Translate.vc / Espanhol → Turco / Comidá
Comidá tradutor Turco
48,209 parallel translation
Tenía comida para serpientes.
Yılan yemi almıştı.
Incluso hice un poco comida seductora de cinco estrellas para intensificar su juego de romance.
Romantik oyununu hızlandırmak için küçük bir beş yıldızlı baştan çıkarmalı öğle yemeği bile hazırladım.
Pero al menos la comida es excelente.
Ama, en azından yemekler harikadır.
Así que, necesitaremos comida, decoraciones y juegos.
Yiyeceklere, süslere ve oyunlara ihtiyacımız olacak.
¿ Te gusta la comida halal?
- Sıradaki. Helal eti sever misin?
Cada festividad hacía comida extra y nos metía a mí y a mi hermano en el Studebaker con todos los platillos y cruzábamos la ciudad hasta la estación del tren, era donde todos los hombres sin trabajo iban a calentarse.
Her bayramda fazladan yemek yapardı. Beni ve kardeşimi bütün tabaklarla birlikte arabaya bindirirdi ve kasabanın öbür ucundaki tren istasyonuna giderdik. Bütün işsiz adamlar ısınmak için oraya giderdi.
Tiene que dejar el tabaco y la comida basura.
Puroyu ve sağlıksız yiyecekleri bırakması gerek.
A lo mejor cuando dejes de vivir en su sótano y comerte su comida.
Onun bodrumunda yaşamaya ve tüm yiyeceklerini yemeye son verdiğin zaman.
Sí, cerca de tu departamento podemos conseguir comida tailandesa y después pasar a ver cómo va el avance.
Oradan Tayland yemeği yiyip işleyişi kontrol etmek için dairene uğrayabiliriz.
- La comida llegó.
- Yemek geldi.
Aunque, en el ejemplo de Aristóteles, él proponía un hombre, hambriento y sediento por igual, atrapado entre comida y bebida.
Gerçi Aristo'nun örneğinde, yiyecekle içecek arasında kalmış eşit derecede aç ve susuz bir insan vardır.
Y con advertencia adelantada, hago la comida, pero por ahora, solo picoteo.
Şimdiden uyarayım. Yemek yapıyorum ama şimdilik sadeca atıştırmalık.
Envoltorios de comida.
Yiyecek ambalajları.
Tengo que admitir que, basándome en los envoltorios de caramelos y las bolsas de comida basura que veo en esta papelera, pensaba que la persona que trabajaba aquí tenía diez años.
Bu çöpteki şeker ambalajlarıyla abur cubur paketlerine bakarak burada çalışan kişinin on yaşında olduğunu düşünmüştüm.
Bien, porque también pasea a mi perra, me compra la comida y me corta el pelo.
İyi. Çünkü ayrıca köpeğimi yürütüyor, alışverişimi yapıyor ve saçımı kesiyor.
¿ Has hecho comida cubana?
Küba yemeği mi yaptın?
Depende, ¿ tienen comida mejicana en Cuba?
Değişir. Küba'da Meksika yemeği yiyorlar mı?
Puede ser comida pakistaní, si quieres.
İstersen Pakistan mutfağı da olabilir.
Chicos, estas revistas nos remontan a un tiempo cuando el hombre tenía que buscar y luchar por su comida.
Çocuklar, bu dergiler insanoğlunun yemeğini aradığı ve onun için mücadele ettiği zamanlara götürüyor insanı.
Y recuerda, ya hablamos de no traer comida a Crockery Hutch.
Ayrıca unutma Ennis, Crockery Hutch'a yiyecek getirmek yok demiştik.
Dice que se intoxicó con la comida.
Gıda zehirlenmesi olmuş.
El zorro tendrá que encontrar su comida en otro lugar.
Tilki, yemeğini başka bir yerde bulmak zorunda.
Es invierno, y la comida es muy escasa.
Mevsim kış ve yiyecek feci biçimde kıt.
Pero no es la única que está buscando comida.
Ama yiyecek arayan bir tek kendisi değil.
La madre lleva a sus tres jovencitos a un sitio donde puedan encontrar comida.
Bu anne, üç yavrusunu, yiyecek bulabilecekleri bir yere götürüyor.
Durante el invierno, el río está lleno de comida para aquellos que sepan como atraparla.
Tüm kış boyu, avını yakalamayı bilenler için bu nehir yiyecekle doludur.
Y, al mismo tiempo, una asombrosa variedad de especies e incontables individuos luchan por el espacio y la comida.
