Herıf tradutor Português
2,514 parallel translation
Bunlar her ok fırlatışımda benim başıma geliyor.
Como acontece comigo depois de lançar uma flecha do amor.
Fırtına her an gelebilir.
A tempestade nos atingirá a qualquer momento.
Her nasılsa, her zaman fırtınalı bir gece geçirdiğimi bilir.
Parece que ele sabe quando tive uma noite dura.
Onun fırça darbelerini seviyorum. Çok cüretkâr. Her zaman dokunmak istemiştim.
Fico encantada com seus movimentos de pincel são tão ousados... sempre o quis tocar.
Bu şişko orospu çocuğunun üzerine her şeyini fırlatması lazım.
Ele tem que dar tudo que tem neste filho da puta obeso.
Doktor. Bu aşırı büyüklükteki devi etkilememiş görünüyor, Sid Zombi Adam her şeyi fırlattı fakat evye Frankenştaynda.
E nada parece fazer mexer este cadáver descomunal, o Homem Zumbi já atirou nele tudo o que tinha.
Her zaman çok sıkıfıkı olmadığımızın farkındayım.
Sei que nunca fomos muito amigas.
Yerkabuğu gittikçe inceliyor,... yakında tuzla buza dönecek. Her yerden lavlar fışkıracak.
A crosta está cada vez mais fina, está frágil como um vidro estilhaçado, magma a aparecer por toda a parte.
Her zaman insanların duyguları tarafından zayıf düşürülebildiklerini biliyordum.
Sempre soube que os humanos eram manipuláveis por meio de emoções.
Dostum, bu benim için bir fırsat. Belki de her şeyi itiraf etmeliyim.
Tive uma oportunidade, devia ter sido sincera.
Her sabah nefesimizi koklar ve eğer ağzı sigara kokan birini yakalarsa direkt olarak sıfır verirdi.
Todas as manhãs, ia cheirar o nosso bafo e os que cheirassem a tabaco, tinham logo um insuficiente.
Kızıma her gün sınıfındaki en tatlı kız olduğunu söylüyorum ve öyle de zaten.
Falo à minha filha todos os dias que é a miúda mais bonita da sala. E ela é.
Her adımda biraz daha zayıf ve korumasız düşüyor.
A cada passo, ele fica mais fraco e mais vulnerável.
Amcanın senin için bir evlilik ayarlamasını istediğini söylüyorsun. Ama her fırsatta kendini nahoş bir duruma sokuyorsun.
Você quer que seu tio arranje um casamento, mas torna-se cada vez mais indesejável.
Seni uyarmalıyım, Rahibe. Her fırsatta ziyarete geleceğim.
Preciso lhe prevenir, irmã, devo vistá-la em todas as oportuniddades possíveis,
Ben, sınıfında her zaman birinci olmuştur.
Ben era sempre o primeiro em sua classe.
Rüzgâr her estiğinde, Sally sana bir şeyler fısıldıyor sanıyorsun.
Quando o vento sopra achas que é a Sally a sussurrar-te alguma coisa.
Her fırsatta benimle zıtlaştın.
Lutaste sempre contra mim.
O halde ekonomik büyüme yükselişteyken - bir anda fiyatlar fırlar - ve her şey bir anda durur.
Ou seja, temos a economia em crescimento... atinge-se o pico dos preços... e pára tudo.
Her fırsat bulduğumda gelip gelişmeleri bildireceğim, tamam mı?
Mas venho falar consigo, sempre que puder.
Bu gelişigüzellik ya planlıdır, ya da sadece fırsatçılıktır. Her şekilde çok hareketli biri.
A aleatoriedade pode ser orquestrada ou simplesmente a oportunidade.
Ve annem, her gün pis evleri temizliyor. Tuvaletleri fırçalıyor.
E a minha mãe passa o dia a limpar casas sujas, limpa as sanitas.
Her zamankinden daha bitkin ve zayıf görünüyorsun, zavallı şey.
Estás exausta e muito magra, pobrezinha...
Her neyse, Eric'le beraber oturuyorduk. Bir ilkbahar düğünü için ileri geri fısıldaşıyorduk.
Seja como for, o Eric e eu estávamos sentados juntos e íamos trocando segredinhos sobre um casamento na Primavera.
Tam da bu yüzden her sene birinci sınıf öğrencilerinin burada olmasını istiyorum.
Por isso gosto de ver os alunos aqui uma vez por ano.
Bana istediğin her şeyi sorma fırsatın olduğu hâlde bana kocam hakkında sorular sordun.
Tiveste oportunidade de me perguntar qualquer coisa e perguntaste pelo meu marido.
- Ya, her şey hayatının fırsatı zaten senin!
- É sempre a chance da tua vida!
Her şey hayatının fırsatı!
Tudo é a chance da tua vida!
Bana attığı her dergiyi ona geri fırlattım ve başpiskopos olmasının umurumda olmadığını, devam ederse bekleme odasından atacağımı söyledim.
