Yakıt tradutor Francês
6,976 parallel translation
- Orada yakıt olduğunu nereden biliyorsun?
Comment tu sais qu'il y a de l'essence là bas?
Söylediğin gibi yakıt varsa bizimle bir sonraki güvenli yere kadar gelebilirsin.
Et s'il y a de l'essence comme tu dis, Tu pourras voyager avec nous jusqu'au prochain avant-poste.
Bizim için bu yakıt bulmak anlamına geliyor.
Dans ce cas, ça veut dire qu'il faut plus d'essence.
- Herhalde yani. Yakıt yalan oldu.
Il n'y a plus d'essence facile.
Eğer şu tankeri çalıştırıp ana depodan yakıt doldurursak bu kadar yakıt bizi California'ya götürür.
Si on arrive à démarrer le camion et à le remplir autant d'essence nous amènerait en Californie.
Acele et, yakıt neredeyse bitecek.
Dépêche. Il n'y a presque plus d'essence.
Yakıtı alıp gideceğiz.
Prenons l'essence et foutons le camp.
Yakıtı aldık mı?
On a du carburant?
Eğer bu şeyde hâlâ yakıt varsa, ki var çalıştırabilirsek millet dımdızlak yolculuk etmekten kurtulur.
Si ce truc a encore de l'essence, et c'est le cas... Si on arrive à le démarrer, ils n'auront plus à voyager à l'arrière.
Aracımızın 20 mil uzaklıkta bir yerde yakıtı bitti.
Notre véhicule est tombé en panne d'essence à 30 km d'ici.
Kontrol odasına gidip yakıt devrelerinin reaksiyonu durdurmak için soğutma havuzunu neden beslemediğini öğrenmeye çalışacağım.
Je dois aller à la salle de contrôle pour voir si je peux comprendre pourquoi les barres de combustible ne descendent pas dans le bassin de refroidissement pour arrêter la réaction.
Tek güvenlik sistemleri elinde balta olan bir adammış. Görevi, bir erime durumunda soğutma havuzunun etrafındaki yakıt devrelerini kesmekmiş.
Le système de sécurité qu'ils avaient était littéralement un homme avec une hache dont le boulot était, dans le cas d'une fusion de couper la corde retenant les barres au-dessus du bassin de refroidissement.
Açıkçası yeterli yakıtım yok.
Pour être honnête, je n'ai pas assez d'essence.
Birkaç galon yakıtım olsaydı kendimi ve bir kişiyi daha patlama bölgesinin dışına çıkarabilirdim. Şanslıysak tabii.
Si j'avais quelques litres, je pourrais, avec une autre personne, aller en dehors de la zone d'explosion, si on a de la chance.
Murphy, yakıtını içmeyi bırakıp tankı doldurur musun?
Murphy, tu peux arrêter de boire notre carburant et remplir le satané réservoir?
Bu uçak yakıtı değil, votka.
C'est de la vodka, pas du carburant aviation.
Billings'de biraz daha yakıt bulabilirsek California'ya da gidebiliriz.
Si on trouve plus de carburant à Billings, on pourrait redécoller et aller en Californie.
Karbüratörü yeniden yakıt yakacak hale nasıl getireceğimi bilmiyorum.
Je ne sais pas comment faire pour que ce carburateur fonctionne à l'essence.
Yiyeceğimiz, suyumuz ve yakıtımız var.
On a nourriture, eau, essence
Sen ve arkadaşlarının ne yiyeceği, ne suyu ne de yakıtı vardı.
Toi et tes amis ont ni bouffe, ni eau et vous étiez à court d'essence.
Bir askeri üste durmuş. Yakıt ikmali için mi yoksa yanına birilerini almak için mi bilemiyorum.
Son véhicule a atterri à la base militaire, pour faire le plein, ou pour prendre plus de passagers.
Yakıt mı demek istiyorsun?
Quoi, du combustible?
Sıcak yakıt yükleme sürüyor.
Ravitaillement en cours.
Yakıt küçük tekneler için tasarlanmış bir katkı maddesi.
C'est un additif au carburant pour les bateaux.
- Ne kadar yakıtımız kaldı?
Il nous reste combien de carburant?
Yani mesafesi sanal olarak sınırsız ve yakıtı olduğu sürece istediği yere gidebilir.
Ce qui veut dire que sa portée est quasi-illimitée, et il peut voler aussi longtemps qu'il y a du carburant.
