Uzlasma tradutor Francês
622 parallel translation
Orada rüsvet, açgözlülük, yalan... uzlasma özgürlükle birarada duramaz.
Il n'y a pas de place ici pour le profit, l'avidité ou les mensonges, les compromis avec la liberté humaine.
Uzlaşma güzel birşey.
La paix! C ´ est merveilleux!
Uzlaşma olmadan boşanamam ve o buna yanaşmıyor.
Il faut son consentement. ET elle n'acceptera jamais.
Bir uzlaşma bulalım ve ortada buluşun, olur mu?
Chacun fait un bout du chemin, d'accord?
Dostça bir uzlaşma, hatta Pedro kolunu kızın omzuna atıyor.
Un règlement à l'amiable, même si vite Pedro balade ses bras sur ses l'épaules.
- Bir uzlaşma yapmalıyız
En effet. - Un compromis s'avère nécessaire.
- Baylar, uzlaşma bu
- Certainement. Eh bien, le compromis, le voici.
Para konusunda onunla uzlaşma sağlayacağım.
Je m'arrangerai avec lui pour l'argent.
Bir uzlaşma.
- Un compromis.
Bir dahaki sefer, uzlaşma falan olmayacak.
la prochaine fois ce sera fini entre nous.
Ama, efendim, onlar Amiral'in karısının hediyesiydi. Burada toplumsal uzlaşma sağlamaya çalışıyorum.
La femme de l'amiral me l'a offert.
Hiçbir uzlaşma olmadığı için kuralları uygulayacağız.
Toute réconciliation étant impossible, allons-y.
- Eminim, bir uzlaşma yolu bulabiliriz.
Nous pouvons nous mettre d'accord.
Bana 50,000 lira teklif etsen bile, bir uzlaşma yolu bulamayacağız.
Non, non. Aucun accord possible, même pas pour cinquante mille.
Uzlaşma ne demektir, biliyor musun?
Tu sais ce que c'est, un compromis?
Hayır, uzlaşma, karşılıklı kabulle yapılan bir anlaşmadır.
Non, c'est un accord obtenu par consentement mutuel.
Geçmişle uzlaşma çok uzun sürmedi.
Le contact avec le passé n'a pas duré longtemps
Aramızda bir tür uzlaşma.
- C'est un accord tacite.
Bir uzlaşma sağlayamadık Sayın Yargıç.
Nous ne sommes pas capables d'être d'accord, my lord.
Doğru, bu adamın ordusunda bir uzlaşma bulamazsın.
L'idéal est difficile à trouver.
Barış ve uzlaşma için çalışır.
Elle œuvre pour la paix.
Uzlaşma mı?
De quel genre?
Serçeler ve şahinlerin arasında bir uzlaşma sağlamak için ne yapmak gerekir?
Que faire, si les faucons et les moineaux ne peuvent s'accorder entre eux?
Uzlaşma, uyum sağlama olması gereken diye addedilen şeyler, değil mi?
Adaptation, compromis... c'est dans l'ordre des choses.
Çete savaşlarını, bazı anlaşmalar ve uzlaşma teşebbüsleri...
Après des périodes de luttes ouvertes, les gangs tentent de s'unir.
Klingonlarla uzlaşma görüşmeleri iptal edilmek üzere.
Les négociations avec les Klingons sont sur le point d'échouer.
Uzlaşma görüşmeleri devam ederken, Almanya hidrojen deneylerini tamamladı.
Les négociations de paix traînaient et l'Allemagne put finir ses expériences sur l'eau lourde.
Bana öyle geliyor ki bir anlaşmaya varabiliriz, geçici bir uzlaşma sağlanabilir.
Il me semble que nous pourrions conclure un accord, trouver un modus vivendi.
Bunların, sözcüklerin sükûnetine yol açan dil tuzakları çoktan tükenmiş bir kültürün suç ortakları, bir strateji dilsel bir mazeret, dilsel-ideolojik bir uzlaşma olduğunun farkına varmıyor musunuz?
