yoluyla erkeklerin dünyasına katılıyor.
We need meat and vegetables.
Ete ve sebzeye ihtiyacımız var.
A new little invention, it's for pronging meat and carrying it to the mouth, it saves you dirtying your fingers.
Küçük yeni bir icat. Sivri uçları var, ete batırıp ağıza götürmek için. Parmaklarınızı kirlenmekten kurtarıyor.
I even show the sword's blade penetrating flesh.
Kılıcın keskin kenarı ete girerken bile gösterdim.
Eté, André, born on May 25, 1903, in Marbouie, Eure-et-Loir.
Eté, André. 25 Mayıs 1903, Marbouie, Eure-et-Loir doğumluyum.
They needed the meat surely.
Ete ihtiyaçları vardı.
I'll sink my sickle in his chest like a hook in rotten beef.
Orağımı göğsüne saplayacağım. Ete kanca takar gibi.
- when my office was informed by the warden of the escape of Simmons and Reeves. We went into immediate action.
... gardiyan Simmons ve Reeves'in kaçtigini ofisime haber verdigi zaman derhal harek ete geçtik.
I will not go today, or ete I do, it shall be what o'clock I say it is.
Gitmiyoruz ya da benin dediğim olacak, Ben saat kaç diyorsam, saat o olacak.
A bit of flesh and blood afloat in a universe without end.
Birazcık ete ve kana büründün ve sonsuz evrende gitmektesin.
I gave them so much to eat that the sight of raw meat now makes them sick!
Bu yüzden onları epey doyurdum Çiğ ete bayılıyorlar!
"She will stand looking around her and ignoring the meat and fist in front of her".
"Çevresine bakacak, önündeki ete ya da uzattığınız yumruğa aldırmayacaktır."
It started to jump for t'meat.
Ete doğru sıçramaya başladı.
You twain become one flesh, and that flesh is you.
İkiniz bir ete bürünürsünüz ve o et sensindir.
Imagine what I pay per month for meat only 100,000 francs
Her ay sadece ete ne kadar para verdiğimi düşün 100,000 frank.
One needed a bit of meat to survive.
Hayatta kalmak için insan bir parça ete muhtaçtı.
Soon as they get it, they blow the lot... on milk, tea, sugar, a tin of meat for their cat.
Paralarını alır almaz, tamamını süt, çay, şeker ve kedileri için konserve ete harcıyorlar.
... to L-5, P. I. E. And E. T. E.
... L-5, PIE, ve ETE'ye.
We need meat. Oh, it's too late.
Ete ihtiyacımız var.
It was gorgeousness and gorgeosity made flesh.
Müthiş bir görkem ve muhteşemliğin ete kemiğe bürünmüş haliydi.
It tastes like meat.
Tadı ete benziyor.
- Nobody asked you to look at it.
- Kimse sana ete bak demedi.
You must by no means prevail with yourself... that these giants you speak of... were ever real men of this world... and true substantial flesh and blood.
Katiyen, konuştuğunuz bu devlerin bu dünyanın gerçek ete kemiğe bürünmüş insanları olduğuna kanmayın.
Lord, I'm not worthy to eat your flesh.
Tanrım verdiğin ete layık değilim, ben.
This is concr ete.
Bu sert.
Concr ete.
Sert.
He's hungry for some fresh meat.
Biraz taze ete aç.
it took a while for your meat to stop being tough, your chips to stop being greasy, the wine vinegary, for these pejorative adjectives, which at first evoke the sad fare of the soup-kitchens, to lose little by little their meaning, and for the sadness, the misery, the poverty, the need, the shame that has become inexorably attached to them - this fat become-chip, this hardness-become-meat, this bitterness-become-wine - stop hitting you, stop leaving their mark on you.
Etinin sertliğini, patatesinin yağlılığını şarabının sirkevari tadını, ilk başta aşevlerini çağrıştıran bu küçültücü sıfatların ve onlarla birlikte anımsanan üzüntü, sefalet, fukaralık, ihtiyaç utancın yavaş yavaş anlamlarını yitirmesi patates kızartmasına dönüşen yağın, ete dönüşen sert şeyin şaraba dönüşen bu sirkevariliğin seni etkilemeyi bırakması üzerindeki etkisini yitirmesi biraz zaman aldı.
But the kids need meat.
Ama çocukların ete ihtiyacı var.
Venus de Milo in the flesh, if flesh it is and not Guinness and champagne.
Milo Venüsü'nün ete bürünmüş hali. Siyah Kadife değilse.
- And turned my men into fried meat.
- Adamlarım kızarmış ete döndü.
I'd have been chopped liver.
Kusbasï ete dönerdim.
Well, my friend, the guy over there, he let me in one day, and I hit the beef here and liked it, and since I've become a challenger, the owner don't mind that I come in.
Şey, arkadaşım, oradaki adam beni bir gün içeri aldı. Ete vurdum ve bu hoşuma gitti. Aday olduğum için de sahibi bir şey demiyor.
How I look for a bit of bad flesh!
Nasıl oluyolda hep kötü ete talim ediyolum!
As flesh touches flesh, feel her goldfish swim!
Et ete değdiğinde kırmızı balığın yüzdüğünü hissedersin!
Most of those cow's heads are sore from bein'tied to the trees.
Sığırların çoğunun başı öne eğik. Zaten ete de fazla rağbet yok.