Esaret tradutor Português
159 parallel translation
Makam, para ya da arazi uğruna değil de aşk için evlendi diye onu, zorluklarıyla baş edemeyeceği bir dünyada yoksulluk ve esaret içinde yaşamaya mahkum ettiler.
Por ter casado por amor, e não por posição social, dinheiro ou terras, condenaram-na a uma vida de pobreza e de escravidão.
Dinlenmeksizin esaret, ödülsüz bir meşakkat.
Escravatura sem descanso, labuta sem recompensa.
Neden Mısır'da esaret altındaki çocuklarının feryatlarını duymuyorsun?
Senhor, porque não ouvistes o pranto de Vossos filhos escravizados no Egipto?
Esaret altında var olmayı sürdüremeyiz.
Deixaremos de existir em cativeiro.
Esaret altındaki en donanımlı kişidir.
O melhor homem para capturas.
Esaret altında bir Avusturya Prensi olacağına ölmesini yeğlerim.
E eu preferiria vê-lo morto, a viver cativo como Princípe Austríaco.
Ama toprak ve özgürlük sözü tutulmayınca pek çok eski köle esaret ülkesinden ayrılarak nihayet özgür olacakları yeni yerler arayışına çıktı.
Mas quando a promessa das terras e da liberdade não foi honrada... muitos ex-escravos partiram da terra da servidão... em busca de novas fronteiras onde finalmente fossem livres.
Avrupa'nın geri kalanı da bu denli uzun esaret altında yaşayacak mıydı?
Passaria muito tempo até o resto da Europa ser também libertado?
Kudüs'e itina ile konuş ve esaret günlerinin sona erdiğini söyle.
Falai com cuidado a Jerusalém e dizei-lhe que o seu tempo de servidão terminou.
Esaret reflekslerimizi yavaşlattı.
O cativeiro tornou os nossos reflexos lentos.
Esaret altında doğan hiçbir kambur balina yavrusu hayatta kalamadı.
Nenhuma corcunda nascida em cativeiro jamais sobreviveu.
Yukarı-azıcık-yukarı, aşağı-azıcık-aşağı, kaldır poponu, indir donunu. Zalim Kızıl Baron ile nezih bir çatışma, düşman hatları gerisine ufak bir mecburi iniş, esaret, işkence, firar ve sonra da, çay saati ve madalyalar için yurda dönüş.
Uma luta decente com o cruel Barão Vermelho, um pouco de divertidos acidentes de aterragem para lá das linhas do inimigo, captura, tortura, fuga e depois voltar a casa a tempo do chá e das medalhas.
Ya baskıcı bir hükümet milyonlarca kişiyi esaret altına alıyor olsaydı?
Apenas temos programar os detalhes específicos da cerimónia. A base cultural diz que a família do Klingon tem que comparecer.
Başka bir kültürün, esaret altında yaşaması fark edilmeyecek bir şey değildir.
Manter outra cultura em escravidão virtual, não é o tipo de coisa que iriam noticiar.
Bizi sonsuza kadar esaret altında tutamayacaklarını biliyorlardı ve gücümüzü kullanarak onları geri püskürttük.
Eles sabiam que não nos podiam escravizar para sempre... e nós expulsamo-los pela força.
Bu esaret yılları dayanılmaz hal aldı
Destes anos De escravidão Demasiado cruéis Para suportarmos
Esaret bitti.
O Purgatório acabou.
Esaret çok boktan.
- Caramba, o cativeiro é uma treta.
Maalesef, bulabildiğimiz tek erkek Batı Pasifik ayısı, esaret altında yetiştirilmiş.
Infelizmente, o único urso que descobrimos cresceu em cativeiro.
Elimde uzmanların yeminli beyanları var. Esaret altında yetişen bir ayının yeniden vahşi hayata sokulmasının tehlikeli ve sorumsuz bir davranış olduğu görüşünde birleşiyor.
Tenho depoimentos assinados por vários peritos e todos corroboram que pegar num urso que cresceu em cativeiro e reintroduzi-lo ao estado selvagem é perigoso e irresponsável.
Şey, yalnız esaret altında yaşadığını biliyorum, Yani doğaya döndüğü için gerçekten mutlu olacağından eminim.
Só sei que ele vive em cativeiro, por isso ele ficaria contente por voltar ao estado selvagem.
Toplu katliam, tecavüz, esaret.
Chacinas, violacäo, escravatura.
Ortakyaşamlarımız burada, esaret altında üretildiler.
Os nossos simbiotas sao todos criados aqui, em cativeiro.
Ayda 500 dolar, esaret altında geçen süreninki dahil.
Por $ 500 por mês, incluindo retroactivos pelo tempo despendido... em cativeiro.
Ama aslanlar bütün hayatlarını esaret altında geçiremez.
Mas os leões não podem ficar presos a vida inteira.
Cesaretin ne demek olduğunu esaret altında yedi gün geçirene kadar bilmiyordum.
Não sabia o que a coragem significava para mim até ter aguentado sete dias agonizantes em cativeiro...