Fakat arka koltuk tamamen yanmamış, bagajdaki tek yakıt ise ceset.
Mais à l'arrière, tout n'a pas complètement brûlé, et le seul combustible dans le coffre est le corps.
Üç uçağın yakıtının azalması ve inişe geçmeleri nedeniyle kayıp silahın hemen bulunmasını istiyorlar.
Avec trois vols en manque de carburant et qui vont se poser, ils veulent que le pistolet manquant soit retrouvé maintenant.
Hepsinin yakıtı az kaldı, yani, ilk gelene öncelik verilecek.
Ils manquent de carburant, donc.. C'est premier arrivé, premier servi.
Ev civarında hiç yakıtınız var mı?
Vous avez du carburant dans la maison?
- Korkarım hayır. Ona yakıt koydum, yağını değiştirdim...
J'ai déjà fait le plein d'essence, changer l'huile...
Bu bey roket yakıtı içmiyorsa başka bir şey daha olmalı.
A part si ce gars buvait de l'essence, Il devait y avoir autre chose.
Vietnam Anıtı yakınlarındaki bir turist tarafından çekilmiş.
Elle a été prise par un touriste à côté du Vietnam Memorial.
Elimizde, geçen Cuma Vietnam Anıtı yakınında bu sırt çantası üzerindeyken bir saldırıdan kaçışının fotoğrafı var.
Nous avons une photo de vous fuyant le lieu de l'agression près du Vietnam Mémorial vendredi dernier, portant ce sac à dos.
Yakında alışırsın.
Tu t'y habitueras.
Eğer komadan çıkacaksa bile, yakın gelecekte olacağına dair önceden görülebilir hiçbir kanıt yok.
Il n'y a pas de preuve indiquant qu'il va sortir du coma dans un futur proche, si ce n'est un jour.
O kan kaybederken en yakında sen vardın.
Quand il a saigné, t'étais le plus proche.
Yakında anlayacaksın.
Tu t'y feras.
Hiçbir kanıt yoktu ve hakim ona yakınlık duyarak iftiradan dolayı net değer olarak % 95'ini ona vermiş.
Il n'y avait aucune preuve de cela et le juge a compati et lui a accordé 95 % de leurs biens pour diffamation.
Ondan başka krala bu kadar yakın olan var mı?
Y a t'il des hommes plus proche du roi?
Haydi ama düşündüm de üzerimi ararken ellerin rahat durmuyordu. Biraz kişisel, biraz fazla yakındı.
Ho allez, j'ai juste pensé, tu sais... t'avais les mains balladeuses quand tu m'as fouillé... un peu personnel, un peu intime.
Yakın bir istasyon var mı buralarda?
Continue d'avancer! Y a-t-il une station plus proche?
Başarısızlığının beni çok üzdüğünü duymak bizi daha fazla mı yakınlaştıracak?
Cela nous rapproche-t-il de savoir que votre échec me déçoit au-delà des mots?
Tıbbi atık yakıyorlar.
Qui sert à incinérer les déchets médicaux.
Vuracaksın kırbacı! Brian, kendine yakışan görünüme kavuştu.
T'as trouvé ton style.
Brian, bu hafta 5 satış yaptın. Yakıyorsun.
Cinq ventes en une semaine, t'es un vrai tueur!
911'i arayan 5 kişi de silah seslerinin bu köprünün yakınından geldiğini söylemiş. Eğer Luca Tessaro burada öldürüldüyse buralarda bir kanıt olmalı.
Les cinq personnes qui ont appelé le 911 ont dit qu'ils ont entendu des tirs près de ce passage souterrain, donc si Lucas Tessaro a été tué ici, il doit y avoir des preuves.
Ve yakın alamadım- - ölümcül nektar var ve zehirli polen ve her türlü...
Et ne t'en approche pas... Ça contient du nectar mortel et... du pollen toxique et toutes sortes de... Non.
Bu yüzden sana öğrencilerle yakın olmamanı söyledik.
C'est pourquoi on t'a dit de ne pas être trop proche des étudiants.
Aynen, yakında yürüyemeyecek duruma gelirsin kesin.
Tu cherches comme t'es en difficulté. Je suis sérieuse.
Ayrıca yakınlardaki bir liseye kaydolduğuma dair kanıtım da var.
J'ai aussi des preuves d'inscription dans une université pas loin d'ici.