Hâlde tradutor Português
4,919 parallel translation
O hâlde açılışı yapmak ister misiniz?
Importa-se de fazer as honras?
O hâlde burada ne işleri var?
E porque é que estão aqui?
Ancak balıklar kurbanın bazı iç organlarını tamamen yedikleri hâlde bazılarına dokunmamışlar.
Mas parece que os peixes devoraram vários órgãos da vítima por inteiro, enquanto outros, estão intactos.
Zaten öldüğü hâlde biri tarafından bıçaklandı mı yani?
Ele foi esfaqueado quando já estava morto?
Zavallıcıkları birinin bahçesinde terk edilmiş hâlde bulmuştum.
Encontrei-os abandonados num quintal, pobrezinhos.
O hâlde gerçekten ama gerçekten üzgünüm.
Nesse caso, realmente lamento muito.
O hâlde bana neler anlatabilirsin?
Então o que é que pode dizer-me?
Senatör Reynolds hayır dediği hâlde onları bulmak istiyorsun.
Sabemos por que veio cá. Embora o Senador Reynolds tenha ficado indeciso, você ainda quer encontrá-los.
Valois geleneği içinde saklamak için görevlendirilmiş hâlde.
Foi comissionado para manter a tradição dos Valois.
Bu hâlde yakalayamazsın.
Nesse estado, nem pensar.
Sessizliğim seni ormanda yardıma muhtaç bir hâlde bırakacak kadar yanlış olacak.
O meu silêncio estaria tão errado quanto deixá-la indefesa
Babanla bir gün geçirdikten sonra daha bıkkın bir hâlde olmanı beklerdim.
Pensei que estivesses mais exasperado depois de passares um dia com o teu pai.
Göreviniz, Jacob Marley için gözyaşı dökecek birini bulmaksa korkarım ki fena hâlde hayâl kırıklığına uğrayacaksınız.
Se você faz sua missão para procurar alguém. Para derramar uma lágrima por Jacob Marley, Receio que será muito desapontados.
- O hâlde bana dönmelerini sağla.
- Então, faz com que voltem a mim.
O kulüpte ilk kez "yatan" birileri olacak o hâlde.
Será a primeira vez que há lá algo bom.
Beni öyle bir hâlde görmesini ister miydim sence?
Vamos.
- O hâlde çalayım mı dedin?
E decidiu roubá-las?
Diğer tüm kanıtlarla birlikte ele alındığında ; ... tanık ifadeleri, mağdurun, saldırganın göz rengi konusunda yanılması Steve Avery iç çamaşırı giymediği hâlde saldırganın beyaz iç çamaşırı giydiğini söylemesi ve bunun gibi pek çok şey göz önüne alınırsa farklı bir karar çıkma olasılığı güçleniyordu.
E olhando para todas as outras provas, as provas de álibi, o facto de a vítima se enganar na cor dos olhos, o facto de a vítima dizer que o perpetrador tinha roupa interior branca, quando o Steve Avery nem tinha roupa interior,
Eğer söylemediği hâlde "Sen şöyle dedin" derseniz...
Quando diz que ela disse algo que ela não disse, protesto...
Bence nedeni, çok net bir şekilde bu insanların fena hâlde çuvalladıklarını fark etmiş olmaları.
Penso que a resposta é, muito claramente, que estas pessoas perceberam que tinham feito algo muito mau.
O basın toplantısını izlerken insan, aylardır bunları içinde tutan ve artık yaşadığı korkunç şeyleri anlatma ihtiyacı hisseden gencin duygusal olarak çökmüş bir hâlde olayları anlattığını gözünün önüne getiriyor.
Olhando para essa conferência, estaríamos à espera que aquele pobre rapaz, que guardou o segredo durante meses e tinha de se livrar do fardo, com a experiência horrível que teve, estivesse emocionalmente perturbado e tivesse contado esta história,
Dedektifler zaman zaman, bilmedikleri hâlde detayları biliyormuş görüntüsü veriyorlar.
Por vezes, os entrevistadores alegaram saber detalhes que não eram verdadeiros.
Kan sıvı hâlde.
O sangue está líquido.
Savcılığın iddiası ve medyaya da henüz Kasımın 4'ünde hatta Kasımın 3'ünde servis ettiği onu son gören kişinin Steven Avery olduğu. Kesin olarak bilmedikleri hâlde. Bugün bile kesin olarak bilmiyorlar.
O Estado quer deixar claro, e diz à comunicação social, logo a quatro de novembro, ou mesmo a 3 de novembro, que o Steven Avery foi a última pessoa a vê-la, quando eles não sabiam isso, assim como não sabem agora.
Bir insanı özgürlüğünden mahrum bırakan taraf mı hatalıdır yoksa tereddüt içinde olduğu hâlde, ki neredeyse her zaman öyledir özgürlük hakkını savunan kişinin yanında yer alan taraf mı?
