Bir zamanlar tradutor Português
8,720 parallel translation
Yaşanan ve yaşanacak olan her şey hepimizin bir zamanlar tanıdığı ve sevdiği bir adam tarafından kehanet edilmişti.
Tudo o que aconteceu... Tudo o que vai acontecer foi predito por um homem que todos nós conhecemos e amamos.
Bir zamanlar adım Milo Rodricks'ti.
Chamava-me, Milo Rodricks.
Bir zamanlar ben bir astrofizikçiydim.
Eu fui astrofísico.
Bir zamanlar Alman İmparatorluğu'nun onurlu bir şövalyesiydin.
Há tempos, eras um bravo cavaleiro do Reich alemão.
Bir zamanlar işi bitmiş yaşlı adamlar yönetirdi, gençlerde posta odasında çaılşırlardı.
Era uma vez, velhos rabugentos administrando a empresa e adolescentes na correspondência.
Bak Henry, olanlardan sonra bir zamanlar işi bırakıp seninle ilgileniyordum.
Ouve, Henry, estive do teu lado quando decidiste fazer uma pausa no trabalho, - depois daquilo que aconteceu...
Erik bir zamanlar veba geçirmediyse evet.
Não se o Erik já teve a peste bubónica.
Bir zamanlar Eva'ya benzeyen birini tanırdım.
Eu uma vez conheci alguém igual a ela.
Bir zamanlar ben de senin gibiydim.
Sabe... já fui como você.
Texas'ta bir zamanların yükselen şehri Odessa...
Odessa... outrora uma cidade próspera no centro do Texas...
Bir zamanların yükselen şehri Odessa korkakça bir terör saldırısı sonucu adeta ıssız bir çöle dönüştü.
Odessa, outrora uma cidade próspera no centro do Texas... reduzido a uma área devastada por um acto cobarde... - Password.
Alüminyumun bir zamanlar dünyada en nadir bulunan ve en değerli metallerden biri odluğunu biliyor muydun?
Sabias que... o alumínio costumava ser um dos metais mais raros e caros do mundo?
Bir zamanlar vizyon sahibi bir sanatçı olarak görülürdü, Amerika'nın doğuşunu tuvale çizecek olan kişi olarak.
Ele foi considerado um visionário, quem documentaria o nascimento da América nos quadros.
BU canavar, bir zamanlar en yakın arkadaşımı yakaladı.
Este monstro foi capturado pela minha querida amiga.
Anna bu videoyu izlerse, bir zamanlar ne kadar zavallı olduğumu hatırlar.
Se a Anna vir o vídeo, isto vai lembrá-la do falhado que eu era.
- Bir zamanlar öyleydim.
Eu fui uma vez.
Reddington bir zamanlar Pentagon'da gelecek vadeden biriydi.
Reddington já foi um prodígio do Pentágono.
Bir zamanlar ne olduğum hakkında nadiren düşünürüm.
Eu quase nunca penso sobre o que um dia fui.
Evet. Bir zamanlar çok oldu.
Sim, demasiadas vezes.
Bir zamanlar öldürmeye çalıştığın birini kurtarmak için çok çalışıyorsun.
Estás a esforçar-te muito para salvar uma pessoa que já tentaste matar.
Bir zamanlar insanlar bunun kutsal kitap olduğuna inanırdı.
As pessoas pensaram que este livro era sagrado.
- Bir zamanlar yürüyemeyen bir adam vardı vaiz James kafasına böyle dokundu ve adam aniden sandalyeden kalkıp yürümeye başladı.
Uma vez, havia um homem que não conseguia andar. O Padre James tocou-o na cabeça assim, e, de repente, o homem saiu da cadeira e caminhou no palco.
Değilim, ama bir zamanlar, öyleydim.
Não, mas já fui.
Böylece internete girdim ve bir zamanlar tanıdığım bu kızın izini sürdüm.
Então, usei a Internet e descobri uma rapariga que eu conhecia.
Bu da "Crow" Şov'da saat başında yayınlanacak ama şimdi yanımda bir zamanlar olan ve gelecek günlerde olacak en önemli şahsiyet Avery Markham var.
E vamos ter isso, na hora certa, aqui no The Crow Show, mas, neste momento, um antigo e atual dignatário local junta-se a mim. Avery Markham.
Hafızam bir zamanlar olduğu gibi değil ama İmparatorluğa zahmet edip rapor etmediğim birkaç yer var.
Bem, a minha memória já não é o que era antes, mas... existem alguns lugares nunca informados ao Império.
Büyük bir Jedi bir zamanlar bana iyi liderler örnek olacak şekilde hareket ederler dedi.
Um grande Jedi disse-me... que os grandes líderes lideram pelo exemplo.
