Kıyamam tradutor Francês
105 parallel translation
- Bırakmaya kıyamam.
- Ce serait dommage de le laisser.
Ah kıyamam sana.
Ça me désole.
Clint'in dediğine göre, beni geride bırakmaya kıyamamış. Uh-huh.
C'est alors que Clint n'a pas pu m'abandonner.
Kız kardeşim gerçekten çok merhametlidir Seni zehirlemeye bile kıyamamış
J'aurais dû m'en douter.
Seni incitmek gibi bir niyetim yoktu, bilirsin kıyamam sana.
Je ne voulais pas te faire de mal. Tu comprends, je ne voulais pas.
Neyse. Ah kıyamam.
Bref, oh, chéri.
Ah kıyamam sana.
Oh, oui.
Oğluma asla kıyamam.
Je ne lui ferais jamais de mal.
Vergilerimi ödemesem bile, vergi dairesi benim için öder. - Ay kıyamam sana.
Si je ne paie pas mes impôts, le fisc le fait.
Homie, kıyamam ben sana.
Homie, mon pauvre.
Ah, kıyamam. Size yardımcı olabilirim.
Oh, la, la.
O zaman satmaya kıyamam.
Je ne supporterais pas de la vendre.
Ah, kıyamam. Omzumda ağlamak için heveslenme.
Ne viens pas pleurer sur mon épaule.
Kıyamam küçük beye.
Pauvre petit garçon.
Kıyamam sana.
Pauvre chou.
O kadar huzurlu görünüyordu ki Gestapo onu uyandırmaya kıyamamıştı.
Mais la Gestapo n'a pas osé le réveiller. Merci. Il devait avoir l'air trop serein.
Nasıl oldum biliyor musun? Ah kıyamam, zavallı küçük Ashley seni.
Snif-snif, pauvre petite Ashley.
Kendi yaşamıma da kıyamam ayrıca.
Je ne peux pas non plus prendre ma propre vie.
O, bu ülke için hayatını verirdi... ve ben gözlerinden bakmaya hiç kıyamam.
Elle aurait donné sa vie pour ce pays et j'aurai du mal à la regarder dans les yeux.
Oğlu hiçbir atmaya kıyamamış.
Le fils n'a rien pu jeter.
Ah canım, kıyamam sana.
Mais c'est mignon.
Yazık sana, kıyamam.
C'est vraiment nul.
Otobüs çok güzel, o tuvalete işemeye kıyamam.
J'oserai même pas aller aux WC.
Onu uyandırmaya kıyamam.
J'ose pas le réveiller.
Kıyamam tatlıma.
Oh, mon chéri. Ça concerne l'ordinateur?
Kıyamam.
Mon pauvre enfant...
Kıyamam ben sana.
Mon pauvre chou.
Hayır, arabama kıyamam.
Non, j'aime trop ma voiture.
Açmaya kıyamam.
Presque dommage de l'ouvrir.
Kıyamam.
Ma pauvre.
- Kıyamam, çok işi var.
- La pauvre. Elle est trop occupée.
Ona ayrıcalık tanıyamam.
Pas de traitement de faveur!
- İmkansız. - Kimseye ayrıcalık tanıyamam.
Impossible, pas de privilégiés à bord.
Vicdanen oğlunuza ayrıcalık tanıyamam.
Je ne peux pas réformer votre fils.
Ferrari'mde yaralı bir kız taşıyamam.
Qui lui a dit de monter dans ma Ferrari?
İyi kız ol yamam mı, huh?
- Au revoir, Natalie.
Artık bu sorumluluğu taşıyamam, anladın mı?
Je refuse cette responsabilité
Daha yeni traş olduğunu ve düğmelerini sımsıkı iliklediğini farkettim. Giysilerini öyle büyük bir özenle yamamış ki yama izleri görünmüyordu.
Je remarquai alors qu'il était rasé de frais, que tous ses boutons étaient solidement cousus, que ses vêtements étaient reprisés avec le soin minutieux qui rend les reprises invisibles.
Zaten 10 yıl sonra arabama binseniz de, sizi piskopos kıyafetinizle tanıyamam.
Et si je vous prends dans 10 ans, je ne vous reconnaîtrai pas.
Eğer kılık değiştirirse onu asla tanıyamam.
Vêtu autrement, je ne le reconnaîtrais pas.
Tıbbi masörümün dediğine göre sizi artık eve taşıyamam.
Je ne peux plus vous ramener chez vous sur mon dos.
Bir gün yine onunla tapınağa gitmek için dışarı çıktığımda "üzgünüm Delenn, artık büyüdün seni sırtıma alıp taşıyamam" dedi.
Un jour... alors qu'on sortait pour aller au temple... il m'a dit : "Je suis désolé, Delenn... mais tu es trop grande pour que je te porte."
Anneni tanıyamamış olman çok yazık.
Vous n'avez pas connu votre mère.
- Birbirimizi tanıyamamış olmamız çok yazık, öyle değil mi?
C'est pourri qu'on ne se connaisse pas mieux.
Burası yeterince karanlık, annem gelse bile tanıyamam ki burda.
Je reconnaîtrais même pas ma mère.
Bu huzursuz ruh, huzur bulacak bedenin eşsiz bir çiçek gibi muhteşem renklerin kainattaki renklerin kaynağı nasıl kayıtsız kalırım sevgilim her gece renklerin odamı süsler ama bir zerresine bile dokunamam kıyamam neden çaresizim bu kadar bana izin ver renklerinle buluşayım
.. après avoir regardé dans la splendeur de ta jeunesse. Ton corps est comme une fleur. Et ton membre à la couleur du midi.
Oy ben sana kıyamam.
Ne vous en faites pas.
Seslendiricinin sesi kulaklarımda çınlıyor, artık bunu taşıyamam.
Je supporte plus d'entendre la voix de la narratrice!
Seni severim ancak biliyorsun ki sana ayrıcalık tanıyamam.
Je vous aime bien, mais vous savez que je ne fais pas d'exception.
Biraz önce gelen adamı hatırladın mı, hani tanıyamamıştık ya?
Tu vois le type qu'on ne connaît pas?
Ve çok aptallık ettim, daha fazla aptallık yapamam ve bu yüzüğü daha fazla yanımda taşıyamam.
J'ai été stupide, mais c'est fini. Je ne garde plus cette bague.