SompliSe d'une Sulture dèjà épuisée, une ruse, un alibi linguistique, Un arrangement linguistiSo idéologique qui peut nous emmené à la paix mentale des formules?
Belki bir tür uzlaşma zorluklarına yardımcı olabilir.
Peut-être avez-vous besoin d'un médiateur.
Uzlaşma mektupları?
Lettres compromettantes?
O bana teklifler getiriyor, ben uzlaşma öneriyorum.
Il fait des propositions, je suggère des compromis.
Tokyo, tahkikatlarımı görmezden geliyor ve Bakan Hull'un sunduğu uzlaşma önerilerine hala cevap vermedi.
Tokyo a ignoré mes nombreuses requêtes... et n'a pas répondu... à la proposition de compromis du Secrétaire d'État, Hull.
Uzlaşma sanatı, Lord Sinclaire... Sendika usulü!
L'art du compromis, façon syndicat!
Uzlaşma politikası yerine... kutuplaşma politikasını seçti
Au lieu d'une politique de réconciliation, elle opte pour la polarisation.
Ama bir anayasal uzlaşma umudu var gibi görünüyor.
Mais il semble qu'il y ait un espoir d'accord constitutionnel.
Şu anda orada işler bayağı kötü. Ama bir anayasal uzlaşma umudu var gibi görünüyor.
Mais il semble y avoir un espoir d'accord constitutionnel.
Ama bir anayasal uzlaşma umudu var gibi görünüyor.
Mais il y a un espoir d'accord constitutionnel.
Ulusumuzla kilise arasındaki uzlaşma tam olarak gerçekleşti ki bu da ulus ve kilise üyelerini düzene soktu çünkü sonsuz bir disiplin ve kişisel hayatın her detayına karışma hakkı gerekiyordu.
La réconciliation entre les deux se produit grâce... au démiurge, qui rassemble les membres de l'Etat et de l'Eglise... exigeant de la discipline et le droit d'intervenir... dans la vie individuelle.
Bir hükümet yetkilisi, uzlaşma sağlanıncaya kadar sendika ile görüşmelerin devam edeceğini söyledi.
Le gouvernement a déclaré que les négociations continueraient jusqu'à obtention d'un accord.
Ama iki kutup arasında makul bir uzlaşma olmalı. Öyle değil mi, hanımefendi?
Papa, même la presse catholique a accepté le divorce, il faut s'adapter.
Bakın, uzlaşma ve beraberlik içinde olmak ne güzel!
Voyez comme c'est beau de s'aimer et de s'entendre.
- Uzlaşma sağlandı mı?
- Entente?
"Uzlaşma gerginliği azaltacak"
"Des compromis atténueront les tensions."
Şey, şu anda patronunuzu Amerika Birleşik Devletlerinin gelecek başkanı olmasını sağlayacak uzlaşma yemeğini pişirdiğinize emin olabilirsiniz.
Vous avez concocté un compromis qui va faire de votre patron le prochain vice-président des Etats-Unis.
Sizce her olgun ilişkinin temelinde uzlaşma yatmaz mı?
Ne croyez-vous pas qu'une relation mûre doive être faite de compromis?
Bence hiçbir ilişki uzlaşma ya da olgunluk veya mükemmelik üzerine filan kurulu değildir.
Je crois que les relations ne sont pas basées sur les compromis... la maturité ou la perfection.
Uzlaşma öneriyorum.
Je propose que nous soyons brefs.
Madem öyle dürüstçe konuşmak gerekirse bu pislik yuvasında ya da başka bir pislik yuvasında sözleşmeli veya sözleşmesiz olarak hapsedilmişken uzlaşma yapabilirim dememin hiçbir anlamı yok, değil mi?
- Non. Honnêtement, je m'imagine pas très calme en étant incarcéré dans cette taule ou une autre, contrat ou pas. Alors ne parle pas de ça.
Uzlaşma niyetinin olmadığını sen söyledin.
Rendons-le-lui. Il ne compte pas se tenir tranquille.
Doktorlarım uzlaşma istemediler.
Mes praticiens ne voulaient pas une transaction.