Çünkü düşündüm de Rosa Parks'ın bir zamanlar otobüste istediği yerde oturamaması çok acayip değil mi?
Estava a pensar... Como era louco o tempo em que a Rosa Park não podia nem sentar num autocarro no lugar desejado? E, de repente, um dia ela diz :
Bir zamanlar Başkan'ı korumuştum.
Protegi o presidente uma vez.
- Sen de bir zamanlar böyleydin Eph.
- Vivias para elas, Eph.
Kokun, bana, bir zamanlar hem arzu hem de çaresizlikle boğuşmamı sağlayan bir parfümü hatırlattı. Çünkü bunu süren o kadına asla sahip olamayacağımı biliyordum.
O teu cheiro faz-me lembrar de um certo perfume que me enchia não só de desejo mas também de desespero, pois sabia que nunca podia possuir a mulher que o usava.
Bu bir zamanlar doğru olabilirdi. Ama bu birisini kaybetmeden önceydi. Benim için çok değerli birisini.
Isso já pode ter sido verdade, mas foi antes de eu perder alguém, uma pessoa querida.
Bir zamanlar bana şunu diyen muhteşem bir profesörüm vardı.
Tive um professor brilhante que me disse :
"Bir zamanlar bir kız tanıyordum ama öldü."
"Conheci uma rapariga que morreu!"
Bir zamanlar ki oğlum!
- O meu filho! - O Céu perdoa-me.
Ancak o zamanlar şöyle bir tabir yoktu : "Siyasetten nefret etme."
Mas, na época, não havia um termo tão certeiro : desencanto político.
Trash o zamanlar tıklım tıklımdı dişinden çıkmadıysa ya da başka bir yer bilmiyorsanız...
O "Trash" era um sítio muito frequentado naquela época, então... A não ser que o tenham encontrado nos dentes dela... - Outros locais...
Ortak bir umudu paylaştığımız zamanları hatırlıyorum da bizim türümüz, eşi benzeri görülmemiş bir şeyi başarabilecek kapasitedeydi.
Lembro-me da esperança que uma vez partilhámos que a nossa espécie era capaz de coisas verdadeiramente... Extraordinárias.
O zamanlar uğruna yaşayacağım pek bir şey yoktu.
Isso foi quando não tinha muito por que viver.
Bu yüzden belki yakınlarda bir mekan bulabiliriz diye düşündüm ve zamanlarının yarısında seninle kalabilirler.
Pensei que te podíamos arranjar uma casa perto e eles podiam ficar contigo metade do tempo.
Eskiden buraya bir başka dövme yaptırmak için heyecanlı bir şekilde geldiğin zamanlar olurdu.
Houve um tempo que ficavas ansioso por vires aqui para obteres a tua próxima marca.
O zamanlar apartman görevlisi olarak çalışıyordu ama hep bir tür sanat eseri çıkarması gerekiyordu genelde bir şeylerin görüntüsünü bozardı.
Na altura, trabalhava como empregado de limpeza, mas tinha sempre de praticar algum tipo de arte, normalmente a distorcer algo.
O zamanlar yanımda bir Bay Markham olsaydı hemen üstüne atlardım.
Digo que se tivesse um Sr. Markham do meu lado, então, aliava-me a ele, sem pensar duas vezes.
Bu büyüklükte bir gemide bizi bulmaları zamanlarını alır.
Numa nave deste tamanho, vão levar algum tempo para nos encontrarem.
O zamanlar bir parti için evimize geldi.
Ele veio a nossa casa a uma festa uma vez.
Zamanlarının yarısını aptal bir bürokrasiyle uğraşarak harcayacaklarını biliyorlar.
Eles sabem que vão perder metade do seu tempo com burocracia estúpida.
Ama bu çocuklardan gerçekten zamanlarını bölmelerini,... tamamen kendilerine ait bütün bir kahverengi kumtaşı binaları varken haftada üç, dört kez ormanda çadır kurmalarını isteyecek miyiz?
Mas vamos mesmo pedir a estas quatro crianças que passem parte do tempo mal alojados no meio do mato, três, quatro vezes por semana quando têm uma moradia só para eles?
Bir zamanlar garsondum.
Já servi à mesa.
O zamanlar bir kürek 15 dolardı.
Naquela altura, uma pá custava 15 dólares.
Siz bana öyle bir felsefe, din veya teknoloji söyleyin ki ana hedeflerinden biri, demin bahsettiğim üç tanesi hariç esas konsepti "neşe" olsun. Bunlar önemli zamanlar.
Indique-me outra filosofia, religião ou tecnologia em que um dos principais objetivos, além dos três que mencionei, esteja a alegria como conceito importante.
Emirlerime uymadıkları zamanları bir bilseniz...
Se visse a quantidade de vezes que não seguem as minhas ordens.