Her ne kadar uzun müddet esaret altında tutulmuş olsa da Hazama hâlâ klanın en çetin kılıç ustası.
Apesar de enfraquecido devido à prisão, o Hazama ainda é o melhor espadachim no clã.
O yeşil mendil. Hayır, yeşil esaret demek.
- Não, o verde é para o cativeiro.
Takip cihazından anlaşılana göre esaret altında yetişmiş.
O localizador indica que foi criado em cativeiro.
Bir esaret olayında olduğumuz için, tüm garipliği alır mısın?
Estás a ficar atrevida só porque estamos a ver um fato de bondage?
Korku ve rüşvetle biz ölümlüleri esaret altına almak.
É um cristianismo mercenário. Mantém o resto dos mortais distraídos com uma mistura de medo e subornos.
Bakın, efendim, yaklaşık üç yıldır esaret altındayım... artık aklımı kaçırmak üzereyim.
Olhe, senhor, já estou preso faz quase três anos quase que já estou dando em louco.
Banwarilal, esaret altındaki devrimcilerden en zayıf karakterlisi bize Bismil ile Ashfaqullah'ın bulunduğu yeri itiraf edecek kişi Azad'ı kapana kıstıracak yem olmayı kabul etti.
Banwari Lal... O mais fraco entre os revolucionários estava em cativeiro. O homem que denunciou o esconderijo de Bismil e Ashfaqullah, concordou em ser o isco para a armadilha que apanharia Azad.
Sen ve Sylar gibilerin diğerlerini nasıl mahvettiklerinden bahsediyorum. Bizi korku içinde, esaret altında ve saklanarak yaşamak zorunda bırakıyorsunuz.
Graças a ti e ao Sylar, vivemos com medo, aprisionados, às escondidas!
İttifak varsa esaret de vardır.
Se há união, há escravidão também.
Tarlakuşları ötmez Esaret halinde
As cotovias não cantam Quando estão em cativeiro
Babam diyor ki : " Halk kuruluşları esaret içindeyken, bana sundukları nasıl bir özgürlüktür?
Diz o meu Pai que liberdade me é oferecida quando as organizações populares continuam banidas?
Ne fark eder ki, esaret esarettir ve bu durum bir subay için çok onur kırıcı.
Isso é irrelevante. Cativeiro é cativeiro. Sem honra para um oficial.
Ancak yenilgiler de askerliğin bir parçası ve tabii esaret de! Özgürlük için savaşa devam etmemiz gerektiğini de unutmayalım.
A derrota faz parte da vida de um soldado... assim como o cativeiro, mas também o regresso a casa para voltar a combater.
Mahkumlar, bizler gibi onlar da riskten, mücadeleden veya tehlikeden ırak bir dünyada esaret altında tutuluyorlar
Prisioneiros, mantidos cativos como nós, num mundo sem riscos, ou luta ou perigo.
Üç yıl önce esaret altındayken firar etti.
Escapou da prisão há 3 anos.
Çeşitli çizimler, işkence ve esaret içeren pornolar ama esas dikkatimi çeken yazıları.
Diversas ilustrações, tortura porno, cativeiro, mas o que me chama a atenção é a prosa.
Solistleri Lips, boynunda esaret tasmasıyla sahneye çıkardı elinde dildosuyla Flying V gitarını çalardı.
VOZ E GUITARRA PRINCIPAL Lips, o vocalista, aparecia com o arnês de bondage posto e vinha com um dildo e tocava a sua Flying V.
Yine günahkârların şehirlerinde esaret altında kaldık.
Levaram-nos para cativeiro de novo para a Babilónia.
Esaret altında şarkı söylemiyorlar.
Elas não cantam em cativeiro.
Biz çekimi bitirdikten kısa süre sonra yerel bilim insanları,... mantar buraya ulaşıp hepsini öldürmeden önce, hayatta kalan tüm altın kurbağaları esaret altına alma vaktinin geldiğine karar verdiler.
Pouco depois de acabarmos de filmar, os cientistas locais decidiram que era altura de levar todas as rãs-douradas sobreviventes para cativeiro, antes que o fungo chegasse e as matasse a todas.
Hükümet, yaban hayvanlarının tüketimini yasaklamış olmasına rağmen buradaki etin çoğu esaret altındaki hayvanlardan sağlanıyor ve bu hayvanların da büyük bir kısmı kaçak olarak avlanıyor.
E apesar do governo Chinês ter banido o consumo de animais selvagens na China, a maior parte da carne aqui vem de animais de cativeiro. Mas uma parte significativa é trazida ilegalmente da selva.
Bu bir ihanet, esaret ve güzel bir kahvaltı hikayesi.
Foi uma história de traição, redenção, e um pequeno-almoço continental adorável.
Söylemeye esaret etmeliyim efendim.
Permita-me dizer, senhor!
Bu 2000 yıllık bir esaret hâli.
Isso é acerca de 2.000 anos de perseguição.
- Ölüm. Esaret.
- A morte, a escravidão.