Herhangi bir zamanda da çarpıcı çeşitlilikte türler ve sayısız birey yer ve yiyecek için mücadele etmektedir.
Este árbol podría darle todo lo que siempre necesitará... una cinta transportadora de comida.
Bu ağaç, ona ömür boyu yetecek yiyeceği sağlayabilir. Bir yiyecek taşıma bandı gibi.
Quizá este nuevo árbol tenga comida y ningún propietario residente.
Belki bu yeni ağaçta yiyecek vardır ve ev sahibi yoktur.
Y, cuando la flor se descapulla, le da al picoespada un suministro de comida fresca solo para él.
Açan her bir çiçek de kılıçburuna yalnızca kendisine kalacak taze yiyecek kaynağı sunar.
Aquí, la comida es tan abundante que mantiene a gigantes.
Burada yiyecek öyle boldur ki devleri bile besleyebilir.
Imaginen un mundo con apenas comida y agua.
Neredeyse hiç yiyecek ya da su olmayan bir dünya düşünün.
Para encontrar suficiente comida, la manada patrulla constantemente un territorio del tamaño de Suiza.
Yeterli yiyecek bulmak için sürü İsviçre boyutlarında bir alanda sürekli devriye gezer.
Los leones rara vez se enfrentan a una presa tan formidable... pero esta manada no puede sobrevivir mucho más tiempo sin comida.
Aslanlar bu kadar zorlu bir avı nadiren göze alır ama bu sürü daha fazla aç kalamaz.
Las langostas son normalmente criaturas solitarias, pero cuando la comida se vuelve abundante se agrupan en una fuerza imparable que devora todo en su camino.
Çekirgeler normalde yalnız yaşarlar ama yiyecek birdenbire bollaşınca çok sayıda çekirge bir araya gelir ve yolu üzerindeki her şeyi silip süpüren durdurulamaz bir güce dönüşür.
Entre todos, devorarán 40 mil toneladas de comida en un día.
Hep birlikte günde 40 bin ton yiyeceği silip süpürüyorlar.
Cuando la comida finalmente se acabe, la armada entera morirá... pero no antes de que haya asolado el terreno.
Yiyecek nihayet bittiğinde ordunun tamamı ölüp gidecek arkalarında mahvolmuş bir alan bırakarak.
La comida y el agua son cada vez más escasos.
Yiyecek ve su git gide daha da ender hale geliyor.
La comida puede ser tan escasa en el desierto que, ni aun de noche, los animales se pueden permitir exigencias en la comida.
Çölde yiyecek o kadar kıt olabilir ki geceleri bile hayvanlar yemek konusunda seçici davranmayı göze alamazlar.
Y, tras dos semanas en la carretera, la comida local está empezando a pasar factura.
Yolda geçen iki haftanın ardından yerel sokak yemekleri etkilerini göstermeye başlıyor.
Durante el verano, las praderas europeas se llenan de comida, pero solo para aquellos que pueden alcanzarla.
Yaz boyunca Avrupa'daki çayırlıklar yiyecekle doludur ama yalnızca ona ulaşabilenler için.
Y por suerte, la mejor comida en este pequeño bosque está en la parte más alta de su copa.
Yine ormanlardaki gibi buradaki en iyi yiyecek de bitki örtüsünün en tepesinde.
Tienen que recoger la hierba durante el verano, cuando aún está llena de comida.
Hâlâ bol bol besin varken karınlarını yaz çimenleriyle doyurmaları gerek.
En plena estación seca, la comida escasea cada vez más.
Kuraklık mevsimi hakimiyet kurdukça zemindeki yiyecekler giderek daha da azalır.
Aunque no es solo comida lo que buscan.
Fakat kovaladıkları yalnızca yemek değildir.
La comida que busca el zorro también está en el fondo bajo la nieve.
Tilkinin aradığı yiyecek de derin kar örtüsünün altında.
Están repletos de zonas de abundante comida.
Bu bölgeler zengin beslenme alanlarıyla dolu.
Se les da toda la comida que pueden comer.
Yiyebilecekleri kadar yemek veriyorlar.
Con menos esfuerzo dedicado a buscar comida, hay más tiempo para jugar.
Yiyecek aramaya daha az vakit harcamak oyun için daha fazla vakit demek.
No es solo la abundancia de comida la que atrae a los animales a las ciudades.
Vahşi hayvanları şehirlere çeken yalnızca yiyeceğin bolluğu değil.
Por supuesto, una ciudad puede proveer no solo de refugio y abundante comida, sino también de glamour.
Bir şehir elbette ki yalnızca koruma ve yiyecek değil, cazibe de sunabilir.