Translate.vc / Espanhol → Turco / Érase
Érase tradutor Turco
454 parallel translation
Érase una madre con 3 hijos.
Bir annenin üç oğlu vardı..
Érase una guerra.
Bir de savaş vardı..
Érase una vez una joven muy sentimental que tenía un gran corazón, y ayudó a un hombre que se lo agradeció mucho.
Bir zamanlar tertemiz kalbi olan, çok duygusal küçük bir kız varmış... ve çok minnettar olan bir adama yardım etmiş.
Érase una vez en que existió una adorable princesita llamada Blanca Nieves.
Evvel zaman içinde Kalbur saman içinde Pamuk Prenses adında tatlı küçük bir prenses yaşarmış.
ÉRASE UNA VEZ... iChico!
BİR ZAMANLAR... Ayakçı!
"Érase una vez..." Jean Cocteau.
"Bir varmış, bir yokmuş..."
ÉRASE UNA VEZ EN UN REINO MUY LEJANO
BİR ZAMANLAR UZAK BİR ÜLKEDE
Érase una vez en un reino muy lejano y diminuto lleno de paz y prosperidad, romance y tradición.
Bir zamanlar, uzak bir ülkede, aşk ve gelenek açısından huzur dolu, başarılı ve küçük bir krallık varmış.
Así que, érase una vez, hace tres años, aterrizamos en Madrid para ver bailar a María Vargas, en un local nocturno no muy de moda
Evet, evvel zaman içinde bundan üç yıl önce Madrid'te, pekte sık olmayan bir gece kulübünde, Maria Vargas'ı dans ederken izlemeye gittik.
Érase una vez, en la costa norte de Long Island, a unos 50 Km. de Nueva York, vivía una joven en una grandiosa mansión.
Bir zamanlar..... Long Island'ın Kuzey Sahilinde, New York'tan 30 mil uzakta..... büyük bir malikanede küçük bir kız oturuyordu.
Bien, érase una vez... había un rey rico que tenía un hijo y una hija.
Bir zamanlar bir oğlu bir kızı olan zengin bir kral varmış.
Érase una vez
Bir zamanlar
Érase un vez un chico y una chica muy ingenuos... que iban juntos a la universidad.
Biz zamana bir delikanlıyla bir kız yaşarmış. Üniversiteye birlikte gidiyorlarmış.
Érase una vez una señora que manda a su marido a la mercería para que le compre 3 camisas, 6 pañuelos y...
Yaşlı bir kadın varmış, bir gün kocasını pazara göndermiş. Adama 3 gömlek, 6 mendil almasını söylemiş.
Érase que se era un día de entrenamiento.
Hoboken, New Jersey'de seçmeler yapılıyormuş.
Érase una ve en otro continente :
Bir zamanlar başka bir kıta daha vardı...
ÉRASE
Bir varmış
Érase un vez, una pulga...
Bir varmış bir yokmuş...
Érase una vez, dos jóvenes...
Bir zamanlar iki genç varmış...
Érase una vez, una típica chica americana que se tropezó con un típico chico americano de sangre caliente.
Bir zamanlar tipik bir Amerikan kadını gücü kuvveti yerinde tipik bir Amerikan erkeği ile karşılaştı.
Érase una vez que había un viejo sabio que tenía un joven discípulo,...
Bir zamanlar senin gibi yaşlı bir bilge varmış. Kendisi gibi genç bir müridi varmış.
Érase una vez...
Evvel zaman içinde...
La historia siempre comienza por : "Érase una vez en el Atlántico."
Hikâye her zaman "Atlantik'de bir zamanlar," diye başlar.
Érase una vez en el Atlántico había un barco llamado Monita Estaba de vigilante del almacén a babor, en mitad de un vendaval.
Bir zamanlar Atlantik'de, "Monita" isimli bir gemide bir fırtınanın ortasında, iskelede bekliyordum.
Érase un marino que hacía su último viaje. Un viejo marino que... sabía historias maravillosas.
Eski bir denizci varmış bir de sihirbaz ve masallar anlatan biri.
Érase una vez, hace muchos años...
