Blur tradutor Inglês
966 parallel translation
Her şey bulanıklaştı, karartılmış gibi.
It's all one big blur, like one big blackout.
Her şey çok hızlı oldu.
It's all a big blur.
Ne tuhaf. O günleri öyle iyi hatırlıyorum ki. Ama ondan sonraki her şey bulanık.
It's funny I remember those days so clearly and... everything since is just a blur.
Hareket halindeyken her şey sisli puslu.
When it's moving, everything is a blur.
- Sadece bir bulanıklık gördü diyorum.
- I say she only saw a blur.
Her şey bulanık.
The whole thing's a blur.
Anlaması biraz zor diyebilirim.
I say, it's a bit of a blur to realize
Çalışırken görebiliyorum ama... sizleri bulanık görüyorum.
I can see to work, but... you're just a blur.
Çok bulanıktı.
Oh, it - it was all a blur.
Her şey çok bulanıktı.
Everything was a blur.
Ama çocuğun güvenliği, bulanık değildi.
But the safety of that child, that was no blur.
Köşedeki leke ne?
What's that blur in the corner?
- Köylüleri tarif et.
- I can't, it's all a blur.
Hayal meyal hatırlıyorum.
It's all a blur.
Harika bir hayal.
A beautiful, blurry blur.
Her şey sisli ve puslu
Everything is all a blur
Hala bir karaltı.
It's still a blur.
Hala bulanık.
It's still a blur.
Biliyorum, arabadaki hanımlar sallanmaya bayılıyor ama... ... bu, fotoğrafı bulanı klaştırıyor.
I know the ladies like to be bounced around a bit but it'll blur the picture.
Hayal meyal hatırlıyorum tüm erkekler içinde en çok İsa ile evlenmeme kızacağını düşündüm.
It's a blur, but I think I thought of all men, you would mind most if I married Jesus.
" Kıvrıl ve dön, el ve ayakların karaltısında.
" Twist and turn, in a blur of hands and feet.
Normal bir yavaş çekimde kanatlar yine de bulanık gözükür.
A normal slow-motion camera still shows the wings as a blur.
Ama gerçek şu ki, çok fazla seks koordinasyon... -... bulanık görme, kaybı..
But the truth is, too much sex can blur vision, cause loss of coordination...
Ölmek üzere olan bir ırk. ... bir unutmuşluk içinde, hissizce eski ayinleri yerine getiriyorlardı.
A dying race numbly rehearsing the ancient ways in a blur of forgetfulness.
Genellikle lekeli.
And then it's generally a blur.
Bulanık bir karanlık görüyordum. Şimdiyse bulanık bir aydınlık.
Instead of a big dark blur, I see a big light blur.
- İnanılmaz hızlara ulaştıkça dünya hayal meyal görünür.
Faster, till the world becomes a blur, rushing by at incredible speed.
Net hatırlamıyoruz.
It was all like a blur.
Demek istediğim, Jack, bu iş gitgide bulanıklaşıyor.
I mean, Jack, this is just becoming a blur.
- Kendime yiyecek bir şeyler hazırlamak istedim... -... gerisi ise bulanık...
i decided to make myself a little snack... the rest is a blur.
Yıllar boyunca sadece güzel kokan... hayalet oldu. Al, Al, Al.
For years, she's been nothing but a blur with a nice smell.
Yani mesihlik taslamak gibi olmasın fakat iki olayın eşzamanlılığı bireysel etkiyi bulanıklaştırabilir.
So, listen not to wax Messianic but the synchronicity of the two events may blur the individual effect.
Her şey bulanık.
It's all a blur.
Böyle zamanlar da olmasaydı hayat tatsız tuzsuz geçerdi.
Yeah. Life would just pass in a blur if it weren't for times like this.
Hayatın boyunca gerçeğe çok yakın yaşıyorsun, öyle ki gözünün kenarında kalıcı bir bulanıklık haline geliyor ve bir şey onu çizgi dışına ittiğinde, bir saçmalık tarafından pusuya düşürülmüş gibi hissediyorsun.
All your life you live so close to truth, it becomes a permanent blur in the corner of your eye, and when something nudges it into outline it is like being ambushed by a grotesque.
Ben oğlun olduğum için gurur duyuyorum.
I fudged the computer records to blur any connection between you and the Flash.
20'li yaşlarınız buğuludur. 30larda ailenizi büyütüp, biraz para kazanırsınız sonra "20 li yaşlarıma ne oldu?" diye sorarsınız.
Your 20s are a blur. 30s, you raise your family, you make a little money, you think to yourself "What happened to my 20s?"
Bulanık beş mi? Ya da bulanık altı mı?
Blur five.
- Bulanık beş miydi?
Was that blur five?
Bugüne kadar Rick'i sadece silik anılardan hatırlıyor..... solmuş bir hayal olarak görüyorduk.
Until today, we can only see Rick through the hazy blur of memory, a fading image in the mind's eye.
Herşey bulanıktı.
And everything there was like a blur.
Şey gibiydi...
It was like a blur!
Hayal meyal hatırlıyorum.
They're all a blur.
Belli belirsizdi.
It was just a blur.
- Hala bulanık mı görüyorsun?
- Yeah. Is the blur almost gone?
Norman bulanık görüyor dedi.
Norman says it's all a blur.
Bulanık şekiller halinde.
They're a blur.
Her şey çok bulanık geliyor şimdi.
It's all a blur now.
Hayatımı kurtardığınız için teşekkürler. Ciddi mi bu?
Witnesses say they saw a red blur.
- Doktor Rondenet?
Or blur six? Uh, Dr. Rondenet.
Çok bulanık...
It's a blur.