Clickety tradutor Inglês
45 parallel translation
İlk defa gece trende seyahat ederken motorun sesini dinlemek yerine uyuyan yolcular üzerinde çılgınca sesler o garip sesler bütünü akarken kardeşinin suratına bakıp duruyordu.
Traveling by train for the first time, deaf to the clickety-clack this child intently devoured the face of her brother her manic intensity impinging briefly on other passengers'dreams
- Herşeyimle onun çalışmasını düzelttim, bir yazar başka şeylerde isteyebilirdi... fakat o orada eski kasvetli taşınabilir sallanan bir koltukta oturur
I fixed his study with everything an author could want and there he sits in a dreary old rocker clickety-clack on that dilapidated old portable.
Tık tık.
Clickety-click.
Klik-klak?
Clickety-click?
Kik-klak.
Clickety-click.
Bir kaç ev kadını ile yattığına mı kızdın? Bu konuda konuşmak istemiyorum.
It must have been something back then travelling across the country by train listening to the clickety-clack as the train rumbled through the heartland.
Özür dilerim, ama siz ikinizi citcat yaparken ve sen işin hakkında hiçbirşey söylemediğin için nasıl hissediyorum biliyormusun.
Well, I'm sorry. But how do you think I feel listening to you two clickety-clack about work when you don't tell me anything.
Küçük örümceklerin takırtıları yok.
No clickety-click of little spyders.
Sadece buraya tıkla, böyle.
You just click the end like this. Clickety-click, clickety...
- Klik-klik ses çıkan.
- The clickety-clickety.
Nerede şu zımbırtı?
Where's the clickety?
Evet, yani nasıl yürünür, çıt kırıldım olunur, nasıl sıfır beden olunur... Bizden daha iyi nasıl olurlar....
Yeah, I mean, you walk in here all clickety-clack, perfect little miss size zero, thinking you're all better than us.
Tek duymak istediğim Ciklet'i Delil A olarak getirince onun patilerinden çıkacak tıkırdamalar.
I stopped listening. The only thing i want to hear is the clickety-clack of bubblegum's paws on the floor as you bring exhibit "a" on out here.
Clawdy-claw, clickety-cloo, clawdy-claw...
Clawdy-claw, clickety-cloo, clawdy-claw...
- Hadi, çıkıdık-tık, tık.
Clickety-click. Click, click.
Umuyorum ki, çelik tekerleklerin, parlak rayların üzerinde çıkardığı o düzenli seslerden sonra surat asmanız azalacak.
I'm hoping once you reap the endorphic rewards of the steady clickety-clack of steel wheels on polished rails, your sour disposition will abate.
Geriye yaslan, çelik tekerleklerin, parlak rayların üzerinde çıkardığı sesin keyfini çıkar.
Sit back, enjoy the clickety-clack of the steel wheels on the polished rails.
Parke tabanda yüksek topuklu ayakkabı sesleri yoktu.
There's no clickety-clacking of high-heel shoes on hardwood floors.
Tak Tak Tak.
Clickety clickety click.
Karşılarında arı gibi üreten Noonan adında bir yazar var seni zora sokup aceleye getirdikleri için bunu onlara son kuruşuna kadar ödeteceğim.
Well, you get clickety cranking on your next Noonan blockbuster, and I'm going to get to gouging these guys for every penny they have, for breaking your balls and making you rush your next novel like this.
Pekâlâ Mike Biggs'in çufçufu son durağına vardığında bir benzinliğin yakınında oluruz umarım.
Mmm. Well, I hope today we're near a gas station when the Mike Biggs choo-choo clickety-clacking through town.
İnternet ve elektrik olmadan klavyedeki hünerlerini göstermen biraz zor olacak.
It's gonna be tough to do all that clickety clack without any Internet or power. Boop.
"Tak-taka-tak-tak."
"Clickety-click-click. "
Tak-taka-tak-tak. Tak-taka-tak-tak.
Clickety-click-click, clickety-click-click.
Ağustos böceğinin yeteneği. Ve durdurulamaz ritmi. Tak-taka-tak-tak.
the gift of the cicada and its irrepressible rhythm, clickety-click-click.
Pi'yi çözdün, INS'i aradın ve korsanın sitesinin South Beach Üniversitesi'nin dışından yönetildiğini bulmak için bir şeylere tıklayıp durdun.
What, you ponged a pi, called the ins, and clickety-clicked to find that the pirate's website is run out of South beach university.
Şu anda benim için çalışıyorsun ve ben sana tuşlara tıklatmaya devam edeceksin diyorum.
Well, at the moment, you work for me, - so I say clickety clacky, type-y type-y. - No way.
Biz havalıyız ve o da o "klik-klak" diye ses çıkaran aletleri kullanmayı biliyor.
We're cool, and he... I mean, look, he's already using the "clickety-clack" thing, right?
Clickety-laklak, clickety-laklak.
Clickety-clack, clickety-clack.
Clickety-laklak, clickety-laklak, o evli.
Clickety-clack, clickety-clack, she's married.
Clickety-laklak, o bir ev sizi koyuyor!
Clickety-clack, she's putting you in a home!
Tıkır tıkır ses çıkardığından ve centaur ayağı dediğinizden de bahsetti.
That you call them "clickety - clacks" or "centaur boots."
Tık tak! Durun durun.
Clickety clack!
Klik, klik, klik.
Aah, clickety-click, click, click.
Gömlek değiştirir gibi ayakkabı değiştirirdi.
Those expensive-ass shoes he wears now changed all that, clickety-fucking-clack.
'Çünkü topuklarının sesiniduyuyorum, click, click, click.
'Cause I can hear her heels clickety, click, click, click.
İşte böylece gece boyunca tıngır tıngır gidiyordum.
And so there I was, just clickety-clackin'through the night.
Mercy!
- Mercy! - Clickety-clackity.
Birkaç saat boyunca tweetlerini haber makaleleriyle karşılaştırınca "bisküvi" ve "tıkırtı" sözlerinin silahlar için kullanıldığını anladım.
After only a couple of hours of timing his tweets with related news articles, I figured out that "biscuit" and "clickety" clearly reference guns.
Gökten hızla kemik yağıyordu.
Just raining bones. Clickety-clack.
Regan ve tıkıdırdama...
Regan and the clickety clack...
Evet, bütün o tıkırtı saçmalıklarıyla.
Oh, yeah, with that clickety-clack bullshit.
Sonra klik, sonra klack, clickety-clack ve işte buradayız.
Then it clicked, then it clacked, click-clack clickety-clack, and here we are.
Şöyle yapıyorlar...
They're all like, " Clickety clackety, clickety clackety, clickety clackety clack.