Umutsuzluk tradutor Francês
342 parallel translation
Düşmanın topraklarında - umutsuzluk içinde kayıp, çaresizce üşümüş ve korkunç derecede aç bir şekilde...
En plein territoire ennemi... désespérément perdu, inexorablement gelé et horriblement affamé.
Hep aynı umutsuzluk Hep bekleme
C'est le même désespoir la même attente
Ve sonra, umut ve yaşamın, umutsuzluk ve ölüme karşı zaferinin habercisi Ave Maria'yı işitiriz.
Puis, nous entendons l'Ave Maria et son message de triomphe de l'espoir et de la vie sur les forces du désespoir et de la mort.
Güzel fakat umutsuzluk derecesinde yetersiz bir amatör olan Bayan Susan Alexander dün gece yeni Chicago Opera Binası'nın açılışında bir... Eseriyle
"Miss Alexander, agréable mais dépourvue de métier... a paru pour l'ouverture de l'Opéra de Chicago dans..."
İçinde umutsuzluk kalmasın.
Ne garde pas le désespoir à l'intérieur.
Ne mutluluk, ne de umutsuzluk.
Ni le bonheur, ni le désespoir...
Izdırap ve umutsuzluk dolu bir hayata mı?
À une vie de souffrances et de désespoir?
Daha sonra umutsuzluk çökerdi.
Alors, il y avait le désespoir.
Umutsuzluk uyuşturucu gibidir.
Le désespoir est un narcotique.
Bende de Umutsuzluk Zümrütü var.
Et moi, le "Rageant".
Asırlardır süren yalnızlığımda artık umutsuzluk içinde çırpınırken ölmek için dua ettim. Ama ne desem beyhudeydi.
Mes siècles de solitude, quand je priais la mort de venir, n'ont jamais existé.
Umutsuzluk artık benim meyvem olmuştu.
J'étais en proie au désespoir.
Ve umutsuzluk.
Par désespoir...
Bu yunanca kelime, yazarı derinden etkiledi. Bu suç ve umutsuzluk izini, eski kilisenin duvarlarında hangi acı çeken ruhun bıraktığını merak etti.
Il chercha a deviner quelle pouvait être l'âme en peine qui n'avait pas voulu quitter ce monde sans laisser ce stigmate de crime et de malheur au front de la vieille église.
Anılan devirden beri onlar dağlara baksa da her nerde olursa olsun, açlığın en kötüsünü umutsuzluk ve karanlıkta kaybolmayı bilen insanın bedeni burda, bu mahkeme salonunda zindana, ateşe ve kılıca rağmen hâlâ yaşıyor.
Lorsqu'ils regardaient les montagnes... De l'époque remémorée où le corps de l'homme était tenaillé par la faim... Perdus dans les ténèbres et le désespoir, et ici, ici, dans ce tribunal, toujours vivants, en dépit du cachot, du feu et de l'épée...
ona umutsuzluk vermemeliyiz.
Il ne faut pas qu'elle reste aussi abattue.
Yazar, bir umutsuzluk duygusuyla yazmıştı bu sözü. Burada ise başka bir havayla söyleniyor.
Il l'a dit avec complaisance, alors que l'auteur l'a écrit avec désespoir.
Umutsuzluk ve umut.
La foi et le doute.
"Umutsuzluk içinde çırpınarak, başkanın karısından..." "... randevu alması için senatöre yalvardı. "
Se raccrochant à tout, elle le supplia de lui ménager une entrevue avec la femme du président.
"Bir cezaevi, altındaki ateşin kin ve öfke ile canlı tutulduğu..." "... koskocaman bir umutsuzluk kazanıdır. "
Dans une prison, le désespoir bout, alimenté par la haine et la rage.
Bunu umutsuzluk veya çaresizlikten dolayı söylemiyorum.
Je ne le dis pas par amertume ou désespoir.
Ama eninde sonunda Aşk umutsuzluk getirecektir
" Mais l'amour porte le désespoir
Evlerine geri dönemezler ve umutsuzluk içindeler.
De vrais chiens enragés!
Dünya, umutsuzluk ve acı içinde yaşıyor ancak kendini adamış bir kaç kişi tarafından en azından ayakta tutuluyor.
Le monde vit dans la douleur et le désespoir mais au moins il reste en vie grâce à quelques hommes dévoués.
Kod kelimeleriniz ise ; " "Umutsuzluk zamanı geçmişte kaldı".
Votre mot de passe sera : "Voici l'hiver de notre déplaisir."
"Umutsuzluk zamanı geçmişte kaldı".
