Unico tradutor Espanhol
64,084 parallel translation
Tek yaptığım sizin için iyi bir parti hazırlamaktı, gündüz vakti içip kocalarınızı çekiştirin diye.
Lo único que quería era hacer una fiesta para que bebieran y se quejaran de sus esposos,
Verdiği tek adam benim. "
El único tipo con el que coge ".
Tek sorun, başlamasına daha iki saat var.
El único problema es que empieza en dos horas.
Onun yaptığı herşey seni korumak içindi. Bak şimdi nereye vardı.
Lo único que él hacía era tratar de protegerte, y ahora mira dónde resultó.
Olayın tek tanığı, olay mahalinden eski bir mavi sedan kullanan, 30'lu yaşlarındaki, Kafkas bir erkeğin geçip gittiğini bildirdi.
El único testigo que pasaba por la escena reportó un hombre caucásico, de aproximadamente 30 años, conduciendo en un sedán azul.
Kafasındaki topu alıyorlar ve solunum cihazından çıkartıyorlar. Yani, artık yapması gereken tek şey, uyanmak.
Van a quitarle el... perno de su cabeza y le van a quitar el respirador, así que... pues, o sea, lo único que hace falta es que... despierte.
- Gözlerinizde gördüğü tek şeyin, daha iyi olacağına dair kesin bir güven olacağından emin olun.
- Asegúrense de que lo único que vea en sus ojos es completa confianza en que se va a recuperar.
Ve onun da tek erkek akrabası torunu Troy.
Y el único familiar hombre que ella tenía era su nieto, Troy.
Doğru, ama bulmamız gereken tek şey bir neden.
Claro, pero lo único que necesitamos es hallar un motivo.
Burada tek yazan "Ne" olduğu, "Neden" olduğu değil.
Lo único que le importa es el "qué" y no el "por qué".
Bak, senin düşünceli bir ebeveyn olarak değindiğin nokta çok güzel ama tüm saygımla sen şu anda izindesin, yani sadece fikrini beyan edebilirsin.
Mira, agradezco tu punto de vista como una madre preocupada, pero con todo el respeto, ahora estas en licencia administrativa, así que... ese es el único punto de vista al que tienes derecho.
- [Tabii.] .... gereken tek şey Jesus'un morali.
Lo único preocupante es cómo esto afectará el autoestima de Jesus.
Markovları arayan tek telefon ayrıca.
Y el único que realiza llamadas a los markovianos.
Tek başvurduğum şey kiracılık değil.
Bueno, el apartamento no es lo único que solicité.
Tek ricam bu şehrin ihtiyaç duyduğu kahraman olmasına mani olmamanız.
Lo único que le pido es que no deje que esto le impida ser el héroe que esta ciudad necesita.
Prometheus var, kanunsuz var, bir de bizim tarafımızda olabileceğini düşündüğüm polis öldüren bir joker var.
Tenemos a Prometheus, a Vigilante y al único comodín que creí que podría estar de nuestro lado asesinó a un policía.
Prometheus beni çok özel ve eşsiz bir hareketle şaşırttı.
Prometheus me sorprendió con un movimiento muy específico y único.
Oliver, belki onu Helix'ten vazgeçirmeliydik ya da geçirmemeliydik bilemem ama artık iş bu noktaya geldi. Sözünü dinleyeceği tek kişi sensin.
Oliver, escucha, a lo mejor deberíamos haberla convencido de que dejará Helix, a lo mejor no, no lo sé, pero la cuestión es que ahora estamos aquí, y tú eres el único a quien escuchará.
Ortak noktanız bu yani onu bu bataklıktan kurtarabilecek tek kişi de sensin.
Tenéis eso en común, lo que me dice que eres el único que puede apartarla del abismo.
Emirlere uymayan tek kişi sen değilsin.
No eres el único de por aquí que no escucha a los demás.
Kadınlarla arana mesafe koymana sebep olan tek kişi Rene değildi açıkçası.
Rene no era el único que podía sentir la tensión entre tu esposa y tú, si es a lo que te refieres.
- Bunu Prometheus'un yaptığını tek ben mi düşünüyorum?
¿ Soy el único que piensa que es cosa de Prometheus?
Evet çünkü John'la birlikte eski "Tanık" filminde en sevdiğim sahneyi yeniden canlandırıyordunuz.
