O kadar da zor değil tradutor Inglês
430 parallel translation
Yapması o kadar da zor değil.
It's not so difficult to do.
Anlaşmak o kadar da zor değil.
we'll get there in the end.
Siz burada ne yapıyorsunuz? İpi germek o kadar da zor değil.
You, what's this you're doing here?
O kadar da zor değil, değil mi?
But it is not the pain, isn't'it?
O kadar da zor değildi, değil mi?
Wasn't so hard after all, was it?
Dünyanın bu kısmında bu o kadar da zor değil.
That's not difficult in this part of the world.
- O kadar da zor değil!
- It's not that hard!
- O kadar da zor değil.
- It's not that hard.
- Hadi, o kadar da zor değil.
- Come on, it's not that hard.
O kadar da zor değil.
It's not complicated.
O kadar da zor değil.
It's not so very hard.
Bunu yapmak o kadar da zor değil.
It's so easy.
O kadar da zor değil.
Well, there's nothin'to it.
O kadar da zor değil, seni kötü adam.
Not so hard, you mean thing.
Tabii ki. Bu b * k yığınının üzerinde duruyorsun... ve bu iş o kadar da zor değil.
You get on top of this shit pile and then the job's not such a ballbuster.
Lisanı anlamak o kadar da zor değil!
It's not hard enough to understand the language.
Hayır, o kadar da zor değil, tekrar dene.
No, not so hard. Try again. Dd [ Radio :
O kadar da zor değilmiş, değil mi?
That didn't hurt, did it?
Bu hayaleti kontrol altına almak, o kadar da zor değil.
To control this Ghost King is not that difficult.
Kale içine girmek o kadar da zor değil.
It's not that difficult to get inside this castle.
Ne istediğini bilirsen o kadar da zor değil.
Why, it's not difficult if you know what you want.
O kadar da zor değil, değil mi?
That's not so difficult, is it?
Bazı şeyleri anlamak o kadar da zor değil Lane.
Some things are not that hard to understand, Lane.
O kadar da zor değil.
It's no sweat.
George, o kadar da zor değil.
George, it's not that hard.
O kadar da zor değil.
It's not that hard.
Ancak programınızı uygulamak o kadar da zor değil.
However, I see no difficulty in meeting your timetable.
Evet, bir dingoyu yemek yerken gördüyseniz bu o kadar da zor değil.
Yes, well, if you've ever seen a dingo eat, there's no difficulty at all.
Buraya girmek o kadar da zor değil.
Well, it's really not all that hard to get in.
- Bence o kadar da zor değil.
- I don't think it's really that hard.
- O kadar da zor değil.
It ain't hard, Hoss.
Temel konuları bilmek önemli, o kadar da zor değil, doğru mu?
It is important to know the basics, and they're not that hard, right?
Aman, o kadar da zor değil.
Oh, come on! Just do it right.
O kadar da zor değil.
It's not so hard.
O kadar da zor değilmiş değil mi?
That wasn't so bad, was it?
Etkilendim. Oh, o kadar da zor değil. Her zaman sunulan şansları iyi değerlendiren gençler aradığımı bilirsin.
You know, I'm always looking for kids who're willing to take a chance, but I think you've got more potential than most.
Aşağılamak yada aşağılanmak o kadar da zor değilmiş, değil mi doktor?
It isn't hard to humiliate or be humiliated, is it, Doctor?
Erkekleri yola getirmek o kadar da zor değil.
Male's aren't hard to tame.
İnanması o kadar da zor değil Scully.
It's not so far-fetched, Scully.
O kadar da zor değilmiş, değil mi?
That wasn't so hard, was it?
Onu sevmek o kadar da zor değil.
She's so easy to love.
Belki o kadar zor da değil.
Maybe it isn't so hard either.
Ama başka türlü aşkların da olduğunu biliyorum ve bulması da o kadar zor değil.
But I do know there are other kinds of love and they're not so hard to find.
O kadar da zor olmadı değil mi?
There, that wasrt so hard, was it?
Bu da o kadar inanılması zor değil, sevgili ihtiyar.
And that's not so far-fetched, dear old Dad.
- O kadar da zor bir iş değil zaten.
- There's really nothing to it.
O kadar da zor olmasa gerek, değil mi?
It wasn't that hard, was it?
Bu o kadar da zor olmasa gerek değil mi?
So, that wasn't so tough, now, was it?
O kadar da zor bir atış değil.
It's not that hard a shot.
En azından van der Luyden'ların evi kadar kasvetli değil. Böylelikle yalnız olmak da o kadar zor gelmiyor.
At least it's less gloomy than the van der Luydens'... and not so difficult to be alone.
O gerçekten zor iş Bence o kadar da değil...
He really is a busybody oni. He's not a bad fellow, though...