Do lado em que privamos um ser humano da liberdade ou do lado de um ser humano que afirma o direito à liberdade, quando não temos a certeza?
Dikkatinizi, Steven Avery gerçekten suçluysa şayet bulunması gerektiği hâlde bulunmayan bazı kanıtlara çekmek istiyorum.
Vou falar um pouco sobre as provas que faltam, que esperaríamos encontrar, se o Sr. Avery fosse culpado.
Brendan, Teresa'yı ellerinden ve ayaklarından yatağa bağlanmış hâlde görüyor.
O Brendan vê Teresa presa à cama com algemas e ferros. VÊ TERESA HALBACH PRESA NO QUARTO DE STEVEN AVERY
Ve evin içine girip Teresa Halbach'i Steven Avery'nin yatak odasında bağlı hâlde gördüğünü.
Entrou na residência e viu a Teresa Halbach presa no quarto do Steve Avery.
O gün memurlarla yaptığın diğer bir görüşmede Brendan'ın Teresa'yı, Steven'ın evinde canlı olarak sandalyeye bağlı hâlde gördüğünü söylemişsin.
Também disse aos agentes, noutra conversa nesse dia, que o Brendan tinha visto a Teresa viva na casa do Steven e que estava presa a uma cadeira.
Onu öyle zincirlenmiş hâlde görmek beni mahvediyor.
Só de o ver com as correntes Fico doente. PAI DE BRENDAN
- Bu sizin tasviriniz. - Evet. Teresa Halbach'i yatağa bağlı hâlde çizmişsiniz.
É a sua versão da Teresa Halbach acorrentada à cama.
Yapmadığını bildikleri hâlde.
MÃE DE BRENDAN E eles sabiam.
Daha önce bir savunma avukatının ve dedektifinin masum olduğunu söylediği hâlde müvekkillerine, suçu itiraf etmesi için baskı yaptığı bir dava görmemiştim.
Não conheço outro caso em que o advogado e o investigador tenham maquinado para que o cliente se declare culpado, quando ele exprime estar inocente.
Çünkü bu suçu işlemediği hâlde yeniden hapse atıldığı ve işlemediği bu suç yüzünden bu kez şartlı tahliye olmaksızın ömrünün geri kalanını hapiste geçireceği düşüncesini yüreğim kaldırmaz.
Porque imaginar que ele é inocente e estar na prisão, outra vez, por algo que não fez, e agora para o resto da vida, sem possibilidade de sair... Não aguento isso.
Steven araması gerektiği hâlde çarşamba akşamı beni aramamıştı.
O Steven não ligou na quarta à noite, como é costume.
- Permafrostta donmuş hâlde hayatta kalabilmişler mi?
Podem ter sobrevivido congeladas no gelo perene?
Kendinden çok fazla nefret ediyorsun seni sevmek zorunda olanların nasıl berbat hâlde olduklarını hayal bile edemezsin.
Tu odeias-te tanto, que nem consegues imaginar o quanto uma pessoa teria de bater mal dos cornos para te amar de volta.
Bunu bilmediği hâlde.
Mesmo que ele ainda não o saiba.
Pekâlâ o hâlde.
Bem então...
- O hâlde çok şey bilemezsiniz.
Então não pode saber muito.
O hâlde bir telgraf gönderip feragat etmeyeceğimizi ve planlandığı gibi devam edeceğimizi haber etseniz iyi olur.
Nesse caso, é melhor você enviar-lhes um telegrama a informá-los de que não vamos ficar parados e que nós vamos prosseguir conforme o planeado.
Nehre ulaştığımızda o hâlde.
Quando chegarmos ao rio, então.
Çocuklar, oraya bu hâlde gidemeyiz.
Não podemos entrar ali assim vestidos.
Bir işin kötü biteceğini bildiğin hâlde iyi bir şey olmasını umamazsın.
Não é preciso ser um génio quando algo não bate certo.
Dövüşmelerine müsaade etmelisin, aksi hâlde bütün gece ringde dolaşmalarını izlersin.
Tem de os deixar lutar, porque senão vamos ter dois gajos a correr a noite toda.
O hâlde uyuşturuculara hoş geldiniz.
Nesse caso bem-vindos ao mundo da droga.
- Korktuğu şeyi bulalım o hâlde.
Vejamos se assim é.
Yarın görüşürüz o hâlde.
Óptimo, até amanhã.
Birinin anahtarı vardı o hâlde.
Alguém deve ter a chave.
Boğmayı şu hâlde nasıl anlatabilirim ki...
E como sufoco, se estiver...
O hâlde, sana kapıyı tutmayı söyledi bu çarşamba gecesi saat 9 veya 10 gibi oldu.
Isto foi, quando, quarta-feira à noite, 9 : 00 or 10 : 00?