"Voici l'hiver de notre déplaisir."
Son iki dansçı bir sağa bir sola giderek, tökezleyip topallayarak, ayılıp bayılarak umutsuzluk ve yenilgi denizini geride bırakıp zafere ulaştığı zaman.
Seulement deux danseurs qui vacilleront et chancelleront, trébucheront et se pâmeront, au milieu de la mer de la défaite, vers la victoire.
Burası acılanmaya uygun bir omuz umutsuzluk anında tutulacak bir el kalbini dökebileceği bir kap.
Cette épaule soulage. Cette main chasse le désespoir. C'est un baume pour le cœur.
Uzak dur benden, nefret ediyorum senden. Suçla tabi, anca bunu yaparsın. ... umutsuzluk okyanusunda kaybolan ufak bir kabahatten ne çıkar ki?
Vous m'avez condamné... à l'amertume, à la cruauté.
Bu intihar, doğru kelime mi bilmem,... ne umutsuzluk, ne çaresizlik ne de umutsuzluk belirtisidir.
Ce suicide, si un tel terme est approprié, ne reflèterait en aucune façon une peur, un désespoir ou une impuissance.
Öfkemi çaldı ve bana umutsuzluk verdi
Elles me volent de ma colère et m'emplissent de désespoir
Umutsuzluk yüzünden mi?
Par désespoir?
Bir yavru kavurucu sıcağa doğru körü körüne yürümeye başlıyor ve ebeveynleri umutsuzluk içinde seyretmekten başka birşey yapamıyor.
Un des petits s'avance à l'aveuglette par cette chaleur écrasante. Ses parents ne peuvent que le regarder, désespérés.
Ülkedeki bütün bilginler umutsuzluk içinde.
" Tous les hommes avisés du pays se creusent la tête sans résultat
Bu tablo ve onun Umutsuzluk diye bilinen eseri sanatçının belirgin olmayan, anlamsız profilini yansıtır. Fırça darbeleri ve renk çalışmaları arasında büyük bir kopukluk olması Norveç Basını tarafından, Korku veren fütüristik sanat saçmalığı denilerek ağır eleştiriler alır.
Mais cette toile, comme son autre tableau, "Désespoir", et son profil sans traits, absent, ses larges aplats de couleur désordonnés et superposés, sont férocement attaqués par la presse norvégienne, qui y voit "un impressionnant charabia d'art futuriste".
Ama bütün bir hafta boyunca sebatla bağlı kalınan böyle kararlar... bir umutsuzluk anında bozuluverir.
Mais, de telles résolutions fermement tenues toute une semaine... sont oubliées en un instant de désespoir.
Yalnızlık, kurtarılmaya dair umutsuzluk...
La solitude, sans aucun espoir de secours.
Fakirlik, sefalet ve umutsuzluk içinde bir şehir.
Une ville accablée par la pauvreté, la misère et le désespoir.
Yoksunluktan bıktık işsizlik, onursuzluk umutsuzluk lidersizlik.
Nous sommes une nation fatiguée d'être sans... sans emploi, sans fierté... sans espoir... sans leadership.
Her şey hakkında. İntihar, umutsuzluk, umutlarımıza ne oldu...
Tout y est... le suicide, le désespoir, l'évanouissement de l'espoir.
Bu büyük umutsuzluk anındaki acımızı dindir!
Soulage notre peine immense...
Bir zamanlar umutsuzluk vardı, şimdiyse umut.
Il y avait le désespoir, il y a l'espoir.
Bir şaşkınlık ve umutsuzluk denizinde debeleniyorum.
Je suis complètement paumé et désespéré.
Ama aynı umutsuzluk içinde. Nedenini bilmiyoruz.
Mais c'est toujours aussi inutile... et on ne sait pas pourquoi.
Umutsuzluk Zindanı'nda. Sakın aklından...
- Dans la fosse du désespoir.
Umutsuzluk şu an üzerimizde ama bunu da atlatacağız.
ne désespérez pas.
- Öyle mi düşünüyorsun? - Umutsuzluk için de söylüyor.
Tu n'entends pas?
Büyük umutsuzluk hissediyorsun.
On est en proie à un grand désespoir.
Sizsiz, bugün umutsuzluk içinde olurdum.
Ce n'est pas pour cette raison.
[Papağan ciyaklar] Ama umutsuzluk yoktu.
Mais je ne me résignais pas.
Biz iyice uzaklaşınca onu Florin'e geri götürün ve "Umutsuzluk Zindanı" na atın gitsin.
Lorsque nous serons hors de vue, ramenez-le à Florin.