Bir zamanlar, yıllar önce...
Érase una vez, hace muchos, muchos años, un rico mercader de Bagdad que mandó a su sirviente al mercado.
Bir zamanlar, bundan yıllar önce, Bağdat'lı zengin bir tüccar, uşağını pazar yerine gönderir.
ÉRASE UNA VEZ
TUTSAK "BİR ZAMANLAR" Çeviren : thiefpliskin
Érase una vez un príncipe encantado... que gobernaba el País de los Champiñones.
- Günaydın Bay Phipps. - Evet, adım bu. - Oturun.
Érase una vez ocho inadaptados andantes del Ejército norteamericano que llegaron a un castillo belga.
Bir zamanlar sekiz yaralı Amerikan Ordusu garibanları Belçika'da bir şatoya varmışlar.
ÉRASE UNA VEZ UN MIRLO CANTOR
BİR ZAMANLAR ŞARKI SÖYLEYEN BİR ARDIÇ KUŞU VARDI
Érase una vez un príncipe encantado... que gobernaba el País de los Champiñones.
Bir zamanlar büyülü bir prens varmış. Wobbles'ın öte yanındaki toprakların hakimiymiş.
Érase una vez, cuando los ríos eran cristalinos, y el aire del valle era fresco y limpio...
Bir zamanlar, nehirler mavi akar ve vadideki hava hoş ve temizken...
Érase una vez una maleta a cuadros... Vuelo 4 de Nueva York embarcando en Puerta 7.
Bir varmış, bir yokmuş, ekose desenli bir seyahat çantası varmış... 4 sefer sayılı New York uçağı 7 numaralı kapıdan yolcu almaktadır.
Érase una vez una zorra y una liebre.
Evvel zaman içinde bir tilki ile bir tavşan yaşardı.
Érase una vez...
Bir zamanlar...
ÉRASE UNA VEZ ROBIN HOOD Y LITTLE JOHN IBAN POR EL BOSQUE.
Bir varmış bir yokmuş, Robin Hood ve Küçük John ormanda yürüyorlarmış.
Érase una vez un hombre...
Bir zamanlar bir adam varmış...
Érase una vez un n ¡ ño que se perdió.
Kaybolmuş küçük bir çocuk varmış.
Érase dos veces...
İki zamanlar...
Érase tres veces...
Üç zamanlar...
Érase una vez un rey que tenía una hija a la que quería más que a nada.
Bir zamanlar, bir kralın bir kızı varmış. Onu her şeyden çok severmiş.
"Érase una vez que había un Principito, que vivía en un planeta... que era apenas más grande que él, y que tenía necesidad de..."
" Bir zamanlar, neredeyse boyundan büyük bir gezegende bir Küçük Prens yaşarmış.
Érase una vez que había un Principito...
" Bir zamanlar, neredeyse boyundan büyük bir gezegende...
Érase una vez un gallinero y cada noche un zorro se colaba dentro para robar huevos y devorar los pollitos.
Bir zamanlar bir kümes varmış ama her gece buraya bir tilki gelir ve yumurtaları çalıp, tavukları yermiş.
Erase en LA VIEJA INGLATERRA... en la villa de Meryton...
Olaylar Eski İngiltere'de, Meryton kasabasında geçmiştir.
Erase una vez
Zamanın birinde
Erase una vez un caballero respetable... que se había metido imprudentemente entre las garras de un miserable.
Bir zamanlar, saygıdeğer bir bey varmış. Bir gün, kötü niyetli bir adamla buluşmaya karar verir.
Erase una vez, todos los cuentos empiezan siempre así, ¿ verdad?
"Evvel zaman içinde" - Peri hikayeleri hep böyle başlar, değil mi?
Erase una vez, unos enanitos, que vivían en el bosque y al llegar un día a una casita, vieron a un bebé en su cunita.
"Evvel zaman içinde, ağaçtan yapılmış bir evde... " birkaç cin varmış... " orada beşikteki bir bebeği gözlüyorlarmış.
Érase una vez, querido Milo, un inglés llamado andrew Wyke.
Bir zamanlar, sevgili Milo,