Atirei-lhe cada revista de volta... e disse-lhe que não queria saber nem que ele fosse um arcebispo. Expulsei-o da sala de espera.
Her gün buluşan bir sınıf var, ve daha sonra da Mısırlı uzmanlarla buluşuyorum.
Havia uma turma que se encontrava todos os dias e então conheci uns expatriados egipcios.
Her şeye sıfırdan mı başlayacağım?
Começar de novo?
Dürtülerim, vesilem ve fırsatım var ve kanıtlamak için ihtiyacınız olan her şey elinizde.
Agora tem tudo o que precisa para provar.
Ama bağlı kalmamız gereken bir anlaşmamız var. Ayrıca burada sizinle konuştuğum her saniye daha da daralan küçük bir fırlatma penceresi var.
Mas temos um contrato para cumprir, e uma pequena janela de lançamento, que está a diminuir a cada segundo que fico aqui a falar consigo.
Her biri sızıntı ve ihanet için birer fırsat.
Cada uma delas é uma oportunidade para fuga de informação e traição.
Kendi arkadaşımı asılsız bir suçlamadan kurtarmaya çalışıyorum ve her şey yolunda giderse sizi ve Delia'yı çok büyük bir galaktik skandaldan kurtarabilirim. Ama fırlatma tarihi konusunda bir şey yapamam.
Simplesmente estou a tentar salvar o meu amigo de uma horrível condenação, e se tudo correr bem, posso ajudar a salvá-los de um escândalo galáctico, embora se calhar não, a sua data de lançamento.
Hayır, babam her zaman şansın fırsatlarla hazırlığın buluşması olduğunu söylerdi.
Não, o meu pai sempre disse que sorte é quando a preparação encontra a oportunidade.
Her bir fıçı yağ için 4 fıçı su kullanılan bu işlem aslında "bulamaçlama" olarak adlandırılır ve yüksek vektörel hızda yüksek sıcaklıktaki su ile döndürülerek karıştırma işleminin yapıldığı, pre-sentetik yağ olan zifti kumun kendisinden ve tüm kil ve silt parçacıklarından ayırmak için yapılan işlemdir.
Para cada barril de petróleo, são necessários quatro barris de água, num processo chamado "slurry", em que a massa é centrifugada a altas velocidades com a água superaquecida para separar o betume, que é o petróleo pré-sintético, das próprias areias, do barro e dos sedimentos.
böylece her fıçı enerji girdisiyle beraber iki fıçı yağ üretimi yapılabilmektedir.
Ou seja, por cada barril de energia, produzem-se dois barris de petróleo.
Dünyadaki her hastaneye gidebiliyorum ama bu 3. sınıf pislik yuvasına geliyorum.
Posso pagar qualquer hospital do mundo, e vim parar a esta espelunca de terceira categoria.
Her ceset için bir fıçı.
Um corpo por bidão.
Her palette 4 fıçı var.
Quatro bidões por palete.
İnsan her gün böyle kusma fırsatı bulamaz eski kocasıyla beraber.
Não é todos os dias que posso vomitar... Com o meu ex-marido.
Ama siz her tahta oturan kralın kulağına fısıldamaya devam ediyorsunuz.
Mas continuais, sussurrando ao ouvido de um rei e do rei seguinte.
Painswicklerde "her zaman" yoktur, canım. Damadımın dedesi tarafından sıfırdan var olmuşlardı.
Não há sempre acerca dos Painswicks, minha querida, foram inventados do nada pelo avô do meu genro.
Çünkü bu gezegendeki her dağ, her kaya, her yaşayan şey, sizin ve benim her parçam uzayın fırınlarına dövüldü.
Porque cada montanha, cada rocha deste planeta, cada ser vivo, cada pedaço de si e de mim foi forjado nas fornalhas do espaço.
Her an büyük bir fırtına bastırabilir.
Há uma tempestatde enorme chegando a qualquer minuto.
Volkoff Endüstrisini arkanda bırakmalısın bunları alırsan her şeye sıfırdan başlarsınız, dünyanın neresi olursa olsun.
Terias de abdicar da Volkoff Industries. Mas se ficares com elas, podes recomeçar a tua vida em qualquer lado do mundo. Ambos.
Her zaman tekrar geri alıyor ama. Eline geçen her fırsatta seninle dalga geçip aşağılayacağını da unutma.
E vai continuar a gozar e a insultar-te sempre que puder.
Başınıza gelen her şeyi alır ve karanlık, büyük bir dolaba fırlatır, atar.
Apanha tudo o que acontece e atira a esmo num grande e escuro armário.
Her yerden manyetik fırtına ile ilgili raporlar geliyor.
Relatos de tempestades magnéticas estão a chegar de todas as partes.
Fırsat varken her şansını denedin, iş işten geçtikten sonra değil.
Tu chicoteias um cavalo durante a corrida, mas não depois de ela acabar.