Sí, porque John y tú estabais recreando la versión de mi escena favorita de "Único testigo" según la dieta paleo.
- Tanık'ı izlemeyen mi var ya? - Ya da dikkat dağıtmak içindi.
- ¿ Quién no ha visto "Único testigo"?
Tek bildiğimiz, iyileştirici bazı özellikleri olması. Ölüyordun.
Lo único que sabemos, es que tiene cierto poder para curar.
- Tek amaçladığı intikamdı.
Lo único que pretendía era vengarse.
İlgilendiğimiz tek konu kurbanlara yardım etmek.
Nuestro único interés es ayudar a las víctimas.
Anladığımız tek şey Eros'un bir uyarı alarmı olduğuydu.
Lo único que entendemos es que Eros fue una llamada de atención.
Nesilde bir gerçekleşen yenilik!
Cien veces mejor de lo que alguien pensó que fuera posible. Un descubrimiento único en la vida.
Bahsedilen silahlar ilk vuruşta işe yarar ama.
Para lo único que son buenas esas armas es para un primer ataque.
Yapabildiğim tek şey imdat çağrısı yollamaya çalışmaktı.
Lo único que podía hacer era intentar enviar una señal de ayuda.
Eros'u enfekte etmelerinin tek sebebi sistemdeki en yoksul Kuşaklıları barındırması biliyorsun değil mi?
Sabes que el único motivo por el que infectaron a Eros es porque tiene a los cinturinos más pobres del sistema, ¿ verdad?
Gerçek olan tek şey, bu an.
Lo único real es este momento.
Notlarına eğilmek istiyorum sadece. Kontrol edebildiğimiz tek şey bu.
Solo quiero concentrarme en sus notas, que es lo único que podemos controlar.
Beni Sidney'ye bağlayan son şey sensin.
Ya eres lo único que me vincula a Sidney.
Buradaki tek hatam, belki bana yalan söylediğini düşünmemekti.
Pero mi único error fue que no pude percibir que tal vez, tal vez, me mentía a mí.
Güvende olduğum tek yer orasıydı.
Era el único lugar que parecía seguro.
Ve bu gerçekten benzersiz.
Y éste es realmente único.
Bu arada, Sahip olduğun tek iş bu Bir yıldan uzun süredir.
Por cierto, es el único trabajo que has tenido en más de un año.
Bizimle Ölüler Ordusu arasında sadece Duvar yükseliyor ve Duvar'da da yüz yıllardır yeterli adam bulunmuyor.
Lo único que hay entre nosotros y el Ejército de los Muertos es el Muro, y no ha sido apropiadamente atendido en siglos.
Anca kendi başlarına yapıp yetiştiremedikleri şeyleri çalmayı bilirler.
Lo único que saben es robar las cosas que no pueden construir o cultivar.
Robert Baratheon'u savaşta yenmeyi başaran tek adamsınız.
Fuisteis el único hombre que derrotó a Robert Baratheon en batalla.
Jorah Mormont'sun sen. Jeor Mormont'un tek oğlu.
Sois Jorah Mormont, el único hijo de Jeor Mormont.
Tıpkı arkadaşım İsa Mesih gibi. İhtiyacın olan tek şey ölü karı yeniden dirilmek.
Como mi amigo Jesucristo, lo único que necesitas, mujer muerta... es la resurrección.
Senin bilineceğin tek şey ölü olmak.
Lo único por lo que te haces pasar es por una muerta.
Ya da artık hissettiği tek şey budur.
O puede que eso sea lo único que siente ahora.
Benim iyi olduğum tek şey bu.
Sí. Esto es lo único que sé hacer.
Başkan yardımcısı olarak vazifem size Bay Nygma kadar hevesli ve akıllıca hizmet etmektir.
Mi único deber como director adjunto de personal es servir con el mismo celo e inteligencia que le daba el Sr. Nygma.
Ed'e ihtiyacım var. Sadece onunla...
Necesito a Ed, él es el único...
Annemin Gotham'a 11 yıl sonra geri dönmesinin 11 yıl sonra izimi sürüp beni bulmasının tek sebebi sendin.
Tú sabes... el único motivo de que ella regresara a Gotham, el único motivo de que ella me buscara luego de once años. fuiste tú.
Ve bu dünyada seni olduğun gibi gören tek kişi benim.
Y yo soy el único en el mundo que realmente te ve como eres.